ETKİNLİK
SÜRECİ 1. Çağdaş Türk
Resminin Erken Dönem Gelişimi
“Türk resim
sanatında XVIII. yüzyıla kadar temeli Türk-İslam geleneğinden gelen minyatür
sanatının hâkim olduğu görülmektedir. XIX. yüzyıl başlarından itibaren köklü
bir değişim başlamış ve yoğunlaşan Batılılaşma hareketleri resim alanında da
etkili olmuştur. XIX. yüzyıl sonlarına gelindiğinde ise Batılı anlamda tuval
resmine geçiş başlamıştır. Bu dönemde, Avrupa’da eğitim gören Türk ressamlar
(Şeker Ahmet Paşa, Osman Hamdi Bey, Hoca Ali Rıza -Hoca Ali Rıza o dönemde
çıkan kolera salgınından dolayı Avrupa’ya gidememiştir- Hikmet Onat ve Nazmi
Ziya Güran) bu gelişmeye öncülük etmişlerdir.
XIX. yy.ın son döneminde
resim eğitimi için ilk kez Avrupa’ya gönderilen Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet
Paşa, Nazmi Ziya Güran ve Hikmet Onat gibi ressamlar; Türk resim sanatının
gelecekteki sanat üsluplarını, dönemin sanatsal özelliklerini ve altyapısını
oluşturmuşlardır. Türk resim sanatında Batılı anlamda bir
üslup oluşturan ilk kuşak sanatçıları arasında Osman Hamdi Bey ve Şeker
Ahmet Paşa gelir. Osman Hamdi Bey, Türk resminde Batılı anlamda figürü ilk
olarak kullanan sanatçıdır. Şeker Ahmet Paşa ise resimlerinde ormanlar,
meyveler, çiçekler, geyikler, koyun sürüleri ve çoban köpekleri gibi
konuları işlemiştir. Osman Hamdi Bey resimde “konuya”, Şeker Ahmet Paşa
özellikle “kompozisyona” önem verir. Hoca Ali Rıza, başta Üsküdar sokakları
olmak üzere İstanbul ve çevresine özgü görüntüleri işleyen manzara resimleri
ile tanınır.
1.1. Osman Hamdi Bey (1842-1910)
|
Osman Hamdi Bey, Sadrazam
İbrahim Ethem Paşa’nın oğludur. 1860’ta hukuk öğrenimi için Paris’e
gitmiştir. Bunun yanı sıra Paris’teyken aralarında Jean-Leon Gerome’un [Jan-Leon
Cerom (1824-1904)] da bulunduğu dönemin ünlü ressamlarının atölyelerinde
çıraklık yaparak iyi bir resim eğitimi almıştır. Osman Hamdi Bey, Batı
terbiyesiyle yetişen ancak içinde bulunduğu kültürden uzaklaşmadan bunu
yansıtabilen döneminin en önemli ressamlarından biridir. Sanat alanındaki
çalışmalarının yanı sıra arkeoloji alanında da birçok çalışmaya
katılmıştır, hatta Türkiye’deki ilk Türk müzesinin kurucusudur. 1881’de
Müze-i Hümayuna (İmparatorluk Müzesi) atanmasıyla Türk müzeciliğinin parlak
dönemi başlamıştır. 1883 yılında Güzel Sanatlar Akademisi Sanayiinefise
Mektebini ve İstanbul Arkeoloji Müzesini kurmuş ve buranın müdürlüğünü
yapmıştır. Osman Hamdi Bey Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda’da arkeolojik kazılar
yapmıştır. Yaptığı kazılarla ilk Türk arkeoloğu unvanını almıştır.
Türkiye’de ilk bilimsel Türk kazıları ve çağdaş müzecilik anlayışı onunla
başlamıştır. Bu çalışmalarından dolayı Türk müzeciliğinin modern anlamda
kurucusu olarak kabul edilmiştir.
|
Görsel
1.97: “Gezintide Kadınlar”, 1887, Osman Hamdi Bey, ?, Tuval Üzerine Yağlı
Boya, ?
|
Osman Hamdi Bey ressam olarak
önemli eserler vermiştir. Resimlerinde Paris’te bulunduğu dönem eğitim
aldığı Jean-Leon Gerome ve Gustave Boulanger’ın [Gustav Balıncır (1824-
1888)] etkileri ve oryantalist etkiler görülür. Türk resminde ilk kez
figürlü kompozisyonu kullanan ressamdır. Resimlerinde mimari ögeler,
çinili panolar, halılar, süslemeli objeler, örtüler, kandiller, rahleler,
türbe mekânları, hat levhaları, aile portreleri ve insan figürleri kullanmıştır.
Osmanlı kadınının iç ve dış mekânlardaki yaşayışını resmetmiştir (Görsel
1.97). Doğu-Batı, inanç-aşk ve yaşam-ölüm gibi ikilemlerin izini sürmüştür.
Batılı anlayışla figürlü resmin ilk temsilcisi olan Osman Hamdi Bey XIX.
yy.ın son döneminde, sanat ve kültür alanında yenileşme ve Batılılaşma
hareketinin öncüsü olmuştur. Önemli eserleri
“Kaplumbağa Terbiyecisi”, “Arzuhâlci”, “Kur’an Okuyan Hoca”, “Silah
Tüccarı”, “Leylak Toplayan Kız”, “Şehzadebaşı Camisi Avlusunda Kadınlar”,
“Feraceli Kadınlar”, “Mimozalı Kadın” , “Ab-ı Hayat Çeşmesi” ve “Mihrap”
adlı tablolarıdır.
|
1.2. Şeker Ahmet Paşa (1841-1907)
|
Türk tarihinde kendi adına
resim sergisi açan ilk ressam olan Şeker Ahmet Paşa, natürmort ve manzara
resimleri ile ünlüdür. 1841 yılında, Üsküdar’da doğan Şeker Ahmet Paşa’nın
gerçek adı Ahmet Ali’dir. Çocukluk hayatını İstanbul’da geçiren Ahmet Paşa,
1885 yılında tıp eğitimi görmek için başladığı Tıbbiye Mektebindeki
tahsilini yarıda bırakarak Harbiye Mektebine geçti. Şeker Ahmet Paşa’nın Tıbbiye
yıllarında başladığı ve Harbiyede de devam ettirdiği resim hayatı, Sultan
Abdülaziz’in dikkatini çekti. 1863 yılında bizzat Sultan tarafından Paris’e
resim eğitimi almaya gönderildi. Paris’te, Boulanger ve Gerome
atölyelerinde çalıştığı zaman diliminde Camille Corot [Kamil Koro
(1796-1875)], Gustave Coubert [Gustav Kurbe (1877- 1919)] ve
Charles-François Daubigny [Çarls-Françua Dobıniy(1817-1878)] gibi ünlü
ressamlardan etkilendi. Ahmet Paşa, 1869 yılında Paris’te açtığı ve yağlı
boya çalışmalarının yanı sıra Abdülaziz’in kara kalem bir portresini de
içeren sergi açtı ve mezun oldu.
|
Görsel
1.98: "Ormanda Koyun Sürüsü",?, Şeker Ahmet Paşa, 90x130 cm,
Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
|
Şeker Ahmet Paşa,
Fransız-Alman Harbi’nin başlaması ile 1871’de Osmanlı ülkesine geri döndü.
