10.SINIF CUMHURİYET DÖNEMİ ÖNCESİ TÜRK RESMİ

 

 

...........  ANADOLU LİSESİ

GÖRSEL SANATLAR DERSİ ETKİNLİK PLANI

                                                                                  

DERS

Görsel Sanatlar

ÜNİTE

10.1. Sanat Eleştrisi Ve Estetik 

KONU

10.1.2. Cumhuriyet Dönemi Öncesi Türk Resim Sanatı

KAZANIMLAR

10.1.2.1. İslamiyet öncesi Türk resim sanatının gelişimini açıklar.

10.1.2.2. İslamiyet sonrası Türk resim sanatının gelişimini açıklar.

SINIF

10

SÜRE

12 saat

ARAÇ VE GEREÇLER

Cumhuriyet öncesi Türk resim sanatını tanıtan yazılı ve görsel dokümanlar, röprodüksiyon, Genel Ağ, etkileşimli tahta

YÖNTEM VE TEKNİKLER

Araştırma, inceleme, soru cevap, sunum, sanat eseri inceleme,uygulama

DERS HAZIRLIK

İslamiyet öncesi Türk resim sanatı hakkında neler söy­lersiniz?
Bu dersten sonra İslamiyet öncesi Türk resim sanatının gelişimini (Hun, Göktürk ve Uygur sanatlarını, eser örneklerini, eserlerdeki öz ve biçim özelliklerini), İslamiyet sonrası Türk re­sim sanatının gelişimini öğreneceksiniz.
İslamiyet öncesi Türk sanatına dair Hun, Göktürk ve Uygur sanatlarını, eser örneklerini aynı zamanda İslamiyet sonrası Türk resim sanatının Sel­çuklu ve Osmanlı Dönemi resim sanatına ait eser örnekle­rini, eserlerdeki öz ve biçim özelliklerini” araştırıp incele­menizi bekliyoruz.
Bu doğrultuda oluşan kazanımlarınızı başarılı bir şekilde değerlendirme imkânına sahip olacaksınız.
Minyatür örneklerinden yola çıkarak uygulama çalışması yapacağız.

 

ETKİNLİK SÜRECİ

1. İslamiyet Öncesi Türk Resim Sanatının Gelişimi

 













 







İslamiyet öncesi Türk resim sanatının doğuşu bozkır kültürünün başlangıcına kadar gi­der. Hun Dönemi öncesinde (ProtoTürk Dönemi) ve Hun Dönemi’nde Türkler için kendine özgü resimden, tasvir sanatından söz edebiliriz.

En erken dönemlerden itibaren görülen kaya resimleri (petroglif), kaya üzerine ve mağara duvarlarına yapılmıştır. Bunlardan bazıları boya ile bazıları da kazıma ve çizim yoluyla yapıl­mıştır.

Kaya resimleri, Orta ve İç Asya’da milattan binlerce yıl öncesinden başlayıp MS XIV ve XV. yüzyıllara kadar çok çeşitli konuları kapsar. Özellikle erken tarihli örneklerde av kültürünü ve sembolizmini yansıtan resimler egemendir. Bu resimlerin bazılarında sembolik anlamları olan hayvanların mücadele sahnelerinin ilk örneklerine ve birbirleriyle mücadele eden hay­van figürlerine rastlanır. Zıt kavramların mücadelesini (iyi-kötü, aydınlık-karanlık vb.) sem­bolize eden sahneler (insan-hayvan mücadele sahneleri), tarih öncesi devirlerdeki hayvanata inancı ve hayvan biçimine girme teması ile ilgilidir. Kaya resimlerinde ayrıca süvari tasvirleri, savaşan insan figürleri, arabalı çadır tasvirleri, bazen kuyruğu düğümlü moncuk denen püskül süslemeli at tasvirleri; kurt, dağ keçisi, geyik vb. çeşitli sembolik ve mitolojik anlamlara sahip hayvanlarla ilgili kompozisyonlar; dinî inançlar ve günlük hayata ait sahneler vb. çeşitli unsur­lar yer almıştır. Kaya resimlerinin en erken örnekleri arasında özellikle Güney Özbekistan’daki Zaraut Kamar Mağarası’nda ve Doğu Pamirlerdeki Shakhta (Sakta) Mağarası’nda yer alan resimler önemlidir (Görsel 1.68).

