10. SINIF GELENEKSEL TÜRK SANATLARI

 


...........  ANADOLU LİSESİ

GÖRSEL SANATLAR DERSİ ETKİNLİK PLANI

          13 Eylül – 4 Ekim  2021

DERS

Görsel Sanatlar

ÜNİTE

Sanat Eleştirisi Ve Estetik

KONU

Sanata Giriş

KAZANIMLAR

10.1.1.1. Geleneksel Türk sanatlarının çeşitlerini açıklar.
10. 1.1.2. Geleneksel Türk sanatlarının kültürel önemini açıklar.
10.1.1.3. Geleneksel Türk sanatlarının önemli temsilcilerini tanır.
10. 1.1.4. Geleneksel Türk sanatlarında kullanılan renklerin sembolik anlamlarını açıklar.
10.1.1.5. Geleneksel Türk sanatlarına ait motiflerin biçim ve anlam özelliklerini açıklar.
10. 1.1.6. Geleneksel Türk sanatlarından minyatür ve ebrunun teknik özelliklerini ve malzemelerini açıklar.
10.1.1.7. Geleneksel Türk sanatlarından minyatür ve ebrunun teknik özelliklerini karşılaştırır.
10.1.1.8. Eserlerinde geleneksel Türk sanatlarının öz ve biçim özelliklerinden yararlanan çağdaş Türk ressamlarını tanır.

SINIF

9

SÜRE

6 saat

ARAÇ VE GEREÇLER

   Bilgisayar, Genel Ağ, etkileşimli tahta, geleneksel Türk sanat­ları içerikli çeşitli sanat kitapları, röprodüksiyon

YÖNTEM VE TEKNİKLER

   Soru-cevap, anlatım, sanat eseri inceleme, grup çalışması, tar­tışma, araştırma

DERS HAZIRLIK

Geleneksel Türk sanatları dendiğinde aklınıza neler geliyor?

Bu dersten sonra geleneksel Türk sanatlarının çeşitle­rini, önemini ve önemli temsilcilerini, geleneksel Türk sanat­larında kullanılan renklerin sembolik anlamlarını, geleneksel Türk sanatlarına ait motiflerin biçim ve anlam özelliklerini, geleneksel Türk sanatlarından minyatür ve ebrunun teknik özelliklerini ve malzemelerini, bu tekniklerin özelliklerini karşılaştırmayı, eserlerinde geleneksel Türk sanatlarının öz ve biçim özelliklerinden yararlanan çağdaş Türk ressamlarını öğ­reneceksiniz. Geleneksel Türk sanatları ile ilgili günümüze ulaşan eserleri araştırıp inceleyerek derse katılmanızı bekliyoruz.

1.grup tezhip, 2. grup hat, 3. grup ebru, 4. grup çini, 5. gruba minyatür sana­tı konularında araştırma yaparak, sanat dallarının kültürel önemini, önemli temsilcileri­ni, eserlerde kullanılan renklerin sembolik anlamlarını (Kara: Kuzey, aşağı dünya; ak: batı, yukarı dünya vb.) ve motiflerin biçim özelliklerini açıklayan birer sunum yaparak derse katılabilirler.Aşağıdaki okuma parçasını okuyarak konu hakkında daha fazla  bilgi edinebilirsiniz.

Araştırma sonucunda topladığınız bilgi ve dokümanlarla geleneksel Türk sanatlarını tanıtan afişler hazırlayacağız.