27 Nisan 1873 tarihinde Osmanlıdaki ilk resim sergisini açtı. Bu sergi, o
döneme kadar Osmanlıda dinsel motiflerden öteye geçememiş resim sanatının
ilk Batılılaşma örneklerinden biridir. Şeker Ahmet Paşa’nın empresyonist
üslubu, modern resim sanatı ve akımlarının da Osmanlıda başlamasına öncülük
etmiştir. Şeker Ahmet Paşa; eserlerinde empresyonist üslupla manzara,
hayvan resimleri gibi konuları işlemiş ve insan figürleri yapmaktan uzak
durmuştur. Şeker Ahmet Paşa’nın ustalığını gösterdiği alan, natürmort
resimlerdir. Avrupa modern sanatında olduğu gibi paletinden siyahı
çıkarmış ve tayf renklerini kullanmıştır. Genellikle bir doğa parçası
önünde anlık görüntüleri resmetmiştir. Resimlerinin önemli bir bölümü;
İstanbul Resim Heykel Müzesi, Ankara Resim Heykel Müzesi, Sakıp Sabancı
Müzesi ile bazı özel koleksiyonlarda bulunmaktadır. Önemli eserleri
“Geyikli Peyzaj”, “Bursa’da Bir Orman”, “Karpuzlu Natürmort”, “Talim Yapan
Erler” ve “Ormanda Koyun Sürüsü”dür (Görsel 1.98).
|
1.3. Hoca Ali Rıza (1857-1930)
|
Süvari Binbaşısı
Mehmed Rüşdi Bey’in oğludur. Türk manzara resmine çağdaş boyutlar
kazandıran ressamdır. Asker Ressamlar adıyla anılan grubun üçüncü
kuşak temsilcilerindendir. 1879’da girdiği Askerî Rüştiyede arkadaşları
ile birlikte bir “resim atölyesi” açılmasına önayak oldu. Burada Osman Nuri
Paşa ve Süleyman Seyyit gibi dönemin ünlü ressamlarından ders aldı. 1884’te
Harbiye Mektebinden mezun olduktan sonra aynı okulda 30 yıl öğretmenlik
yaptı. Birçok asker ressamın yetişmesine katkıda bulundu. Ayrıca İnas (Kız)
Sanayiinefise Mektebi ile Çamlıca ve Üsküdar Kız Liselerinde de öğretmenlik
yaptı. 1909’da kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyetinin bir süre başkanlığını
yaptı. Cemiyetin yayımladığı dergiye dönemin diğer önemli ressamları ile
yazılar yazdı. Hoca Ali Rıza, öğretmenliği sırasında hazırladığı taslak
defterine doğadan ya da zihinden birçok kara kalem çizim yaptı. Bu
çizimler, o dönemde canlı modelden çalışma olanağından yoksun öğrenciler
için örnek oluşturuyordu. Kara kalemin yanı sıra sulu, guaj ve yağlı boya
ile çok sayıda manzara resmi yaptı. Bu resimlerinin çoğunda doğayı,
Üsküdar’ın eski sokaklarını, ahşap evleri, çeşme ve mezarlıkları işledi.
Çok sayıda da ev içi çizimi yaptı.
|
Görsel
1.99: "Peyzaj", ?, Hoca Ali Rıza, 42,6x62 cm, Tuval Üzerine Yağlı
Boya, ?
|
Doğaya büyük bir içtenlikle
bağlı olan Hoca Ali Rıza, yaptığı durgun ve dingin manzaralarla bir
anlamda kendi adıyla anılan bir okul oluşturmuştur. Manzaralarında önceki
kuşaklarda izlenen minyatür benzeri etkiler görülmez. Daha çok açık hava
ressamlarının kullandığı saydam renklerden yararlanmış, koyu renklerden
uzaklaşarak açık ve ışıltılı renkleri tercih etmiştir. İzlenimcileri
anımsatan bir paleti vardır. Işıklı alanları turuncumsu sarı, gölgeleri ise
morla renklendirmiştir (Görsel 1.99).
Hoca Ali Rıza’nın
tek toplu sergisi ölümünden üç yıl sonra Eminönü Halkevinde açıldı. 1958’de
Ankara’da, 1960’ta da İstanbul Belediyesi Şehir Galerisi’nde bazı yapıtları
sergilendi. İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan yapıtları arasında “Üsküdar’dan”,
“Fenerli Sokak Üsküdar” ve “Ağaçlar Arasında Ağıl” sayılabilir. Eserleri
Millî Kütüphanede ve çeşitli müzelerde yer alır.
|
1.4.
Hikmet Onat (1882-1977)
|
1882 yılında İstanbul’da
doğdu. İstanbul Sanayiinefise Mektebinde okudu. 1910 yılında resim üzerine
açılan bir yarışmayı kazanarak Paris Güzel Sanatlar Akademisinde, Fernand
Cormon [Fernand Kormon (1845-1924)] Atölyesinde dört yıl çalıştı. I. Dünya
Savaşı’nın çıkması üzerine yurda döndü ve Nişantaşı Sultaniyesinde
öğretmenlik yapmaya başladı. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti ve kurucuları
arasında yer aldı. 1917’de Viyana ve Berlin’deki Savaş Resimleri
Sergisi’ne katıldı. Hikmet Onat ilki 1969’da Ankara’da, ikincisi 1977’de
ölümünden birkaç ay önce İstanbul’da olmak üzere iki kişisel sergi açtı. 34
ve 35. Devlet Resim Heykel Sergisi’nde ödül kazandı. Kişiliği genellikle
manzara resimlerinde beliren sanatçı, yaşamı boyunca resimde izlenimciliğe
bağlı kaldı. Çoğunlukla İstanbul’un deniz ve kır görünümlerini tercih etti.
Geniş ve enli tuş bireşimlerinden oluşan biçimi ile bir İstanbul portrecisi
olarak anılır. Hikmet Onat, çağdaş resim sanatında üretken bir manzara
ressamı olarak da tanınır. İstanbul’a dönüşünde ilk yaptığı resim Beşiktaş
kıyısındaki sandallardı. Mavna ve yelkenlilerin sulara vurmuş
yansımalarını, Boğaz’ı ve Haliç’i, sandal kümeleriyle süslü kıyıları,
geriye doğru uzaklaştıkça grileşen ve morlaşan bağ ve bahçe görünümlerini
tablolarına geçirdi. Türk resminde Hoca Ali Rıza’nın yoğun biçimde
başlattığı doğa ve İstanbul sevgisini tablolarına yansıttı (Görsel 1.100).
|
Görsel 1.100:
"Sultanahmet’e Bakış", 1963, Hikmet Onat, ?, Tuval Üzerine Yağlı
Boya, Resim
ve Heykel Müzesi, İstanbul
|
Açık hava ressamı olan
Onat’ın portreleri, figürleri ve birkaç figürü bir araya getiren
düzenlemeleri azdır. Geniş fırça tuşları ile, sarı, yeşil, kahverengi ve
mavi tonlarının uyumlu dengesini yakaladı. Kendine özgü bir resim türünün
doğa sevgisi ile bütünleşen örneklerini verdi. İlk ve son sergisini
ölümünden birkaç ay önce açtı. Empresyonist
akımın Türkiye’deki temsilcilerinden olan Hikmet Onat, Türk resim tarihinin
büyük ustalarındandır. Sanat hayatında bir kere sergi açabildi. Bunun
nedenleri şu şekilde açıklanabilir: Hikmet Onat alçak gönüllü, son derece
mütevazı bir kişiydi. Gösterişi ve reklamı sevmeyen bir sanatkârdı. Hikmet
Onat çok az fakat öz konuşurdu. İçine kapanıklığı nedeni ile kendisini
toplumun gürültülü yaşamından uzak tutardı. Hikmet Onat 16 Mart 1977’de,
İstanbul’da öldü.
Önemli eserleri
“Siperde Mektup Okuyan Askerler”, “Salacak’ta Kayıklar” ve “Kız Kulesi”,
“Peyzaj”, “Büyükdere”, “Büyükada”, “Dilburnu”, “Manolyalar”, “Çengelköy”,
“Onat Tekneleri”, “Topkapı Sarayı” ve “İstanbul Peyzajları”dır.
|
1.5.
Nazmi Ziya Güran (1881-1937)
|
Nazmi Ziya Güran, 1881
yılında İstanbul Aksaray’da doğdu. Güran, Hoca Ali Rıza ile tanışarak ondan
resim dersleri aldı ve sanat görüşünü de bu sayede oluşturdu. 1902 yılında
hayalini kurduğu Sanayiinefise Mektebine kaydını yaptırdı. Nazmi Ziya’nin Paris öncesi
resimlerindeki etki, empresyonist bir etki değil Hoca Ali Rıza’nın
etkisidir. 1905 yılında Paul Signac [Pol Signah (1863-1935)] İstanbul’a
geldi. Şeker Ahmet Paşa’nın konuğu olan puantilist (noktacı) ressam Signac
ile tanışan Nazmi Ziya, bu sanatçıdan çok etkilendi. 1908’de Paris’e gitti.
