ETKİNLİK
SÜRECİ
1. İslamiyet Öncesi
Türk Resim Sanatının Gelişimi
|
İslamiyet öncesi Türk resim
sanatının doğuşu bozkır kültürünün başlangıcına kadar gider. Hun Dönemi
öncesinde (ProtoTürk Dönemi) ve Hun Dönemi’nde Türkler için kendine özgü
resimden, tasvir sanatından söz edebiliriz.
En erken dönemlerden itibaren
görülen kaya resimleri (petroglif), kaya üzerine ve mağara duvarlarına
yapılmıştır. Bunlardan bazıları boya ile bazıları da kazıma ve çizim
yoluyla yapılmıştır.
Kaya resimleri, Orta ve İç
Asya’da milattan binlerce yıl öncesinden başlayıp MS XIV ve XV. yüzyıllara
kadar çok çeşitli konuları kapsar. Özellikle erken tarihli örneklerde av
kültürünü ve sembolizmini yansıtan resimler egemendir. Bu resimlerin
bazılarında sembolik anlamları olan hayvanların mücadele sahnelerinin ilk
örneklerine ve birbirleriyle mücadele eden hayvan figürlerine rastlanır.
Zıt kavramların mücadelesini (iyi-kötü, aydınlık-karanlık vb.) sembolize
eden sahneler (insan-hayvan mücadele sahneleri), tarih öncesi devirlerdeki hayvanata
inancı ve hayvan biçimine girme teması ile ilgilidir. Kaya
resimlerinde ayrıca süvari tasvirleri, savaşan insan figürleri, arabalı
çadır tasvirleri, bazen kuyruğu düğümlü moncuk denen püskül
süslemeli at tasvirleri; kurt, dağ keçisi, geyik vb. çeşitli sembolik ve
mitolojik anlamlara sahip hayvanlarla ilgili kompozisyonlar; dinî inançlar
ve günlük hayata ait sahneler vb. çeşitli unsurlar yer almıştır. Kaya
resimlerinin en erken örnekleri arasında özellikle Güney Özbekistan’daki
Zaraut Kamar Mağarası’nda ve Doğu Pamirlerdeki Shakhta (Sakta) Mağarası’nda
yer alan resimler önemlidir (Görsel 1.68).
Göktürk Dönemi kaya resimleri
Trans-Baykal, Güney Sibirya ve Yakutistan’a kadar olan çok çeşitli
bölgelere yayılmıştır. Bu resimlerde daha çok av ve süvari resimleri
mevcuttur (Görsel 1.69).
Eski Türk resminin asıl
temsilcileri sanata çok ilgili olan Uygur Türkleridir. Klasik Uygur resim
üslubu IX. yy.da başlar ve XII. yy.a kadar varlığını devam ettirir. XII.
yy.dan XV. yy.a kadar devam eden dönemde yabancı etkiler artmış ve klasik
üslup kaybolmuştur.
Uygur resim sanatının genel
ifadesi İç Asya Türk sanatının etkisiyle ortaya çıkmıştır. Orta Asya’nın İç
Asya’dan devraldığı üslup devam etmiştir. Bu üslup, özellikle kaya
resimlerine dayanan çizgi tarzının hâkim olduğu ifadeyi tercih etmiştir
(Görsel 1.70).
Bazen yaldızın da
kullanıldığı resimlerde klasik Uygur Dönemi’nde kırmızı renk, gök rengi ve
yeşil kullanılır. Renkler çoğu kez parlak ve canlıdır (Görsel 1.71).
Uygur resim sanatında
kompozisyonlar; kaya tapınaklarının duvar yüzeylerine olduğu gibi ipek
kumaşlar üzerine, ahşap materyal ve kâğıt üzerine de yaygın olarak
yapılmıştır. Duvar resimlerinde doğal boyalar kullanılmıştır. Resimler
bazen doğrudan doğruya düzleştirilmiş duvar üzerine bazen de yaş sıva
üzerine uygulanmıştır. Boyalar bazen tempera tekniği kullanılarak
elde edilmiştir (Görsel 1.72, 1.73).
Resimlerde çok çeşitli
konular yer alır. Bunların başında dinî sahneler gelir. Aynı zamanda
sembolik çiçek tasvirleri ve hayvan tasvirleri, günlük hayat, av ve savaş
sahneleri de önemli bir yer tutar. Bu konuların dışında çeşitli destan ve
efsaneler, din adamları, süvariler, prens ve prensesler de resimlerde yer
alır. Bu resimlerin bir bölümünde portre anlayışının yer alması Türk sanat
tarihi bakımından oldukça önemlidir.