 

ESKİ TÜRKLERDE KÜLTÜR VE SANAT

 Türk sanatı, Türk dili, Türk tarihi, Türk örf ve âdetleri kısaca Türk kültürü dediğimiz za­man bir anda kendimizi başka milletlerden ayırmış oluruz. Tarihin akışı içinde Güney Sibirya ve İç Asya’dan tarih sahnesine çıkarak o bölgelerin coğrafi ve fiziki şartlarına intibak etmiş ve ardından hangi yollardan ve ülkeleri aşarak hangi kültürlerle haşır neşir olarak bugünkü toprak­larımıza ulaşmış kültürel bir kimlik kazanmışız? Türk milleti olarak bir kültür bütünlüğü içinde bugüne nasıl gelmişiz? Millî varlığımızın şuuruna ulaşabilmemiz için nerelerden geçtik, hangi ülkelerin topraklarını aştık? Geçtiğimiz topraklarda hangi yapıları, abideleri bıraktık? Bu duru­mu iyice anlayabilmemiz için millî varlığımız olan sanat eserlerimizi kısım kısım inceleyerek, yaşanmış olan yüzyılları süzgeçten ge­çirerek, geçtiğimiz yolları adım adım inceleyerek ve bir ilmî sonuca vararak bir bütüne ulaşabileceğimiz kanaatin­deyim.

Yüzyıllar boyunca çeşitli kültür hareketlerine sahne olan İç ve Orta Asya’da yaklaşık olarak MÖ VIII ve VII. yüzyıllar arasında Hunlar, bilin­mezliğin karanlıklarından sıyrılmış; yeryüzünün ilk imparatorluğunu kurarak büyük istilalar yapmış, geniş kitlelere hükmetmiş, kültür ve sanatını yaratmıştır. Bir zaman sonra bu yaratıcı kuvvet ve kudretin yıpranması ve zayıflamasıyla yüzyıllar içinde gelişmiş ve öne çıkmış sanat davranışlarını daha dinamik ve daha genç bir Türk boyu devralmış ve ona sahip çıkmıştır. Zamanla onun yerine de başka Türk boyları geçmiş, bu tarihî geçit resmi bu şekilde yüzyıllar boyunca sürüp gitmiştir. Yüzyılların akışı içinde Türklerin birbiri ardından çeşitli devletler kurarak sürekliliğini ve gücünü devam ettirmesi tarih sayfalarında eşine az rastlanan bir durumdur. Tarih boyunca, bozkır ellerinin birden fazla birlik kurduklarına nadiren şahit olunurken Türklerin Hunlardan Selçuklulara gelinceye kadar yirmiye yakın devlet kurdukları ve değişik adlar altında varlıklarını 3.000 yıla yakın korudukları gözlemlenir. Bazı tarihçilerimizin bu nadir görülen sürekliliği, değişik bir teoriden ele aldıkları onların İç ve Orta Asya’nın geniş ufuklarında ve tarihin akışı içinde tek bir siyasi oluşum hâlinde yaşayan Türk topluluklarında değişenin yalnız hanedan adları olduğunu bildirmeleri ilgi çekicidir.

 

 Hunların bir devamı olan Göktürkler, Avarların (Apar) yıkılmasıyla hâkimiyeti ele al­dılar. Göktürklerin zayıflamasından istifade ederek onları mağlup eden ve topraklarına yer­leşen topluluk gerek dil gerek ırk yönünden Göktürklerin kardeşi olan Uygurlardan başka­sı değildi. Göktürkler tıpkı Hunlar gibi asker, teşkilatçı, dinamik ve göçebe bir topluluktu. Bu cengâver ve teşkilatçı vasıflara şaşılacak bir medeniyet örneği katan Uygurlar 100 yıl süren hâkimiyetleri sırasında Türk plastik sa­natına taze renkler getirmişlerdir. Sonuçta bu Türk kavminin eşsiz medeniyetini çekemeyen ve onun hâkimiyetine göz koyan güçlü kuzey Türklerinin temsilcisi Kırgızlar da yabancı bir soy olmayıp aynı dili konuşan Uygurların en yakın akrabalarıdır.