Académie Julian’da (Akademi Culyın) Marcel Baschet [Marsel Başet
(1962-1941)] ve Lionel Royer’ın [Laynıl Royır (1852-1926)] hocalık yaptığı
atölyeye devam etti. Fernand Cormon’un [Fernand Korm (1845-1924)]
Atölyesinde de 1913’e kadar çalıştı. Nazmi Ziya’nın Paris yıllarında, en
ünlü empresyonist sanatçı Claude Monet’ydi [Klod Mone (1840-1926)]. Monet,
resimlerinde boyayı tüpten çıktığı gibi kullanarak değişen ışık kaynağı
altında günün değişik saatlerinde nesnelerin görünümlerini seri fırça
vuruşlarıyla yakalamaya çalışmıştır. Monet’nin bu üslubu Nazmi Ziya’nın
dikkatini çekmiştir. Nazmi Ziya da aynen Monet gibi manzaralarında günün,
haftanın, ayın, yılın belirli günlerini, saatlerini, ışıklarını kullandı ve
bunlardan diziler oluşturdu. Nazmi Ziya’nın neredeyse tüm resimlerinde
gözlenen buğu, durgun denizler, uzak ağaçlar ve hüzünlü yüzler Ahmet Haşim
ve Yahya Kemal şiirlerinden pek çok dizeyi de çağrıştırır. Sanayiinefise
Mektebinde öğretmenlik yaptı. Sanat tarihinde 1914 Kuşağı sanatçıları
olarak anılan ressamların arasında, izlenimciliği resimlerinde en yetkin
şekilde uygulayan kişi olarak Nazmi Ziya Güran gösterilebilir. Nazmi Ziya’nın Fransa
dönüşünde yaptığı “Şezlongda Pembeli Kadın” tablosu Claude Monet’nin ilk
dönem resimlerini anımsatır. Tabloda önce doğayı çalıştığı, sonradan poz
verdirilen kadının yüzü belirsiz olsa da eşi olduğu, bu dönem resimlerinde
başka kadın modele rastlanmadığı söylenebilir. Şezlongun yapısı biraz
problemlidir, nasıl ayakta durduğu anlaşıla mamaktadır. Kadının gölgelerle
bezeli beyaz elbisesinin yumuşak ve sıcak tonları ile zıt resmedilmiş
topuklu siyah ayakkabıları, resmin pastoral ve lirik atmosferini yok
etmektedir. Bu tablo Nazmi Ziya’nın geçiş dönemi yapıtıdır (Görsel 1.101).
|
Görsel
1.101: "Şezlongda Pembeli Kadın", 1915, Nazmi Ziya, ?, Tuval
Üzerine Yağlı Boya, ?
|
19 Haziran 1937 tarihinde
Türkiye’deki ilk retrospektif sergiyi düzenler. Sergi; heykel, resim,
tezyinî sanatlar, afiş ve tarihte Karagöz olmak üzere beş bölümden oluşur.
Batı akımının takipçisi olduğu hâlde yerelliği de elden bırakmamıştır.
Nazmi Ziya 1937’de ölmüştür.
|
2. Çağdaş Türk
Resminin Grup ve Temsilcileri
Osmanlı Ressamlar Cemiyetini
|
Çağdaş Türk resminin
temsilcileri, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra dernek kurma özgürlüğünün
kabul edilmesi üzerine gruplar kurmuşlardır. Batı’daki sanatsal gelişmeleri
benimsemişler ve genellikle aynı anlayışla resimler yapmışlardır. Ressam Ruhi’nin önerisiyle
çoğunluğu Sanayiinefise Mektebinden mezun genç ressamlardan oluşan bir grup
sanatçı, 1909’da Osmanlı Ressamlar
Cemiyetini kurdular. Sami [Yetik (1878-1945)], Şevket [Dağ
(1876-1944)], Hikmet (Onat), İbrahim (Çallı), Ahmet Ziya [Akbulut
(1869-1938),] Ruhi [Arel (1885-1954)], Agah Bey (?-?), Kazım Bey (?-?) ve
Heykeltıraş Mesrur İzzet (1873-1952) bu grubun kurucularındandır.
Cemiyetin üye sayısı daha sonra Feyhaman (Duran), Hüseyin Avni [ Lifij
(1886-1927)], Murtaza (?-?), Mithat Rebii (?-?), Tomas Efendi(?-?), Müfide
Kadri (1890-1912) ve Rıfat (?-?) gibi sanatçıların katılımı ile artmıştır. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti, ülkede Türk ressamların kurduğu ilk
örgüttür ve Sanayiinefise Mektebinden sonra kurulan ikinci sanat kurumudur.
Dönemin sanat ve sanatçı sorunlarına çözüm bulmak amacını taşımıştır. Grup
üyeleri, geniş halk kitlelerine resim sanatını ve sanatçıyı sevdirme
mücadelesi vermişlerdir. 1919’da cemiyetin adı, Türk Ressamlar Cemiyetine
dönüşmüş ve işlevi farklılaşmıştır. Türk Ressamlar Cemiyetinin kuruluşu
ile Osmanlı Ressamlar Cemiyetinin hukuki varlığı sona ermiştir. 1926’dan
itibaren Türk Sanayiinefise Birliği ve 1929’dan sonra Güzel Sanatlar
Birliği adıyla devam etmiştir. 1929
yılında Müstakil Ressamlar ve
Heykeltıraşlar Birlği’nin kuruluşuna kadar ülkedeki tek ressam birliği
olarak faaliyet göstermiştir.
|
|
1914 Kuşağı, Çallı Kuşağı
|
Türk resim tarihinde 1914 Kuşağı, Çallı Kuşağı veya
Türk İzlenimcileri de denen bu grubun
başlıca üyesi İbrahim Çallı’dır (1882-1960) (Görsel 1.102)]. 1914 Kuşağı
sanatçıları Avrupa’dan döndüklerinde izlenimciliği, Türk resmine taşıdılar.
Grubun başlıca ilham kaynağı, İstanbul’un görünümleri olmuştur. 1914 Kuşağı
sanatçılarının asıl ortak yanları izlenimciliktir. Bu izlenimcilik, Batı
izlenimciliğinden oldukça farklıdır. Çallı Kuşağı sanatçıları, Batılı
izlenimcilere oranla daha rahat ve içgüdüsel davranarak, doğanın büyüsüne
kapılıp resimler yaptılar.
|
Görsel 1.102: “Zeybekler”,
1923, İbrahim Çallı, 154x186 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Ankara
Resim ve Heykel Müzesi, Ankara
|
Müstakiller Grubu
|
1929 yılında Müstakiller
Grubu’nun (Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği)
kurulması çağdaş Türk sanatı için önemli bir adımdır. Cevat Dereli
(1900-1989), Şeref Akdik (1899-1972), Mahmut Cuda (1904-1987), Nurullah
Berk (1906-1982), Hale Asaf (1905-1938), Ali Avni Çelebi (1904-1993), Zeki
Kocamemi (1901-1959), Muhittin Sebati (1901-1935), Ratip Aşir Acudoğlu
(1898-1957), Fahrettin Arkunlar (1901-1971) ve Refik Epikman [(1902-1974)
(Görsel 1.103)] Müstakiller Grubu’nu kurdular. Müstakiller Çallı
Kuşağı’nın renkçi tutumunu benimsemelerinin yanı sıra çizgiye, kuruluşa ve
yapısal sağlamlığa öncelik veren resimler yaptılar.
|
Görsel
1.103: “ Hipodrom”, ?, Refik Epikman, 21x31 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
|
D Grubu
|
1933 yılında Zeki Faik İzer,
Cemal Tollu (Görsel 1.104), Nurullah Berk (Görsel 1.105), Elif Naci
(1798-1987), Abidin Dino (1913-1993) ve Heykeltıraş Zühtü Müridoğlu
(1906-1992) bir araya gelerek D Grubu’nu kurdular. Kübist ve inşacı
eğilimlere dayanan ve birbirlerinden farklılık gösteren üsluplar
sergilediler. D Grubu ressamları Çallı Kuşağı’ndan farklı olarak desen,
düzen ve kuruluşa önem verip biçimselliği ön planda tuttular. Bu
özellikleri açısından Müstakiller ile benzerlik gösterirler.
|
Görsel 1.104: “Çoban ve Tiftik Keçileri”, 1955, Cemal Tollu, 90x121 cm,Duralit Üzerine Yağlı Boya, Resim Heykel ve Müzesi, İstanbul
|
Görsel 1.105: “Kahve”, ?, Nurullah Berk, ?, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
|
|
Yeniler Grubu
|
1940’lı yıllarda Yeniler
Grubu’nu Abidin Dino, Selim Turan (1915-1994), Nejat Devrim
(1923-1995), Nuri İyem (Görsel 1.106) ve Avni Arbaş (Görsel 1.107) gibi
sanatçılar kurdular. 1940’lı yıllar, Türk resim sanatında toplumcu gerçekçi
anlayış bakımından önemli bir dönemdir. Halkın sorunlarını, sıkıntılarını,
sevinçlerini ve hüzünlerini konu edinen sanat anlayışını geliştirdiler.