Göktürk Dönemi kaya resimleri Trans-Baykal, Güney Sibirya ve Yakutistan’a kadar olan çok çeşitli bölgelere yayılmıştır. Bu resimlerde daha çok av ve süvari resimleri mevcuttur (Görsel 1.69).

Eski Türk resminin asıl temsilcileri sanata çok ilgili olan Uygur Türkleridir. Klasik Uygur resim üslubu IX. yy.da başlar ve XII. yy.a kadar varlığını devam ettirir. XII. yy.dan XV. yy.a kadar devam eden dönemde yabancı etkiler artmış ve klasik üslup kaybolmuştur.

Uygur resim sanatının genel ifadesi İç Asya Türk sanatının etkisiyle ortaya çıkmıştır. Orta Asya’nın İç Asya’dan devraldığı üslup devam etmiştir. Bu üslup, özellikle kaya resimlerine dayanan çizgi tarzının hâkim olduğu ifadeyi tercih etmiştir (Görsel 1.70).

Bazen yaldızın da kullanıldığı resimlerde klasik Uygur Dönemi’nde kırmızı renk, gök rengi ve yeşil kullanılır. Renkler çoğu kez parlak ve canlıdır (Görsel 1.71).

Uygur resim sanatında kompozisyonlar; kaya tapınaklarının duvar yüzeylerine olduğu gibi ipek kumaşlar üzerine, ahşap materyal ve kâğıt üzerine de yaygın olarak yapılmıştır. Du­var resimlerinde doğal boyalar kullanılmıştır. Resimler bazen doğrudan doğruya düzleştirilmiş duvar üzerine bazen de yaş sıva üzerine uygulanmıştır. Boyalar bazen tempera tekniği kulla­nılarak elde edilmiştir (Görsel 1.72, 1.73).

Resimlerde çok çeşitli konular yer alır. Bunların başında dinî sahneler gelir. Aynı zaman­da sembolik çiçek tasvirleri ve hayvan tasvirleri, günlük hayat, av ve savaş sahneleri de önemli bir yer tutar. Bu konuların dışında çeşitli destan ve efsaneler, din adamları, süvariler, prens ve prensesler de resimlerde yer alır. Bu resimlerin bir bölümünde portre anlayışının yer alması Türk sanat tarihi bakımından oldukça önemlidir.

İnsan yüzüne kişisel bir özellik vermek (portre sanatı) ilk defa 750 yılından sonra Türk duvar resimlerinde başlamıştır. O zamana kadar insan vücudunun diğer kısımları gibi yüz kısmı da şemalara göre çizilir ve resmin altına kişinin adı yazılarak ayırt edilirdi. Fresklerde resimle­rini yaptırmak isteyen kimseler tasvir edilmiştir (Görsel 1.74).

Uygurlar Dönemi’nden kalan minyatürler dinî ve dünyevi sahneleri canlandırır. Bunlar­dan başka büyük resimler, sayfalar ve sancaklar kalmıştır. Bu minyatürler Uygurların mabet­lerinde saklanır ve ayinlerde kullanılırdı. Uygur minyatürleri daha sonra İslam minyatürlerinin kaynağı olmuştur (Görsel 1.75).

Hunlar, zorlu doğa koşulları yüzünden pek çok tehlike ile iç içe yaşamak zorunda kalmış­lar ve vahşi hayvanlar ile mücadele etmişlerdir. Ölümü ve hayatı simgelediğine inandıkları bu hayvanların motiflerini keçe ve kumaşa işlemişlerdir (Görsel 1.76).

Bu motifler ve mezarlar Hun sanatının temelini oluşturur. Mezarlar Hun sanatında önemli bir yer kaplar. Ölülerin eşyaları ile beraber gömüldükleri mezarlara kurgan denir (Görsel 1.77).

Orta Asya Türklerinde mezarların üzerine ölen kişinin hayatta iken öldürdüğü düşman sayısı kadar (düşmanları temsilen) taştan heykel dikilirdi. Bu taş heykellere balbal denir (Görsel 1.78).

Orta Asya Türk sanatçıları çalışmalarında stilizasyon yapmış, çevrelerinde algıladıkları nes­ne ve figürleri formlar hâline getirmişlerdir. Bir bakıma doğada olmayan yeni biçimler aramışlar­dır. Bu sanatçıların amacı biçimleri fazlalıklardan arındırmak, anlatılan konunun özüne ulaşmaktır.  