“Kül Tigin’in Başı”, VI-VIII. yy., Göktürkler,

 

 

Heykel, Moğolistan Ulusal Müzesi, Ulan Batur, Moğolistan

 

Bu değişiklikler sırasında eski hâkim boy­lar yerlerini yeni gelen istilacılara terk etmeyip hep beraber aynı topraklarda kalırlar. Bir müd­det sonra diğer bir Türk topluluğunun yıldızı­nın parladığı ve Kırgızların hâkimiyeti Karluklara kaptırdıkları görülür. Böylelikle Hunlardan başlayarak yüzyıllar boyu devam edegelen Türk topluluğunun sanatını muhafaza etmesi ve ge­liştirmesi, zamanımıza kadar ulaştırması, kültür ve sanat tarihi çerçevesinde de şimdiye kadar görülmemiş bir durumdur.

Son çeyrek asır içinde, Türk sanatının en erken devirlerine ait keşifler olağanüstü bir ge­lişme gösterdi. Orta Asya’nın ücra köşelerinde, dağların ıssız bölgelerinde ve nehir kenarların­ da bulunan Türklere ait mezarlar, kurganlar keşfedildikçe Türk sanatının kaynaklarına doğru bir yönelme oldu.

 

“Uygur Kağanları”, VIII-XIX. yy., Uygurlar,

Duvar Resmi (Turfan Bezeklik 9. Mağara), Asia Art Museum

(Esia Art Müzyum), Berlin, Almanya

 

Atalarımızın resim, heykel ve süsleme sanatlarının en eski örnekleri gün ışığına çıkar­tıldı. Türklerin Uygurlardan ve Göktürklerden çok daha önceleri son derece ilgi çekici sanat eserleri olduğu meydana çıkınca bize yepyeni bir dünyanın hitap ettiğine şahit olduk. Şaşkın ve hayran bir şekilde onun sesini duyuyoruz. Bakışlarımız Antik Çağ’a kadar uzanıyor, bu bakış bize Antik Çağ’la eşit olan yepyeni bir dünyanın kapılarını açıyor. Tarihin en sisli devirlerinden ansızın karşımıza çıkan, erken dönem Türk sanatının kaynakları bütün çıplaklığıyla gözlerimi­zin önüne seriliyor. Bu araştırmalar ve keşiflerle yepyeni bir zemine ayak basıyoruz. Öyle bir zemin ki resim; heykel ve süsleme sanatlarımızın, halıcılığımızın, keçe sanatımızın, el sanatla­rımızın ilk örneklerini bize aksettiriyor, giyeceklerimizin ilk çıktığı noktaya ulaşabiliyoruz.

Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli

https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=365593-- (16.11.2017, 12:10)

ETKİNLİK SÜRECİ

 

1.       Geleneksel Türk Sanatlarının Çeşitleri

1.1. Tezhip: Yaldız ve boya kullanılarak kâğıt üzerine yapılan kendi içinde disiplinleri olan bir tür bezeme sanatıdır. Eski bir süsleme sanatıdır. Sözcük Arapçada altınlama, yaldız­lama anlamına gelir. Tezhip yalnız altın ile değil, boya ile de yapılır. Çoğunlukla el yazması kitapların sayfalarını ve hat levhalarının kenarlarını süslemede kullanılmıştır.

 

 1.2. Hat: Arap harflerini malzeme olarak kullanan yüzey sanatıdır. Arap harfleriyle oluş­turulan bu yazı türü hüsnühat adıyla da bilinir. Belirli kurallara göre güzel yazı yazma sanatıdır.

 

1.3. Ebru: Kitre ile yoğunlaştırılmış su yüzeyine özel boyalar damlatılır ya da serpilir. Bu boyanın üzerine bir tabaka kâğıt yatırılarak boyanın kağıda transferi ile yapılan süsleme amaçlı resim sanatıdı.

 

1.4. Çini: Bir tür beyaz topraktan elde edilen çamurun pişirilmesi ile yapılan, mineli, ince yapılı fakat saydam olmayan seramik işlerindendir. Çini; duvar kaplaması olarak kullanılan renk­li, genellikle bezeli ve sırlı seramik plakaya denir. Çini, tabak ve çanak gibi eşya yapımında kul­lanılı.