|
Görsel 1.106: “Göç”, ?, Nuri İyem, ?, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
|
Görsel 1.107: “Balıkçılar “, 1973, Avni Arbaş, 74x103 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
|
|
Onlar Grubu’
|
1947 yılında Onlar Grubu’nu
Nedim Günsur (1924-1994), Mustafa Esirkuş (1921- 1989), Leyla Gamsız
Sarptürk (1921-2010), Orhan Peker (1927-1978), Mehmet Pesen (1923- 2012),
Adnan Varınca [(1918-2014) (Görsel 1.108)] ve Turan Erol (Görsel 1.109)
gibi Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesinde yetişen bazı ressamlar kurdular. Bu
ressamlardan bazıları; hocaları Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun leke, çizgi, renk
ve benek biçiminde özetlediği resim anlayışından hareket ile kendilerine
özgü üsluplar geliştirdiler fakat yenilik getirmek gibi bir iddiada
bulunmadılar.
|
Görsel 1.108: “Ankara Bulvarı Kızılay”, 1944, Adnan Varınca, 33x41 cm,Kontrplak Üzerine Yağlı Boya, ?
|
Görsel 1.109: ”İsimsiz” , 1987, Turan Erol, 70x95 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
|
|
3. Çağdaş Türk
Ressamları, Eserleri ve Sanatsal Üslupları
3 Mart 1883’te eğitime başlayan
Sanayiinefise Mektebi, plastik sanatlar öğretiminin gelişimi için atılmış en
büyük adımdır. Bu kurumda sadece erkek öğrenciler eğitim görmüştür. 1914’te açılan İnas
Sanayiinefise Mektebinin başına ilk kadın ressamlarımızdan Mihri Müşfik
getirilmiştir. Bu kurumda yalnızca kızlara eğitim verilmiştir. Sanayiinefise ve İnas
Sanayiinefise okullarının eğitim kadrolarını oluşturan 1914 Kuşağı
sanatçıları, Türk resminde ilk kez resimsel değerler içindeki nü resme yer
vermişlerdir. Mihri Müşfik ve Müfide Kadri (1890-1912) gibi kadın ressamlar
da sanatçı ve eğitimci kimlikleri ile dönemin önemli isimlerindendir.
3.1. Mihri Müşfik (1886-1954)
|
1886’da,
İstanbul’da doğdu. Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını başlatan ilk kadın
ressamdır. XIX. yy.da, Fransa’da ortaya çıkan ve hemen hemen bütün sanat
dallarını ve özellikle resmi etkileyen empresyonizm, Mihri Müşfik’in
birkaç eserinde görülse de bu akımın eserlerinin tamamına hâkim olduğu
söylenemez. Güçlü bir akademik desen bilgisi ve tekniğine sahip olan Mihri
Müşfik, eserlerinde genel olarak portre ve natürmort konularına yer
vermiştir (Görsel 1.110).
|
Görsel 1.110: “Demir Turgut Portresi”, ?, Mihri Müşfik, 61x47 cm, Kâğıt Üzerine Pastel Boya, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Heykel Müzesi, İstanbul
|
Görsel 1.111: “Otoportre”, 1912, Mihri Müşfik, 98,5x61 cm,Tuval Üzerine Yağlı Boya, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Heykel Müzesi, İstanbul
|
|
1915’te Tevfik Fikret’in
ölümü üzerine yüzünün kalıbını alarak heykelini yaptı. Bu, Türkiye’de
yapılan ilk mask çalışmasıdır. Sanatçı, bilinen birkaç figürlü manzara
resmi çalışmıştır. Özellikle dönemin zengin ve aydın kesime mensup
kadınlarının portrelerini yapmıştır. Ayrıca natürmortlarıyla da tanınır.
Konu seçimi bakımından çeşitlilik gösteren sanatçı; duyarlı ve ayrıntıcı
yaklaşımını, insan anatomisine hâkimiyetini ve güçlü tekniğini bütün
eserlerinde yansıtır. Karşıt renkleri son derece başarılı kullanabilen
sanatçı, renk armonileri oluşturmuştur ve genellikle doğal ve yumuşak
tonları tercih etmiştir (Görsel 1.111).
|
3.2. Hale Asaf (1905-1938)
|
1905’te, İstanbul’da doğdu.
Cumhuriyetin ilk Türk kadın ressamlarındandır. 1919’da Roma’da, ressam
teyzesi Mihri Müşfik Hanım’ın yanında resim çalışmaya başladı. 1931 yılının
sonlarında Paris’e gitti. Burada daha önce hiçbir Türk sanatçısının sahip
olmadığı bir kararlılık ile herhangi bir akıma bağlı kalmamak için çaba
gösterdi. Hale Asaf, sanat yaşamı
boyunca araştırmacı bir tavır sergilemiştir. Başlangıçta konstrüktif bir
desen anlayışını benimsemiş ve bu anlayış Alman dışa vurumculuğuyla
birleşmiştir. Hale Asaf, Henry Matisse’in [Henri Matis (1869-1954)]
ilkelerini benimsemiş ve resimlerinde kullanmış bir sanatçımızdır. Matisse,
ışık-gölge geriliminin yarattığı etkiyi kontrast renkleri kullanarak
yaratmayı başarmıştır. Hale Asaf da renklerin kontrast kullanımını,
biçimlerin ayrıntıya girilmeden verilmesini ve az renk kullanımını
tablolarında vurgulamıştır (Görsel 1.112).
|
Görsel 1.112: ”Bursa”, ?,
Hale Asaf, 60,5x41,5 cm,Tuval
Üzerine Yağlı Boya, Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul
|
Sanatçının Paris’teki ilk
yıllarında geç kübizm kaynaklı araştırmaları ve uygulamaları olmuştur. Bu
anlamda, geç kübizmi aslında kübizm kaynaklı olan Art Déco’nun (Art Deko)
kıvrımlı hatları ve 14 yaşından beri öğrendikleriyle birleştirerek bir
sentez oluşturmuştur. Böylece kendine özgü bir sanat anlayışı
geliştirmiştir. Sanatçının günümüze ulaşabilen sınırlı sayıda çalışması
vardır.
|
3.3. Turgut Zaim (1906-1974)
|
1906’da, İstanbul’da doğdu.
Turgut Zaim, küçük yaşlarda resme yönelmiştir. Sanayiinefise Mektebinde
bulunan İbrahim Çallı Atölyesindeki yedi yıllık öğrenimi süresince İstanbul
dışına pek çıkmamıştır. Anadolu imgesinin kafasında yarattığı duyguların
etkisiyle Anadolu yaşamına çok ilgi duymuştur. O yıllarda edebiyat alanında
moda konular olan memleketçilik anlayışının zihninde yarattığı imajlar, onu
Anadolu sevgisine ve memleket aşkına yöneltmiştir. Anadolu ve özellikle
Doğu kültürünü tanımak için sık sık Topkapı Sarayı’na giderek eskiz çalışmaları
yapmıştır. Turgut Zaim kendisini Batı tarzında eğitim alan ve resim yapan
bir ressam olarak görmemiş, millî bir resim sanatı yaratmak istemiştir.
Zaim’in bu yönelişi Batı estetiğinden uzak, yerli konuları seçen ve halk
resimlerini hatırlatan, minyatürvari çalışmaları ile kendi üslubunu
oluşturmasına katkı sağlayan bir yaklaşım olmuştur.
Turgut Zaim, Avrupa resminin öykünmeciliğine karşı Anadolu ve Türk
kültürüne özgü bir resim tekniği geliştirmek amacında olan önemli
ressamımızdır. Anadolu halk resminden ve minyatür geleneğinden yola çıkarak
gerçekleştirdiği çok figürlü kompozisyonlarında evrensel bir anlatıma
ulaşmaya çalışmıştır (Görsel 1.113).
|
Görsel
1.113: “Erciyes”, 1939, Turgut Zaim, 40x30 cm, Kâğıt Üzerine Guaj Boya,
Özel Koleksiyon
|
Turgut Zaim’de konusal
ilişkileri aşan yöresellik, üslup açısından ve teknik açıdan da bu
yöreselliği bütünleyen daha kapsamlı bir anlayışta biçimlenmiştir. İlk
bakışta minyatürleri akla getiren bu anlayış; figürlerin ve nesnelerin
ışık-gölge kavramına açık görünümleri, boşluk içinde yer alan sağlam
konumları ile geleneksel tasvir kalıplarının dar sınırını aşarak doğa ve
çevre gözlemine öncelik veren tutumu ile gerçekçi bir tabana oturur. Bu
gerçekçi anlayış bir yandan da iyimserlik ve mutluluk mesajına ağırlık
verir.
|
3.4. Bedri Rahmi Eyüboğlu (1911-1975)
|
1911 yılında, Görele’de doğdu.