 




2. İslamiyet Sonrası Türk Resim Sanatı


 

Türklerin İslam dinini kabul etmesinden sonra resim sanatı daha çok dinin etkisinde kalmıştır. İslam dini, yeniliklere ve sanatsal gelişime açık bir dindir. Türkler, ruhlarındaki resim yapma isteklerini süsleme ve güzel yazı yazma yönünde (hüsnühat) kullanmışlardır.

Erken Türk beylikleri ve Anadolu Selçukluları Dönemi’nden çok az sayıda minyatürlü yazma kalmıştır. Kalan bu minyatürlerin kaynağı da Uygur minyatürlerine bağlanır. Selçuklular Dönemi’nde süsleme sanatı, el yazması kitapların yanı sıra mimari eserlere de girmiştir. Taş üzerine kabartma olarak yapılan bu çalışmalarda insan, hayvan ve bitki motifleri süs unsuru olarak kullanılmıştır. Anadolu Türk minyatür sanatının bilinen en erken örneği, XII. yüzyılda Dioskorides’in (Diyoskorides) yazdığı “Materia Medica” (Materya Medika) adlı botanik ve zooloji ile ilgili kitaptır.

Materia Medica XII. yüzyılda Hekim Ebu Salim b. Ebü’I-Hasan tarafından Latinceden Arapçaya çevrilmiştir. Bu kitapta çeşitli bitki ve hayvan figürlerinin yanı sıra az da olsa insan figürlü minyatürler bulunmaktadır (Görsel 1.79).

 


Anadolu Selçuklu minyatür sanatını en iyi temsil eden örnek, Topkapı Sarayı Müzesi ki­taplığında bulunan “Varka ve Gülşah” adlı el yazması kitaptır. Kitabın konusu, Varka ve Gülşah arasında geçen acıklı bir aşkın öyküsüdür. Kitapta bu olayları açıklayan 70 minyatür bulunmak­tadır (Görsel 1.80, 1.81).

 


 




Osmanlı öncesi minyatür resimlerde genellikle din dışı konular ele alınmıştır. Osmanlılar Dönemi’nde ise minyatür alanında gerçek bir gelişme görülür. Fatih Sultan Mehmet Dönemi’n­de (1451-1481) Batı resmine ilgi başlamıştır. Bu dönemde İstanbul’a davet edilen İtalyan res­sam Gentile Bellini [Centile Bellini (1429-1507)], Fatih Sultan Mehmet’in portresini yapmıştır (Görsel 1.82). Bu dönemde Batı, en büyük ressamlarını yetiştirmekteydi.

1478-1481 yılları arasında sarayda kalan ve padişaha çok sayıda madalyon hazırlayan Costanza da Ferrara [Costansa da Ferrara (1450-1524)] ve Fatih Sultan Mehmet’in bir port­resini yapan Gentile Bellini gibi isimlere rastlanır. Dönemin en ünlü nakkaşı olan ve Maestro Paolo’nun (Maystro Paolo) öğrencisi olduğu, bir süre Venedik’e gidip burada çalıştığı söylenen Sinan Bey de Fatih Sultan Mehmet’in bağdaş kurmuş, elinde tuttuğu karanfili koklayan bir resmini yapmıştır. Burada Batı portre resminin unsurları ile minyatür geleneğinin uyumlu bir kaynaşması söz konusudur. Böylece bu dönemde Osmanlı minyatüründe portre geleneğinin temelleri de atılmıştır.

Osmanlılar, minyatür sanatını Selçuklulardan miras olarak devralmışlardır. Yüzyıllar bo­yunca aşamalarla gelişimini sürdüren minyatür sanatı giderek resimselleşmiştir.

Osmanlı portrelerinin en önemli örneği III. Murat Dönemi’nde (1574-1594) resimlenmiş olan Lokman’ın “Kıyafet el-insaniye fi Şemail el-Osmaniye”sindeki çeşitli Osmanlı sultanlarına ait 20 portredir (Görsel 1.83). Dönemin en önemli nakkaşı Nakkaş Osman’dır. Nakkaş Osman, Lokman ile birlikte pek çok minyatürlü el yazmasında çalışmıştır.