İnsan yüzüne kişisel bir
özellik vermek (portre sanatı) ilk defa 750 yılından sonra Türk duvar
resimlerinde başlamıştır. O zamana kadar insan vücudunun diğer kısımları
gibi yüz kısmı da şemalara göre çizilir ve resmin altına kişinin adı
yazılarak ayırt edilirdi. Fresklerde resimlerini yaptırmak isteyen
kimseler tasvir edilmiştir (Görsel 1.74).
Uygurlar Dönemi’nden kalan
minyatürler dinî ve dünyevi sahneleri canlandırır. Bunlardan başka büyük
resimler, sayfalar ve sancaklar kalmıştır. Bu minyatürler Uygurların mabetlerinde
saklanır ve ayinlerde kullanılırdı. Uygur minyatürleri daha sonra İslam
minyatürlerinin kaynağı olmuştur (Görsel 1.75).
Hunlar, zorlu doğa koşulları
yüzünden pek çok tehlike ile iç içe yaşamak zorunda kalmışlar ve vahşi
hayvanlar ile mücadele etmişlerdir. Ölümü ve hayatı simgelediğine
inandıkları bu hayvanların motiflerini keçe ve kumaşa işlemişlerdir (Görsel
1.76).
Bu motifler ve mezarlar Hun
sanatının temelini oluşturur. Mezarlar Hun sanatında önemli bir yer kaplar.
Ölülerin eşyaları ile beraber gömüldükleri mezarlara kurgan denir
(Görsel 1.77).
Orta Asya Türklerinde
mezarların üzerine ölen kişinin hayatta iken öldürdüğü düşman sayısı kadar
(düşmanları temsilen) taştan heykel dikilirdi. Bu taş heykellere balbal denir
(Görsel 1.78).
Orta Asya Türk sanatçıları çalışmalarında stilizasyon yapmış,
çevrelerinde algıladıkları nesne ve figürleri formlar hâline
getirmişlerdir. Bir bakıma doğada olmayan yeni biçimler aramışlardır. Bu
sanatçıların amacı biçimleri fazlalıklardan arındırmak, anlatılan konunun
özüne ulaşmaktır.
|
2. İslamiyet
Sonrası Türk Resim Sanatı
|
Türklerin İslam
dinini kabul etmesinden sonra resim sanatı daha çok dinin etkisinde
kalmıştır. İslam dini, yeniliklere ve sanatsal gelişime açık bir dindir.
Türkler, ruhlarındaki resim yapma isteklerini süsleme ve güzel yazı yazma
yönünde (hüsnühat) kullanmışlardır.
Erken Türk beylikleri ve
Anadolu Selçukluları Dönemi’nden çok az sayıda minyatürlü yazma kalmıştır.
Kalan bu minyatürlerin kaynağı da Uygur minyatürlerine bağlanır.
Selçuklular Dönemi’nde süsleme sanatı, el yazması kitapların yanı sıra
mimari eserlere de girmiştir. Taş üzerine kabartma olarak yapılan bu
çalışmalarda insan, hayvan ve bitki motifleri süs unsuru olarak
kullanılmıştır. Anadolu Türk minyatür sanatının bilinen en erken örneği,
XII. yüzyılda Dioskorides’in (Diyoskorides) yazdığı “Materia Medica”
(Materya Medika) adlı botanik ve zooloji ile ilgili kitaptır.
Materia Medica XII. yüzyılda
Hekim Ebu Salim b. Ebü’I-Hasan tarafından Latinceden Arapçaya çevrilmiştir.
Bu kitapta çeşitli bitki ve hayvan figürlerinin yanı sıra az da olsa insan
figürlü minyatürler bulunmaktadır (Görsel 1.79).
|
Anadolu Selçuklu minyatür
sanatını en iyi temsil eden örnek, Topkapı Sarayı Müzesi kitaplığında
bulunan “Varka ve Gülşah” adlı el yazması kitaptır. Kitabın konusu, Varka
ve Gülşah arasında geçen acıklı bir aşkın öyküsüdür. Kitapta bu olayları
açıklayan 70 minyatür bulunmaktadır (Görsel 1.80, 1.81).
|
|
|
Osmanlı öncesi minyatür
resimlerde genellikle din dışı konular ele alınmıştır. Osmanlılar
Dönemi’nde ise minyatür alanında gerçek bir gelişme görülür. Fatih Sultan
Mehmet Dönemi’nde (1451-1481) Batı resmine ilgi başlamıştır. Bu dönemde
İstanbul’a davet edilen İtalyan ressam Gentile Bellini [Centile Bellini
(1429-1507)], Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapmıştır (Görsel 1.82). Bu
dönemde Batı, en büyük ressamlarını yetiştirmekteydi.