Çalışmalarında Anadolu etkisi yoğun olarak hissedilen Bedri Rahmi Eyüboğlu,
1941’de Çorum’a gitti. Bu dönem resimlerinde köy manzaraları, köy
kahveleri, faytonlu yollar ve iğde dalı takmış gelinler gibi Anadolu’ya
özgü görünümler egemendir (Görsel 1.114)
|
Görsel 1.114: “Han Kahvesi”, 1973, Bedri Rahmi Eyüboğlu, 39x39 cm, Tuval Üzerine Akrilik,Sabancı Üniversitesi Sanat Eserleri, İstanbul
|
Görsel 1.115: “Sarı Saz”, 1966, Bedri Rahmi Eyüboğlu, 183x122 cm, Tuval Üzerine Karışık Teknik,Resim Heykel Müzesi, Ankara
|
|
Özellikle Tophane, Karabaş,
Fındıklı, Fenerbahçe ve Süleymaniye semtlerini can alıcı renkler ve
hareketli fırça darbeleri ile resmetti. Yaptığı resimlerde Henry Matisse ve
Raoul Dufy’nin [Raul Dafi (1877-1953)] yanı sıra halk sanatının etkileri de
görünür. Bedri Rahmi Eyüboğlu, az malzeme ile çok şey anlatma sanatı olarak
nitelendirdiği Türk el sanatlarının gündeme gelmesini sağladı. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
sanatı, yaşamından bir kesittir. Bu sanatı besleyen de sevgi, aşk ve
dostluk olmuştur. Bedri Rahmi Eyüboğlu yaptığı her şeyi severek yapmıştır.
Onun yaşam ve sevgi ile sanatı birleştirmesi daima en cesur çıkışları
yapmasını sağlamıştır. Ressam ile özdeşleşen ebabil kuşu, Hitit motifi,
ana, Anadolu anahtarı, babatomi ve balık formları gibi motifler; sulu boya,
guaj boya ve çini mürekkebi gibi farklı tekniklerin birleşimi ile yeniden
anlamlanmıştır. Yaşayan Türk halk kültürünün önemini ve değerini kavrayan ilk
sanatçılarımızdan biridir. Geleneksel Türk el sanatlarından seçtiği
motiflerle Anadolu nakışları, dokuma, kilim ve yazma motiflerini özgün bir
üslup ile kaynaştırarak çağdaş resimsel teknikler ile yorumlamıştır (Görsel
1.115). Türk resim sanatında Bedri Rahmi, Türkiye’de sanata dair farklı düşünceleri
ile en önemli isimlerin başında gelir. Eğitimciliği, yazarlığı ile
resimden mozaiğe, mozaikten duvar resmine, vitraydan cam yüzeyine ve
seramiğe kadar uzanan malzeme çeşitliliği ile eserler üreten sanatçıdır.
Türk resim sanatında başlı başına bir ekoldür.
|
3.5. Zeki Faik İzer (1905-1988)
|
1905’te, İstanbul’da doğdu.
Sanata ilgi duyan bir ailede yetişen sanatçı, küçük yaşta desen çizmeye
başladı. İbrahim Çallı’nın öğrencisi olarak Mimar Sinan Üniversitesi Çallı
Atölyesinde eğitim gördü. Zeki Faik İzer, 1950’li
yıllarda figür soyutlamasına dayanan eserler yaptı. 1960’lı yıllarda
yaptığı soyut kompozisyonlar, renkli ve hareketli fırça tuşlarının
oluşturduğu soyutçu bir dinamizmden kaynaklanır. Bu dönemde, lirik tarzda
soyutlamaya dayanan nonfigüratif bir anlayışa yöneldi. Bu resimler, çizgi
ve leke değerinin ön plana çıktığı hareketli ve dinamik fırça vuruşları
ile tanımlanan renkçi çalışmalardır. İzer, resmin her türlü teknik ve
malzeme olanaklarından yararlanmayı ve araştırmayı seven bir sanatçıdır. Zeki Faik İzer, renkçi ve coşkulu
bir üslup benimsedi. Zeki Faik İzer’in bu tutumu, geç dönemde benimsediği
soyut resimleri için geçerli olmuştur. Figür, bu resimlerde zaman zaman ön
plana geçen etkisini bütünü ile yitirir; kimi yerde de soyutlayıcı bir
anlayışın hizmetine girer. “İmparator Konçertosu” ve “Sultanahmet
Camisi’nin Camları” (Görsel 1.116) gibi tabloları bu anlayışın en belirgin
örneklerindendir. Zeki Faik İzer,Türk resminin soyut lirik ressamı olarak
resim tarihimizde derin bir “iz” bıraktı.
|
Görsel
1.116: “Sultanahmet Camii’nin Camları”, 1957, Zeki Faik İzer, 120x170 cm,
Tuval Üzerine Yağlı Boya, Resim Heykel Müzesi, İstanbul
|
3.6. Ferruh
Başağa (1914-2010)
|
1914’te, İstanbul’da doğdu.
1935’te İstanbul Güzel Sanatlar Akademisine girdi. Agop Arad (1914-1960),
Abidin Dino, Avni Arbaş (1919-2003), Fethi Karakaş (1919-1977) gibi
sanatçılarla Yeniler Grubu’nu kurdu. Grubun 1941 yılında açtığı
sergiye katıldı. Zamanla grubun benimsediği toplumsal gerçekçilik anlayışından
uzaklaşarak soyut akıma yöneldi. 1980 yılında geometri ile ilgilenmeye
başlayan ve “Geometri bir problemdir. Ben problem dışına çıkarak
geometrinin estetiğini aradım.” diyen sanatçı, “geometrinin sonsuz estetik
olasılıkları”nı keşfetmeyi sürdürdü. 1990 sonrası eserlerinde, iç içe geçen
değişik renk ve boyutlarda üçgenler ile daha geometrik formlu yaklaşımlar
yer alır. Sanatçının uyumlu bir geometrik düzene, düz ve eğimli çizgilerin
dengeli kompozisyonuna bağlı çalışmaları, doğa kökeni ile bağlarını soyutçu
bir eğilim çerçevesinde canlı tutan bir anlayışın ürünleridir (Görsel
1.117).
|
Görsel
1.117: “Kuşlar”, 2007, Ferruh Başağa, 95x125 cm, Kâğıt Üzerine Baskı, Özel
Koleksiyon
|
Ferruh Başağa, genellikle her
resim için tek bir renk seçmiştir. Sanatçının eserlerinde ince ve duru bir
duyarlık ile kurguladığı üçgen formların sivrilen uçları, birbiri ardından
ve birbiri içinden gelişerek yükselmekte; ön planda daha koyu ve belirgin
olan biçimler, arka planlarda giderek saydamlaşmakta ve yeni bir boşluk
derinliği etkisi yaratmaktadır. Sınırsızlık, süreklilik izlenimi vererek
gizemli bir atmosfer oluşturmaktadır. Sanki yer çekiminden kurtulmuş bir
dünyada geometrik formlar üzerindeki gizli ışığa dönüşmekte, bu ışıklı
çizgiler uyum içinde toplanıp dağılarak varlıklarını sürdürmektedir.
|
3.7. Burhan
Doğançay (1929-2013)
|
Burhan Doğançay, 1929 yılında doğdu. Sanat eğitimini ilk
olarak babasından ve tanınmış ressam Arif Kaptan’dan (1905-1982) aldı. Doğançay’ın incelediği,
belgelediği, üzerinde düşündüğü duvarlar onun sanatının başlıca kaynağı ve
ana çıkış noktasıdır. Duvar yüzeyine yazılmış bir yazı, yapılmış bir resim,
yapıştırılmış afişler ve bunların iç içe geçen görünümleri Doğançay’ın
sanatının görsel, estetik ve düşünsel çıkış noktasıdır. Bu çalışmaları,
farklı teknik ve malzeme olanaklarını ya da anlatım biçimlerini kullanarak
çeşitlendiren sanatçı, değişik dönemlerde gerçekleştirdiği resim dizileri
ile dikkat çeker (Görsel 1.118).
|
Görsel
1.118: “Mavi Senfoni”, 1987, Burhan Doğançay, 162x285 cm, Tuval Üzerine
Karışık Teknik, Özel Koleksiyon
|
3.8. Turan Erol (1927-...)
|
1927’de, Milas’ta doğdu. 1951 yılında, İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi Resim Bölümü Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesinden mezun
oldu.