“Nakkaş Ni̇gâr” takma isimli Haydar Rei̇s; Barbaros Hayrettin, Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim’in portrelerini resimlemiştir (Görsel 1.84).

Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nin (1520-1566) ortalarına doğru, Osmanlı tarihine ait olayları tasvir eden tamamen yeni bir tarz ortaya çıkmıştır. Matrakçı Nasuh’un (1480-1564) resimlediği 1534 tarihli “Bayan-ı manazil-i sefar-i Irakeyn” Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak seferini anlatır. Sultanın sefer güzergâhındaki İstanbul, Halep, Diyarbakır, Tebriz, Bağdat şehir­lerinin ve kurulan kampların görünümleri tasvir edilmiştir. Büyük bir gerçeklikle yapılan resim­ler, dikkatli gözlemlerin sonucudur ve sanatçı ayrıntıya girmeden en önemli özellikleri vermeyi başarmıştır. Bu özellikleri ile çoğu kuş bakışı çizimlerden oluşan bu görünümler, topoğrafik resim tarzının ilk ve en canlı örneklerini oluşturur. Osmanlı sanatçıları Kanuni Sultan Süleyman’ın atölyesinde Doğulu ve Batılı sanatçılarla birlikte çalışmışlar ve bunun sonucunda sanatçıların çalışmaları çeşitlilik göstermiştir. II. Selim Dönemi (1566-1574) ve III. Murat Dönemi’nde (1574-1595) Osmanlı minyatürü, bu dış etkilerden tamamen kurtulmuş, tam anlamıyla bağım­sız ve özgün bir tarz geliştirmiştir.

XVIII. yüzyılda yaşayan Levni, minyatür sanatının en güzel örneklerini vermiştir. Os­manlı İmparatorluğunun bu yüzyılda Batı’ya yöneldiği, Levni’nin minyatürlerinden anlaşıl­maktadır. Önceleri çok figürlü konular ele alındığı hâlde Levni, az figürlü hatta tek figürlü ko­nuları işlemiştir. Çalışmalarında kişilerin karakterlerini belirtmeye çalışmış, o yıllarda Osmanlı İmparatorluğuna gelen Batılı ressamların etkisi ile az da olsa perspektif kurallarına uymaya çalışmıştır.

II. Mahmut’un kendi portresini yağlı boya yaptırarak çoğaltması, resim tarihimizde minyatür devrinin hemen hemen sonu sayılır.

 



 

Osmanlı resim sanatı, minyatürün XVIII. yüzyıl­da eriştiği derinlik ve ışık gibi resimsel kaygılar üzerine kurulmuştur. XIX. yüzyılda Batı tarzı resim sanatının varlığı ve gelişmesi, Osmanlı hükümdarları ve devlet bürokrasisi tarafından Batılılaşmanın en önemli göstergelerinden biri olarak kabul edilmiş ve desteklenmiştir. Ancak bu değişim asla geleneksel Türk resminin yıkılarak bunun yerini Batı modeli bir resim sanatının aldığı anlamına gelmez.

Sanatçı kişiliği ile tanınan III. Selim’in saltanat dönemi, Osmanlının kendini yenileme ihtiyacının bir arayışa ve uygulamaya dönüşmeye başladığı ilk dönem olarak kabul edilebilir. Bu dönemde pek çok sanatçı Osmanlı topraklarına gelmeye başlamıştır. Bunlar arasında yer alan Melling [Miling (1763-1831)], J. B. Hilaire [Ji. Bi. Hayleir (1753-1822)] (Görsel 1.85), Thomas Allom [Tomas Elom (1804-1872)] (Görsel 1.86 1.87), William Henry Bartlett [Wilyım Henri Bertlıt (1809-1854)] (Görsel 1.88), Antoine de Favray [Antoni dö Favrey (1730-1798)] ve Van Mour [Van Muur (1671-1737)] gibi sanatçılar İstanbul’un başlıca mesire yerlerini re­simlemek amacıyla çalışmalar yapmışlar ve Boğaziçi Ressamları olarak isim yapmışlardır.