 

1.5. Minyatür: Bir kitabı, madalyonu ya da küçük boyutlu herhangi bir objeyi bezemek amacı ile ışık, gölge ve derinlik duygusu yansıtılmadan yapılan küçük ve çok renkli resim sana­tıdır.

Minyatür bir resim çeşididir. Eskiden hem Doğu’da hem de Batı’da el yazması kitapları süslemek için renkli resimler yapılırdı. Batı’da minyatür Doğu’da nakış diye adlandırılan bu renkli resimlerin kendine has bir yapılış tekniği, bir üslubu vardır. Minyatür resimler genellikle o devrin devlet adamlarının savaş, tören ve av gibi yaşantılarını konu edinir. Bu çalışmalarda perspektif kuralları uygulanmaz, ışık ve gölgeye yer verilmez. Şekiller kendi rengine uygun olarak düz boyanır. Figürler, kişilerin önemine göre büyük ya da küçük yapılır; süs motifleri de en ince ayrıntılarına kadar gösterilir. Minyatür resimler sulu boya ve guaj boya tekniğinde yapılır.



 

2.       Geleneksel Türk Sanatlarının Kültürel Önemi

 

• Geleneksel sanatlar, bir ülkenin kültürel kimliğinin en canlı ve anlamlı belgesidir.

• Geleneksel Türk sanatları; Türk toplumlarının duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültü­rel özelliklerini yansıtarak geleneksel vasfı kazanmıştır.

• Geleneksel Türk sanatları, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinden gelen çeşitli uygarlık­ların kültür mirasıyla kendi öz değerlerini birleştirerek zengin bir mozaik oluşturmuştur. Bu nedenle geleneksel Türk sanatları, çok eskiye dayanır. Günümüz Türk sanatına temel teşkil etmesi bakımından ve sosyokültürel açıdan önemlidir.

 

3.       Geleneksel Türk Sanatlarının Önemli Temsilcileri

 

        Geleneksel Türk sanatlarından tezhip, hat, ebru, çini ve minyatür sanatlarının önemli temsilcilerinin Ebru Sanatçısı Mustafa Esat Düzgünman (1920-1990); Ebru ve Hat Sanatçı­sı Necmettin Okyay (1883-1976); Hat Sanatçısı Hamid Aytaç (1891-1982); Tezhip Sanatçısı Rikkat Kunt (1903-1986); Minyatür sanatçıları Matrakçı Nasuh (1480-1564), Nakkaş Osman (XVI. yy.), Levni (?-1732), Süheyl Ünver (1898-1986) ile çini sanatçıları Hafız Mehmet Efendi (1872-1922) ve Faik Kırımlı (1935-2011) olduğunu söyleyebiliriz.Şimdi bu sanatçıların üslüplarından bahsedelim.

Üslup, bir toplumun-çağın tüm sanat eserlerinde ortak olan biçimlendirme, tasarım ilke ve anlayışları bütünüdür. Sanatçının yapış yolu, ifade şekli ve usulüdür. Sanatçı; eserlerinde duygu, düşünce, hayal ve heyecanlarına biçim verir ve eserini izleyiciye sunar.

Her sanatçının mensup olduğu bir millet, içinde yetiştiği bir kültür ve hayatını şekillen­diren gelenekler vardır. Geleneksel Türk sanatçısı kendini gerçekleştirirken yaşadığı toplumun gelenek ve göreneklerinden beslenmiştir. Sanatçının kimliğini oluşturan bu özellikler, eserle­rine yansımıştır. Böylece sanatçı, kendi üslubunu oluşturmuştur. Bu üslup yaklaşımları yetiş­tirdikleri öğrencilerle birlikte yaşadıkları döneme damgasını vurmuş ve genellikle o dönemin üslubu hâline gelmiştir. Birçok sanatçı, içinde bulunduğu dönemin üslup özellikleri doğrultu­sunda eserler vermiştir.