Turan Erol, esas itibariyle soyutlama esaslı bir çerçevede dış dünya
gerçekliğini betimleme çabası içindedir. Doğa görünümleri sanatçının
neredeyse tüm sanat yaşamının ortak paydasıdır. Manzara ağırlıklı
kompozisyonlarda lekeci-soyut nitelikleri öne çıkan boyasal bir tavrın
egemenliği hemen hissedilir. Ayrıca beyaz ağırlıklı renkçi bir yaklaşımın
bu üslubu geliştirdiği görülür. Gecekondu görünümlerinin sağladığı dinamik
ve geçişken renk değerlerini, Batı Anadolu’nun kıyı kasabalarını yansıtan
dingin manzaralar ile ustaca birleştirir (Görsel 1.119). Turan Erol,
boyasal niteliğini koruyan dinamik fırça ve leke değerleri ile zengin bir
görsellik sunar. Nereye ait olduğu artık çok önemli olmayan bu manzaralar,
kompozisyonları ile içimizi ısıtan lirik bir söylemle kuşatılmış gibidir.
XX. yüzyılın ikinci yarısında önemini yitirmiştir. Turan Erol’un özgün
üslubuyla yaptığı resimler, manzara resim türünün niteliğini belgeleyen
önemli örneklerdir.
|
Görsel
1.119: ”Bodrumdan”, ?, Turan Erol, 50x65 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Özel
Koleksiyon
|
3.9. Neşe Erdok
(1940-...)
|
Resim yapmaya ortaokul yıllarında, ağabeyinin boyaları ile
küçük natürmortlar yapmayı deneyerek başlamıştır. İstanbul Devlet Güzel
Sanatlar Akademisi Resim Bölümü Neşet Günal Atölyesinden mezun oldu. Neşe Erdok, resimlerinde
figüratif çalışmayı tercih eden bir ressamdır. Bu figürleri acıları, kederleri
ve içinde bulundukları ruh hâlleri ile tuvale yansıtır. Resimlerindeki
insanların yüz ifadelerinde derin bir keder görülür. Resimdeki bireyler
psikolojik boyutları, bakışları, yüz ifadeleri ve portre boyutlarında
yansıyan karakterleri ile görülürler. Neşe Erdok’un resimlerindeki
bireyler, psikolojik hâllerini ön plana çıkaran anlatımcı bir üslup ile
tuvallere yansır. Figürlerindeki çizgiler klasik ve soyut resim karışımı,
ölçülerde aşırıya kaçmayan deformasyonlar şeklindedir. Bir kent ressamı olan Neşe Erdok, en alt ve en üst tabakadan kent
insanlarının resimlerini yapmıştır. Eserlerinde kent yaşamında rastlanılan
simitçi, seyyar satıcı, kediler, sokak çocukları vb.nin deforme olmuş
hâllerini, ifadelerini, vücut hatlarını ve ilginç psikolojik duruşlarını
resmeder (Görsel 1.120).
|
Görsel
1.120: “Portre (Ali Kemal)”, 1991, Neşe Erdok, 180x147cm, Tuval Üzerine
Yağlı Boya, Özel Koleksiyon
|
3.10. Şükriye Dikmen (1918-2000)
|
1918 yılında, İstanbul’da
doğdu. 1940 yılında Feyhaman Duran’ın teşviki ile Güzel Sanatlar
Akademisinin orta kısmına kayıt yaptırdı. Resimlerindeki kadın imgesi de
kendine has yorumu ile şekillenmiş çağdaş kadın tiplemelerinden oluşur.
Resimlerinin tümünde gözlemlenebilen yalınlık kavramı, Dikmen’in sanatının
belirgin özelliklerindendir. Sanatçının kadın figürleri ve çok sayıdaki
portrelerinin yanı sıra Türkiye’den ya da yurt dışından resmettiği manzaraları
ile yöresel Türk kültürü motiflerini anımsatan çarpıcı natürmortları da
dikkat çekmektedir. Değindiği temalar yönü ile son dönemlerinde
soyutlamalara ağırlık veren sanatçının sade anlatım unsurlarını
değiştirmeden sürdürdüğü söylenebilir. “Amerika’dan Yol” isimli
çalışmada sanatçı, yine yalın ve soyutlamaya yönelik bir anlatım dilini
tercih etmiştir. Temel renk seçimleri ile oluşturulan zıtlık ile sadelik
anlayışı desteklenirken, mavi bir fon üzerinde yer alan ağaç silüetleri
ile yeşil zemin üzerine yerleştirilmiş yol arasında ilginç bir karşıtlık
göze çarpmaktadır. Kompozisyonu oluşturan unsurları çevreleyen konturlar
oldukça belirgindir (Görsel 1.121).
|
Görsel 1.121: “Çiçekler”, 1985, Şükriye Dikmen, ?,?
|
Dikmen’in resimleri,
yalınlaştırılmış iki boyutlu biçimler ile kurulan kompozisyonlardan
oluşur. Saf renkler ile bazen mat bazen parlak olan yüzeysel boyamaların
saydam ve ince olduğu görülür. Dikmen’in eserlerinde ışık-gölge oyunlarına
başvurulmadan açık, sade ve katı bir anlatım vardır. Sanatçının eserlerinde
öğrencisi olduğu Fernand Leger’nin [Fernand Leje (1881-1955)] anlayışından
etkiler de sezilir.
|
3.11. Sabri Berkel (1907-1993)
|
1907’de, Üsküp’te doğdu.
1939’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde çalışmakta olan Leopold Lévy’in
[Lepod Leviy (1882-1966)] isteği üzerine Güzel Sanatlar Akademisi Gravür
Atölyesi asistanlığına atandı. 1951’de “Kubbeler I-II” ve “Kedi” adlı
yapıtları ile soyut resme başladı. Sabri Berkel’in “Yoğurtçu”, “Mimar
Sinan” ve “Simitçi” (Görsel 1.122) adlı yapıtları soyut sanat anlayışını
belgeler. Bu resimler daha özgür bir soyutçuluğa yöneldiği 1970’li yıllara
rastlar. Büyük bölümü akrilik boya ile yapılmış bu resimlerde tekrarlı
soyut motifler, yalın biçimsel şemalar ve düz rengin ağırlık kazandığı
geometrik düzenlemeler görülür. Sabri Berkel soyutlamayı yaparken doğa ile
mesafelidir. Kullanılan her çizgi ve renk öylesine kompoze edilmiştir ki
birinin yeri değişse denge tümüyle bozulur. Sabri Berkel’in bu titizliği ve
mükemmel matematiği tüm eserlerinde görülür. Resmi iki boyutlu bir düzlem
olarak algılayan sanatçı, derinlikle ilgili kaygılarını sanatına
yansıtmıştır.
|
Görsel 1.122: “Simitçi”,
1955, Sabri Berkel, 163x92 cm,Tuval
Üzerine Yağlı Boya, Resim Heykel Müzesi, İstanbul
|
3.12. Nuri İyem (1915-2005)
|
1915’te, Aksaray’da doğdu.