 

Batı’da ortaya çıkan birkaç akım eş zamanlı olarak Türk resim sanatını etkilemiştir. III. Selim Dönemi’nin yenileşme hareketlerinin resim sanatını kökten etkileyen en önemli hamlesi Mühendishane-i Berri-i Hümayun’dur. Daha çok askerî amaçlarla resim tekniklerinin öğretildi­ği bu model, sonraları Harbiye ve diğer askerî okullarda da uygulanmıştır (Tıbbiye-1827, Harbi­ye-1834). Bu okullarda yetişmiş asker ressamlar Ferik İbrahim Paşa (1815-1891), Ferik Tevfik Paşa (1819-1866) ve Hüsnü Yusuf Bey (1817-1861) gerçek anlamda resim sanatını uygulayan ilk ressamlardandır. Bu sanatçıların belirgin bir tarzları yoktur ancak Türk resim sanatına temel teşkil etmeleri açısından oldukça önemlidirler. II. Mahmut ve Abdülmecit gibi sanatsever ve yenilikçi padişahlar, bu sanatçıları destekleyerek gelecek kuşaklara da zemin hazırlamışlardır. Bu kuşak, Türk resim sanatının başlangıcı kabul edilen üç büyük sanatçı ile anılır: Şeker Ahmet Paşa (Görsel 1.89, 1.93), Osman Hamdi Bey (Görsel 1.90, 1.92) ve Süleyman Seyyid [(1842- 1913) (Görsel 1.91)].

 







 

Bu sanatçıların başlangıç olarak kabul edilmelerinin en önemli nedeni, belirli bir üslup geliştirmeleridir. Sadece tuval üzerinde değil, yaşam tarzları ve projeleri ile de Türkiye’de sanatın genel altyapısına büyük etkileri olmuştur. Resme merakı olan hatta resim yapan Sultan Abdülaziz, bu sanatçıların eğitimini ve dolayısıyla Türk resim sanatının gelişim çizgisini destekleyen en önemli şahsiyettir. Tanzimat Dönemi’ne sanatsal gelişimin geldiği son nokta da diyebiliriz. Bu dönemde, minyatür sanatından resim sanatına geçiş süreci tamamıyla olgunlaşmıştır.





Yukarıdaki eserlerin benzer ve farklı yönlerini karşılaştıralım.

Turgut Zaim minyatür sanatını perspektifle birleştiren çalışmalar yapmış, resimlerinde biçim oluştururken minyatürlerden esinlenerek ışık-gölgeyi azaltıp üçüncü boyut yanılsamasını ortadan kaldırmış ve parlak renkler kullanmıştır. Turgut Zaim; eserlerinde doğayı stilize ede­rek saf ve yalın bir şekilde ele almış, biçimleri detaylardan arındırmıştır. Kullandığı biçimle­rin algılanabilir, somut yönünü değil anlatmak istediği konunun özünü vurgulamıştır. Anadolu insanını ve köy hayatını resimlerine konu alan sanatçı, kompozisyonlarını minyatür şeklinde yorumlamıştır.

Turgut Zaim’in “Yörükler” adlı eseri (Görsel 1.94) ile Levni’nin “Sultan III. Ahmet He­diye Teslimi” adlı eserini (Görsel 1.95) öz ve biçim özellikleri bakımından karşılaştırarak dersimizi tamamlayalım. Türk resim sanatının hangi noktaya geldiğini tartışalım.






ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ OLAN ÖĞRENCİLER VEYA İLERİ DÜZEYDE ÖĞRENME HIZINA SAHİP OLAN ÖĞRENCİLER İÇİN EK ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME ETKİNLİKLERİ

Öğrenme güçlüğü olan öğrencilerinizin öğrenme gayret ve grafi­ğini, hızlı öğrenen öğrencilerinizin öğrenme hızlarını da dikkate alınız. Bu öğrenciler için eğitim öğretim yılı başında Özel Eğitim Değerlendirme Kurulu ve BEP Geliştirme Birimi’nin iş birliğiyle Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı’nı hazırlayınız. Bireyselleşti­rilmiş Eğitim Programı (BEP) doğrultusunda hazırladığınız kriter­lere göre ölçme ve değerlendirme yapınız. Gerekli dokümanlar ve bilgilendirmeler https://grslsntlr.blogspot.com/2020/12/kaynastirma-ogrencilerinin-egitimine.html adresinde verilmiştir.

ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME

 1-Süreç öğretmen tarafından kontrol formları kullanılarak değerlendirilecektir.

Yorumlar