Mustafa Esat Düzgünman (1920-1990)

Mustafa Esat Düzgünman, ebru sanatıyla ilgili eserler vermiştir. Yaşadığı dönemde; Türk ebru sanatının günümüze kadar hiç bozulmadan taşınmasına, yurdumuzda ve dünyada tanınmasına, gelişmesine katkıda bulunmuştur. Sanatçı; ebru sanatını öğrendiği biçimde bırakmamış, bu sanatın yapısını bozmadan ve yeniliklere açık özelliğinden yararlanarak geliştirmiştir. Rastgele yapılan yenilik ve modernizasyon arayışlarını onaylamamıştır. Ebru sanatına papatya ve menekşe figürünü eklemiştir. Serpmelerde çok başarılı olmuştur. Çiçekli ebrular, onun üslubuyla tabiattaki görünümlerine daha yakın yapılmıştır. Mustafa Esat Düzgünman, ebru sanatına kompozisyon tarzını getirmiştir.

 

 

 

“Çiçekli Ebru”, Mustafa Esat
Düzgünman, Galata Mevlevihane Müzesi,
İstanbul

Necmettin Okyay (1883-1976)

Necmettin Okyay; mürekkepçilik, aharcılık, okçuluk, gülcülük, eski tarz mücellitlik ve hattatlığın yanı sıra ebruculuğu da meslek edinmiştir. Necmettin Okyay, ebruyu Ethem Efendi’den öğrenmiştir. Rik’a, divani ve celi divani icazetleri almıştır. Sülüs-nesih, ta’lik ve celi ta’lik yazıyı öğrenmiştir. Ebruyu, oğulları Sami ve Sacit Okyay ile yeğeni Mustafa Esat Düzgünman’a öğretmiştir. Yaptığı çiçekli ve yazılı ebrular, ebruculuk tarihinde bir ilktir. Necmettin Okyay, ebruculuk tarihimizde yeni bir tarz başlatmıştır. Ebru yapımında “Ali Kurna” denilen iyi cins kâğıt kullanmıştır. Ebru kuruduktan sonra üzerini iyice mührelediği için ebrularının boyaları çıkmamıştır.

 

 

“Hatip Ebru-Hat”, Necmettin Okyay

Hamit Aytaç (1891-1982)

Hattat Hamit, çok eski hattatların yazı örneklerini sabırla ve titizlikle inceleyerek iler­lemiştir. Başta celi-sülüs olmak üzere sülüs, nesih, celi, ta’lik ve diğer yazı çeşitlerinde hatta Latin yazılarında aynı titizlikle kalem kullanan bir sanatkârdır. Hamit Aytaç, İs­lam yazı sanatlarına yön veren ve İslam dünyasının dikkatlerini İstanbul üzerinde toplamayı başaran büyük Türk hattatlarının sonuncusudur.

 

 

“Feseyekfikehumullah”, Hamit Aytaç 


Rikkat Kunt (1903-1986)

Rikkat Hanım’ın en sadesinden en incesine kadar her eserinde, elinin titizliği hissedilir. Bilhassa halkâri bezeme üslubu, XX. yüzyılda Rikkat Kunt’un fırçasıyla yeniden hayat bul­muştur. Kırk yılı aşan sanat hayatında kıta, levha ve hilye-i nebevi olarak sayısız eser tezhip etmiştir. Rikkat Kunt’un minyatür çalışmaları da vardır.