1478-1481 yılları arasında
sarayda kalan ve padişaha çok sayıda madalyon hazırlayan Costanza da
Ferrara [Costansa da Ferrara (1450-1524)] ve Fatih Sultan Mehmet’in bir
portresini yapan Gentile Bellini gibi isimlere rastlanır. Dönemin en ünlü
nakkaşı olan ve Maestro Paolo’nun (Maystro Paolo) öğrencisi olduğu, bir
süre Venedik’e gidip burada çalıştığı söylenen Sinan Bey de Fatih Sultan
Mehmet’in bağdaş kurmuş, elinde tuttuğu karanfili koklayan bir resmini
yapmıştır. Burada Batı portre resminin unsurları ile minyatür geleneğinin
uyumlu bir kaynaşması söz konusudur. Böylece bu dönemde Osmanlı
minyatüründe portre geleneğinin temelleri de atılmıştır.
Osmanlılar, minyatür sanatını
Selçuklulardan miras olarak devralmışlardır. Yüzyıllar boyunca aşamalarla
gelişimini sürdüren minyatür sanatı giderek resimselleşmiştir.
Osmanlı portrelerinin en
önemli örneği III. Murat Dönemi’nde (1574-1594) resimlenmiş olan Lokman’ın
“Kıyafet el-insaniye fi Şemail el-Osmaniye”sindeki çeşitli Osmanlı
sultanlarına ait 20 portredir (Görsel 1.83). Dönemin en önemli nakkaşı
Nakkaş Osman’dır. Nakkaş Osman, Lokman ile birlikte pek çok minyatürlü el
yazmasında çalışmıştır.
“Nakkaş Ni̇gâr” takma isimli
Haydar Rei̇s; Barbaros Hayrettin, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim’in
portrelerini resimlemiştir (Görsel 1.84).
Kanuni Sultan Süleyman
Dönemi’nin (1520-1566) ortalarına doğru, Osmanlı tarihine ait olayları
tasvir eden tamamen yeni bir tarz ortaya çıkmıştır. Matrakçı Nasuh’un
(1480-1564) resimlediği 1534 tarihli “Bayan-ı manazil-i sefar-i Irakeyn”
Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak seferini anlatır. Sultanın sefer
güzergâhındaki İstanbul, Halep, Diyarbakır, Tebriz, Bağdat şehirlerinin ve
kurulan kampların görünümleri tasvir edilmiştir. Büyük bir gerçeklikle
yapılan resimler, dikkatli gözlemlerin sonucudur ve sanatçı ayrıntıya
girmeden en önemli özellikleri vermeyi başarmıştır. Bu özellikleri ile çoğu
kuş bakışı çizimlerden oluşan bu görünümler, topoğrafik resim tarzının ilk
ve en canlı örneklerini oluşturur. Osmanlı sanatçıları Kanuni Sultan
Süleyman’ın atölyesinde Doğulu ve Batılı sanatçılarla birlikte çalışmışlar
ve bunun sonucunda sanatçıların çalışmaları çeşitlilik göstermiştir. II.
Selim Dönemi (1566-1574) ve III. Murat Dönemi’nde (1574-1595) Osmanlı
minyatürü, bu dış etkilerden tamamen kurtulmuş, tam anlamıyla bağımsız ve
özgün bir tarz geliştirmiştir.
|
XVIII. yüzyılda yaşayan Levni, minyatür
sanatının en güzel örneklerini vermiştir. Osmanlı İmparatorluğunun bu
yüzyılda Batı’ya yöneldiği, Levni’nin minyatürlerinden anlaşılmaktadır.
Önceleri çok figürlü konular ele alındığı hâlde Levni, az figürlü hatta tek
figürlü konuları işlemiştir. Çalışmalarında kişilerin karakterlerini
belirtmeye çalışmış, o yıllarda Osmanlı İmparatorluğuna gelen Batılı
ressamların etkisi ile az da olsa perspektif kurallarına uymaya çalışmıştır.
II.
Mahmut’un kendi portresini yağlı boya yaptırarak çoğaltması, resim
tarihimizde minyatür devrinin hemen hemen sonu sayılır.
|
Osmanlı resim sanatı,
minyatürün XVIII. yüzyılda eriştiği derinlik ve ışık gibi resimsel
kaygılar üzerine kurulmuştur. XIX. yüzyılda Batı tarzı resim sanatının
varlığı ve gelişmesi, Osmanlı hükümdarları ve devlet bürokrasisi tarafından
Batılılaşmanın en önemli göstergelerinden biri olarak kabul edilmiş ve
desteklenmiştir. Ancak bu değişim asla geleneksel Türk resminin yıkılarak
bunun yerini Batı modeli bir resim sanatının aldığı anlamına gelmez.