Türk resim sanatında gözün delici ve benzersiz yoğunluktaki anlatım gücüne
en fazla duyarlılık gösteren ressamdır. Nuri İyem; yaşam deneyimi, gözlem
birikimi, sentezlenmiş bilgileri ve izlenimleri arttıkça kadın simasının
yumuşaklığı ile kuvvetli, iri, umut ve çığlık dolu haykıran gözlerde
ustalaşmıştır. Dönemin sanat anlayışında
önemli bir yer tutan köy yaşamı ve köylü kadınları, ressamın tuvalinde
anıtlaşarak resmedilmiştir. Çocukluğunun geçtiği Mardin köylerinden
hafızasında kalan görüntüleri resimlemeye başlayan İyem, yeniden figüratif
resme dönerek kendine özgü bir tarz yaratmıştır (Görsel 1.123).
|
Görsel 1.123: ”Gün
Başlıyor Kondularda”, 1998, Nuri İyem, 50x45 cm,Tuval
Üzerine Yağlı Boya, Özel Koleksiyon
|
Genellikle kırsal kesim
kadınının çileli hayatını, şehre göçenlerin varoşlardaki yaşam
mücadelesini, gecekondu kadınlarını betimlemesine rağmen bazen de kentli
kadınların yaşamlarından kesitler sunar. Tuvalde ön planda anıtlaşan bu
kadın portreleri; arka planda kalan yaşadığı coğrafya, ev, komşuları,
kuması ve çocukları gibi yaşam öyküsünü oluşturan pek çok nesnel değerle
özdeşleşir. İkili, üçlü ve kalabalık kadın kompozisyonları ile farklı
yönlere bakan kadın portreleri tuval yüzeyinde yaratılan derinlik ve
zenginlik içinde betimlenir.
|
3.13. Ahmet Yakupoğlu (1920-2016)
|
1920 yılında, Kütahya’da
doğdu. Akademide Feyhaman Duran’ın atölyesinde eğitim aldı. Ahmet
Yakupoğlu’nun belli başlı konuları; camiler, türbeler, tarihî evler, eski
sokaklar, bazı önemli kişilerin portreleri, özellikle Kütahya ve civarının
doğal güzellikleri, değirmenler ve çağlayanlardır (Görsel 1.124). Ahmet Yakupoğlu’nun
tablolarındaki renk özellikleri kadar ışık ve gölge oyunları da son derece
başarılıdır. Sanatçının çok renkli bir paleti vardır. Yakupoğlu, geleneksel
Türk süsleme sanatları ile ilgilenir. Süheyl Ünver’den tezhip ve minyatür
dersleri alır. Özellikle minyatür sanatı ile ilgilenir. Geleneksel çizgiyi
sürdüren Ahmet Yakupoğlu, önemli çalışmalar ortaya koyar.
|
Görsel
1.124: ”Kütahya”, 1952, Ahmet Yakupoğlu, ?, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
|
3.14. Süleyman Saim Tekcan (1940-...)
|
1940’ta, Trabzon’da doğdu.
Gazi Eğitim Enstitüsünü 1968 yılında bitirdi. İstanbul’un şehir
manzaraları, şehrin topoğrafik görüntüsü, anıtlar, camiler, sokaklar ve
limanlar birçok sanatçının gravürlerinin konusunu oluşturur. Süleyman
Tekcan yapıtını oluştururken temel aldığı doğa-malzeme ve bu ikilinin
birleştiği teknik-tema olgularını her zaman yeni arayışlar ile olumlu
deneyimlere dönüştürür. Süleyman Saim Tekcan’ın
yapıtlarında temel aldığı ana unsur, zamanın derinliklerine gömülen Anadolu
tarihinin farklı dönemlerine ait imgelerdir (Görsel 1.125).
|
Görsel
1.125: ”Atlar ve Hatlar”, 1992, Süleyman Saim Tekcan, ?, Gravür, Özel
Koleksiyon
|
4.
1950 Sonrası Türk Resminde Bireysel Eğilimlerin Oluşmasındaki Etkenler 1950 öncesinde çok
partili sisteme geçiş, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile sanatçı ve eser
bağlamında Batı’ya seyahatlerin serbest bırakılması gibi durumlar 1950
sonrası Türk resminde bireysel eğilimlerin oluşumunu olumlu etkilemiştir. Bu
durum özgür bir ortam oluşturmuş ve sanatçıların bireysel eğilimlere
yönelmesinin önünü açmıştır.
Avrupa’ya sanat
eğitimi için giden genç ressamlar, eğitimlerini tamamlayarak yurda dönmüşlerdir.
Önce gruplar hâlinde daha sonra da bireysel çalışmaları ile Türk sanatının
çağdaşlaşması yolunda önemli adımlar atmışlardır. Sosyal, politik ve
ekonomik ilişkiler açısından dünyaya yön veren II. Dünya Savaşı ile
Türkiye’de çok partili sisteme geçiş, Türk sanatını da çağdaşlaşma sürecinde
oldukça etkilemiştir. Türk resminde çağdaş üslup arayışlarının ikinci
aşamasını Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneğinden (Müstakiller)
sonra D Grubu üyeleri oluşturur. D Grubu üyelerinin özgür ve bağımsız
çalışma disiplinleri kendi kimliklerini bulmalarında önemli bir etken
olmuştur.
1945 yılında,
Türkiye’de Millî Şeflik Dönemi (1938-1950) sona ermiş ve çok partili demokratik
sisteme geçilmiştir. Batı ile olan temaslar daha da yoğunlaşmış ve
iletişimdeki hızlı gelişme sonucu sanatçılarımızın daha özgür eserler üretme
eylemleri oluşmaya başlamıştır.
1950’den itibaren
Batı ile politik ve ekonomik ilişkiler artmış ve bu durum kültürel etkileşimi
de beraberinde getirmiştir. Türkiye’de sanat üretiminin hızla soyut sanata
yöneldiği gözlenmiştir. Bu dönemde, sanatçıların Batı sanat akımlarından
etkilendikleri ancak Batılı sanatçılara öykünmelerinin azaldığı ve kişisel
arayışlara yöneldikleri görülmüştür. Türk resminde 1950’lerden sonra
başlayacak olan bireysel üslup arayışlarının temellerini “Müstakil Ressamlar
ve Heykeltıraşlar Birliği”, “D Grubu”, “Yeniler Grubu” ve “Onlar Grubu”
atmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile ülkedeki rejim
değişikliğinin getirdiği yenilikler, sanatçıların tablolarına da yansımıştır.
1947 yılında D
Grubu bireysel üslup arayışlarından dolayı dağılmıştır. Bu bireyselleşme
sanatın çağdaşlaşma sürecini hızlandırmıştır. Genç sanatçıların yurt dışına
rahat seyahatleri, Batı sanatını yakından takip etmelerini sağlamıştır.
Dolayısıyla Türk resminde 1950’li yıllarda, Batı’da etkin olan kübizm sanat
akımı etkili olmuştur. Bu çalışmalar Türk sanatına çağdaş bir kimlik
kazandırmıştır.
II. Dünya
Savaşı’ndan sonra ikinci bir ulusal sanat arayışı ortaya çıkmıştır.
Başlangıçta geleneksel değerleri reddeden “D Grubu” sanatçıları, görüş
değiştirerek minyatür ve hat gibi geleneksel sanatların izlerini yeni bir
teknik anlayış ile yorumlamaya yönelmişlerdir. Nurullah Berk minyatür
soyutlamaları üzerinde yoğunlaşmıştır. Cemal Tollu (1899-1968) ise Anadolu uygarlıklarına
ilişkin gözlemleri sonucunda Hitit kabartmalarını esin kaynağı olarak seçmiştir.
Zeki Faik İzer soyut renk lekelerinin gizemli ve görsel algılarına ağırlık
vermiş, taşist (lekeci) nitelikli resimlere yönelmiştir. Elif Naci
kaligrafiden hareket ederek büyük harf formlarını tuvallerine aktarmıştır.
Dolayısıyla kübizmin savunucusu olarak sanat arayışlarına başlayan “D Grubu”
üyeleri, 1947’den itibaren bireysel olarak ayrı ayrı biçimsel üslup
arayışlarına yönelmişlerdir. 1950’li yıllarda sanatçılar
bireysel çabaları ile geleneksel motiflerimizi yorumlayarak özgün değerlere ulaşmaya
çalışmışlardır. Resimsel temalar sanatçıların iç yaşantılarına ve kişisel
tercihlerine göre seçilmiştir. Yerel-ulusal kültüre ilişkin değerler ise
evrensel değerler karşısında ağırlık kazanmıştır. 1950 sonrası çağdaş Türk
resim sanatı, figüratif sanat ve soyut sanat üzerine yoğunlaşmıştır.
1960’lı yıllarda Türk resminde Mavi Grup adıyla yeni bir grup
kurulmuştur. Burhan Uygur (1940-1992), Tülay Tura (1936-...), Devrim Erbil,
Sarkis (1938-...) ve Altan Gürman (1935-1976) bu grubun üyeleridir. Bu
dönemin sanatçıları Ömer Uluç [(1931-...) (Görsel 1.124)], Özdemir Altan
(1931-...), Erol Akyavaş, Fethi Arda (1934-...) ve Adnan Çoker
(1927-...)’dir.