 

 

Tezhip”, Rikkat Kunt

Matrakçı Nasuh (1480-1564)

Matrakçı Nasuh, Kanuni Dönemi’nde yaşamıştır. Nakkaş, yazar, şair ve bilim adamıdır. Topoğrafik türde minyatürler de yapmıştır. Topoğrafik minyatürlerin oluşma nedeni tarihî olayların geçtiği yörelerin de belgelenmesinin gerekliliğidir. Matrakçı Nasuh’un en ünlü eseri, Kanuni’nin Irak seferinde ordunun konakladığı yerleri canlandıran “Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn”dir . Matrakçı Nasuh’un minyatür-harita karışımı kendine has bir üslubu vardır. Eserlerinde yeryüzünün kuşbakışı görünümünü resmeder. Buna karşın şekilleri tepeden değil, sanki karşıdan görüyormuş gibi çizer. Bu resimlerde hayvan figürleri bulunsa da insan figürü belirgin olarak kullanılmamıştır. Şehirlerdeki binalar tek tek seçilebilir.

 

 

 

 

“Halep-Beyan-i Menazil-i Sefer-i
Irakeyn-i Sultan Süleyman”, 1537, Matrakçı Nasuh,
Minyatür, İÜ Kütüphanesi, İstanbul

Nakkaş Osman (XVI. Yüzyıl)

Nakkaş Osman, Osmanlı padişahlarının tasvirlerini yapmıştır. Osmanlı minyatür sana­tında “dizi padişah portreciliği” olarak bilinen yeni bir geleneğin yaratıcısıdır. Nakkaş Osman, pastel renkler kullanmış ve “Sürname-i Humayun” adlı eserinde tüm hünerini sergilemiştir. İstanbul’daki günlük hayatı, esnafların karakteristik özelliklerini, törenleri, gösterilerin canlı ve neşeli havasını yansıtan tasvirleri; belge değeri taşıması yönünden de önemlidir. Nakkaş Osman, bu bakımdan Osmanlı minyatürüne yön veren ilk büyük sanatçıdır.

 

 

“II. Bayezid Filibe
Avı”, Nakkaş Osman, Minyatür,
Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul

Levni (?-1732)

Levni, XVIII. yy.da Osmanlı minyatürünün Lale Devri’ne kadar devam etmiş klasik üs­lubunda değişiklik yapan bir nakkaştır. Portrelerinde kişinin yüz anlatımını da işlemeye yö­nelmiş; vücut hareketlerine doğal bir kıvraklık kazandırmış ve dikkati, belli bir noktaya top­lamak yerine bütün yüzeye yaymayı amaçlayan kompozisyonlar tasarlamıştır. Bu özellikler, Levni’nin minyatürlerinin ilk bakışta algılanmasını ve başka ustalarınkinden ayırt edilmesini sağlamıştır. Elliyi aşkın bir dizi hâlinde levhalar üzerine yapılmış minyatürleri; kadın müzik topluluklarını, rakkaseleri, harem kadınlarını ve çeşitli portreleri konu almıştır. Levni; asalet ve zarafeti yansıtma kaygısının çizgiye hâkim olduğu bu resimlerin çoğunda, eski şemacı nitelikleri aşan bir canlılık ve en doğacı resimlerde dahi rastlanması güç olan bir ifade kuvveti göstermiştir. Bu figürler; zarif çizgilerle, narin hatlarla canlandırılmış ve inceliği ifade etmiştir. İnce ayrıntılarıyla çizilmiş resimler, bir yandan da dönemin toplumsal yaşamı hakkın­da bilgi edinilmesini sağlamaktadır. Bu özellikler, Levni’nin Osmanlı minyatür sanatının son büyük ustası sayılmasını sağlamıştır.

 

 
 
“Avcı, Tazısı ve Şahiniyle”, 1720-1730, Levni,
Minyatür, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul

Ahmet Süheyl Ünver (1898-1986)

 

Ahmet Süheyl Ünver, hayatını geleneksel Türk süsleme sanatlarına adamış bir sanatçıdır. Selçuklu Geçmeleri adını verdiği, özellikle XII. ve XIII. yüzyıllarda daha sonra beylikler dönemi ve Osmanlı kitap yazmaları tezhiplerinde, kenar suyu olarak kullanılan desenlerin birçok örneğini toplamıştır. Bu toplamalarını, kareli kâğıtlar üzerinde deşifre ederek bazılarının metot hâline gelmesini sağlamıştır. Bunlardan birçok yeni zencerek bordürlerinin yanı sıra farklı biçimlerde uygulamalar yapmıştır. Ahmet Süheyl Ünver sayesinde bu metot, çok yaygın ve düzenli bir biçimde bütün tezhip çalışanları tarafından kullanılmaktadır. Ahmet Süheyl Ünver; ömrü boyunca Türk kültürü, Türk sanatı ve Türk tezyinatı alanında eserler vermiştir.