Sanatçı kişiliği ile tanınan
III. Selim’in saltanat dönemi, Osmanlının kendini yenileme ihtiyacının bir
arayışa ve uygulamaya dönüşmeye başladığı ilk dönem olarak kabul
edilebilir. Bu dönemde pek çok sanatçı Osmanlı topraklarına gelmeye
başlamıştır. Bunlar arasında yer alan Melling [Miling (1763-1831)], J. B. Hilaire
[Ji. Bi. Hayleir (1753-1822)] (Görsel 1.85), Thomas Allom [Tomas Elom
(1804-1872)] (Görsel 1.86 1.87), William Henry Bartlett [Wilyım Henri
Bertlıt (1809-1854)] (Görsel 1.88), Antoine de Favray [Antoni dö Favrey
(1730-1798)] ve Van Mour [Van Muur (1671-1737)] gibi sanatçılar İstanbul’un
başlıca mesire yerlerini resimlemek amacıyla çalışmalar yapmışlar ve Boğaziçi
Ressamları olarak isim yapmışlardır.
|
Batı’da ortaya çıkan birkaç akım eş zamanlı
olarak Türk resim sanatını etkilemiştir. III. Selim Dönemi’nin yenileşme
hareketlerinin resim sanatını kökten etkileyen en önemli hamlesi
Mühendishane-i Berri-i Hümayun’dur. Daha çok askerî amaçlarla resim
tekniklerinin öğretildiği bu model, sonraları Harbiye ve diğer askerî
okullarda da uygulanmıştır (Tıbbiye-1827, Harbiye-1834). Bu okullarda
yetişmiş asker ressamlar Ferik İbrahim Paşa (1815-1891), Ferik Tevfik Paşa
(1819-1866) ve Hüsnü Yusuf Bey (1817-1861) gerçek anlamda resim sanatını
uygulayan ilk ressamlardandır. Bu sanatçıların belirgin bir tarzları yoktur
ancak Türk resim sanatına temel teşkil etmeleri açısından oldukça
önemlidirler. II. Mahmut ve Abdülmecit gibi sanatsever ve yenilikçi
padişahlar, bu sanatçıları destekleyerek gelecek kuşaklara da zemin
hazırlamışlardır. Bu kuşak, Türk resim
sanatının başlangıcı kabul edilen üç büyük sanatçı ile anılır: Şeker Ahmet Paşa (Görsel 1.89, 1.93),
Osman Hamdi Bey (Görsel 1.90,
1.92) ve Süleyman Seyyid [(1842-
1913) (Görsel 1.91)].
Bu sanatçıların başlangıç olarak kabul
edilmelerinin en önemli nedeni, belirli bir üslup geliştirmeleridir. Sadece
tuval üzerinde değil, yaşam tarzları ve projeleri ile de Türkiye’de sanatın
genel altyapısına büyük etkileri olmuştur. Resme merakı olan hatta resim
yapan Sultan Abdülaziz, bu sanatçıların eğitimini ve dolayısıyla Türk resim
sanatının gelişim çizgisini destekleyen en önemli şahsiyettir. Tanzimat
Dönemi’ne sanatsal gelişimin geldiği son nokta da diyebiliriz. Bu dönemde,
minyatür sanatından resim sanatına geçiş süreci tamamıyla olgunlaşmıştır.
Yukarıdaki eserlerin benzer ve farklı yönlerini
karşılaştıralım.
Turgut
Zaim minyatür sanatını perspektifle
birleştiren çalışmalar yapmış, resimlerinde biçim oluştururken minyatürlerden
esinlenerek ışık-gölgeyi azaltıp üçüncü boyut yanılsamasını ortadan kaldırmış
ve parlak renkler kullanmıştır. Turgut Zaim; eserlerinde doğayı stilize ederek
saf ve yalın bir şekilde ele almış, biçimleri detaylardan arındırmıştır.
Kullandığı biçimlerin algılanabilir, somut yönünü değil anlatmak istediği
konunun özünü vurgulamıştır. Anadolu insanını ve köy hayatını resimlerine
konu alan sanatçı, kompozisyonlarını minyatür şeklinde yorumlamıştır.
Turgut Zaim’in “Yörükler” adlı eseri
(Görsel 1.94) ile Levni’nin “Sultan III. Ahmet Hediye Teslimi” adlı eserini
(Görsel 1.95) öz ve biçim özellikleri bakımından karşılaştırarak dersimizi
tamamlayalım. Türk resim sanatının hangi noktaya geldiğini tartışalım.
|
Yorumlar
Yorum Gönder