Görsel
1.126: İki Gemi ”, 1982, Ömer Uluç, ?, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Lucette ve
Mustafa Taviloğlu Koleksiyonu
|
Görsel
1.127: “Soyut”, 1965, Sabri Berkel, 24,5x19 cm, Karışık Teknik, Özel
Koleksiyon
|
Görsel
1.128: “Kuşlar”, 2005, Ferruh Başağa, 88x71 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya,
İ. Metin Bener Koleksiyonu
|
1960’tan sonra soyut resim çalışmalarında eski Türk geleneklerini
canlandıran eserler oluşturulmuştur. Sabri Berkel (Görsel 1.127), Abidin
Elderoğlu, Elif Naci ve Ferruh Başağa bu dönemin önemli sanatçılarındandır. Ferruh Başağa (Görsel 1.128), Zeki Faik
İzer, Sabri Berkel, Halil Dikmen (1906-1964), Şemsi Arel (1906-1982),
Ercüment Kalmık (1909-1971), Nuri İyem, Adnan Çoker, Cemal Bingöl
(1912-1993), Adnan Turani, Lütfi Günay (1924-...) ve Cemil Eren (1927-2016)
soyut resmin çeşitli anlayışlarını temsil etmişlerdir.
Cumhuriyet Dönemi
ve sonrası Türk resim sanatını daha iyi kavrayabilmeniz için bu döneme ait tarih şeridini sınıfta
birlikte hazırlayacağınız. Geçmişten günümüze meydana gelmiş tarihsel
olayların kronolojik sırası ile belirlenip üzerine işlendiği şeride tarih
şeridi denir.
Tarih şeridini
hazırlarken aşağıdaki yolları
izleyebilirsiniz.
• Tarih şeridini
yapacağınız karton, cetvel, makas, tıpkıbasım görseller ve yapıştırıcı gibi
malzemeleri hazırlayınız (Tarih şeridini istediğiniz boyutta
tasarlayabilirsiniz.).
• Tarih şeridini
hazırlamadan önce not alarak kâğıt üzerinde planlamanızı yapınız.
• Seçtiğiniz tarih
aralığı ile ilgili araştırma yapınız.
• Seçtiğiniz tarih
aralığı ile ilgili kronolojik sıralama yapınız.
• Seçtiğiniz tarih
aralığı ile ilgili bir başlık bulunuz.
• Seçtiğiniz
aralığın başlangıcını ve bitişini gösteriniz.
• Önemli olayları farklı renkler ile
gösteriniz. 5. Türk Resminde İstiklal
Savaşı’nı Konu Alan Ressamlar ve Eserleri
Resimler aracılığı ile millî şuur
kazanabilmek için İbrahim Çallı, Namık İsmail ,Nazmi Ziya Güran ,Refik
Epikman ,Ali Cemal ve Feyhaman Duran gibi sanatçıların “Atatürk ve İstiklal Savaşı”
konulu resimlerini inceleyelim.
|
“Türk
Topçularının Mevziye Girişi”, 1917, İbrahim Çallı, 180x270 cm, Tuval Üzerine
Yağlı Boya, Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi, İstanbul
|
“Son
Mermi”, 1917, Namık İsmail, 144x203 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Devlet Resim ve Heykel Müzesi,
Ankara
|
“Mustafa
Kemal Paşa”, 1925, Nazmi Ziya Güran, 147x97 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve
Heykel Müzesi, İstanbul
|
“Vatan
Emredince”, 1918, Namık İsmail, 106x138 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Devlet
Resim ve Heykel Müzesi, Ankara
|
“Atatürk
Meclis’te Konuşuyor”, ?, Refik Epikman, 100x145 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Kurtuluş
Savaşı Müzesi, Ankara
|
“Osman Çavuş”, ?, Feyhaman Duran,
?, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
|
“Yaralı Asker”, 1917, İbrahim Çallı,
192x87 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Kurtuluş Savaşı Müzesi, Ankara
|
“Biraz Su/Yaralı Düşman
Askerine Yardım Eden Türk Askeri “, Ali Cemal (1881 – 1939),
|
“Milli Mücadele “, 1917, Sami
Yetik (1878 – 1945),
|
“Silah Arkadaşları (Yaralı
Asker) “, Ali Avni Çelebi (1904 – 1993),
|
“İstiklal Savaşı’nda Mermi
Taşıyan Kadınlar “, 1933, Halil Dikmen (1906 – 1964),
|
“Mekkare Erleri “, 1935, Zeki
Kocamemi (1901 – 1959),
|
“Karagün ve Akgün “Hüseyin Avni
Lifij (1886 – 1927),
|
“Askerler “, Mehmet Ruhi Arel
(1880 – 1935),
|
“Borazancı “, Ali Sami Boyar
(1880 – 1960),
|
Türk resim sanatının bu döneminde
yapılan resimler, sanatçı ile toplumun kaynaşmasının sonucu olarak düşünülebilir.Birlikte
İbrahim Çallı’nın “Türk Topçularının Mevziye Girişi” adlı eserini inceleyelim.
Bu dönemde sanatçıların millî şuurla yaptıkları resimlerde Türk halkının
onurlu mücadelesini farklı üsluplarla anlatmışlardır. Türk milleti ve
ressamları için vatan sevgisi ve bağımsızlık vazgeçilmezdir. Aşağıdaki okuma
parçasını okuduktan sonra biz de bu konuyla ilgili röprodüksiyon yada özgün çalışmalar
yaparak uygulama sürecini tamamlayalım.
|
OKUMA
PARÇASI
VATAN SAVUNMASINDA ŞEHİT OLAN
KAHRAMANLAR
Kayserili Kübra Doğanay ile hemşehrisi Cennet Yiğit, çocukluk
arkadaşıydılar. Kayseri Güzel Sanatlar Lisesinde aynı sınıfta okudular ve
liseden mezun oldular. Mezun oldukları yıl, ikisi de Gazi Üniversitesi Gazi
Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Resim Öğretmenliği Bölümünü kazandılar. Kübra
Doğanay, ikinci bir özel yetenek sınavını kazanarak Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık Bölümüne geçiş yaptı. Kübra Doğanay ve Cennet
Yiğit, üniversite son sınıftayken hayallerindeki meslek olan polislik için
akademi sınavına girdiler. Sınavı iyi bir dereceyle kazandılar. Kübra Doğanay
İstanbul Şükrü Balcı Polis Meslek Yüksekokulundan; Cennet Yiğit ise Ankara
Polis Akademisinden mezun oldular. Cennet Yiğit ile Kübra Doğanay, vatana ve polislik
mesleğine duydukları sevgilerinden dolayı özel harekât bölümünü seçtiler.
İkisi de darbe girişiminden 10 ay önce Gölbaşı’ndaki Özel Harekât Daire
Başkanlığında göreve başladılar.
Çocukluğundan beri polis olmayı hayal eden Kübra Doğanay, ilk
olarak Diyarbakır’ın Sur ilçesinde görev yaptı ancak ailesi endişelenmesin diye
Çanakkale’ye gittiğini söyledi. Sekiz ay boyunca bölücü terör örgütlerine
yönelik operasyonlara katıldı.
Türkiye,
15 Temmuz gecesi darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. İstanbul’da köprüler
hainler tarafından tanklarla kapatıldı. Aynı saatlerde Ankara’da Genelkurmay
Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Millî İstihbarat Teşkilatı ve Gölbaşı
Özel Harekât Daire Başkanlığına saldırılar yapıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü
binası darbeciler tarafından kuşatıldı. Halkın üzerine helikopterlerden ateş
açıldı.
Bu
sırada Kübra Doğanay ve Cennet Yiğit, darbe girişiminden habersiz Özel Harekât
Daire Başkanlığı yakınındaki evlerindeydiler. Özel Harekât Daire Başkanlığına
atılan ilk bombadan sonra görev yerlerine geçmek istediler. Kübra Doğanay
dışarı çıkacağı anda meslektaşı Şehit Cennet Yiğit’i telefonla aradı. Birlikte
gitmeye karar verdiler. Hiç düşünmeden darbecilerin Ankara İl Emniyet
Müdürlüğü önündeki kuşatmasını kaldırmak için harekete geçtiler. Yanlarında
yeterince mühimmat olmadığını fark edince aynı araçla Özel Harekât’a geri döndüler.
Mühimmat almak için Özel Harekât binasına girdikleri sırada darbeci hainlerin
attığı bombayla Kübra Doğanay ve Cennet Yiğit olay yerinde şehit düştüler.
Özel Harekât’ın kahraman
polisleri, birlikte çıktıkları yolda birlikte şehadete yürüdüler. Şehit Cennet
Yiğit Kayseri’nin Bünyan ilçesinde, Şehit Kübra Doğanay ise Kayseri’nin
Yeşilhisar ilçesinde toprağa verildiler.
(Komisyon tarafından düzenlenmiştir.)
|
Yorumlar
Yorum Gönder