 

 
“Minyatür”, Süheyl Ünver

Hafız Mehmet Efendi (1872-1922)

Hafız Mehmet Efendi, yaşadığı dönemin en büyük çini sanatçılarındandır. Desenlerinde İznik çinilerini yeniden hayata geçirmek istemiştir. Çinilerinde hatai, bulut, rumi desenlerini; ana renk olarak kobalt mavi ve tonlarını daha çok kullanmıştır. Kütahya Takvacılar Camii çinilerini yapmıştır. Hafız Mehmet Efendi; bu çinilerde lacivert, sarı, yeşil, mangan moru, kırmızı, siyah renkler kullanmıştır. Kurduğu bir çini fabrikasında kase, sürahi ve fincan vb. üretmiştir.

 

 
 
“Kütahya Takvacılar Camii
Mihrabı”, Hafız Mehmet Emin Efendi

Faik Kırımlı (1935-2011)

Faik Kırımlı, hayatının önemli bir bölümünü Topkapı Sarayı ve Osmanlı arşivlerinde, çininin XVI. yy.daki yapılış tekniğini arayarak geçirmiştir. Çininin büyük ustası Faik Kırımlı, gravür ressamlığıyla başladığı sanat macerasında antika koleksiyonculuğuyla da ünlenmiştir. Faik Kırımlı, hayatının yedi senesini bizzat çiniyi araştırmaya adamıştır. Yoğun araştırmaları ve çalışmaları sonucunda, çininin şahikası olan “mercan kırmızısı”nı bulmuştur. Faik Kırımlı, çini alanında önemli eserler vermiştir.

 

 

 

         

    “Çini Tabak”, Faik Kırımlı   

            

4.       Geleneksel Türk Sanatlarında Kullanılan Renklerin Sembolik Anlamları

 Türk kültüründe renkler, çeşitli anlamlar kazanmıştır. Türk gelenek ve göreneğinde gücü, kuvveti, hâkimiyeti belirtmek için renkler kullanılmıştır. Ak, kara, gök ve kızıl dediğimiz (be­yaz, siyah, mavi ve kırmızı) dört renk pek çok coğrafi ad için de kullanılmış, Türk kültüründe yön bildiren kavramlardır. Kara (siyah)-kuzeyi, al-kızıl (kırmızı)-güneyi, gök (mavi)-doğuyu ve ak (beyaz)-batıyı temsil eder.

 Ak (Beyaz) : Ak (beyaz), tüm renklerin toplamını ifade eder. Renklerin anası olarak bi­linir. Ululuk, adalet, büyüklük, güç, kutluluk, tecrübe, sevgi, eşitlik ve arılık gibi kavramların sembolüdür. Saflık, temizlik, tarafsızlık, sessizlik, yeryüzü ve masumiyet kavramlarını da ifade eder.

Al-Kızıl (Kırmızı) Renk: Al-kızıl (kırmızı) renk, temel renktir. Halk arasında al ve kızıl adları ile de bilinir. Türk kültüründe heyecan, kudret ve akıncılığın sembolüdür. Cesaret, hayat­ta kalma ve hayat verme unsuru olarak bilinen kırmızı, kan rengidir.

Gök (Mavi) Renk: Gök (mavi) renk, renklerin en derinidir. Türk kültüründe genellikle gök renk şeklinde söylenir. Bu renk, Türklerde eskiden ululuğun, yüceliğin sembolü olmuştur. Mavi, insanlık tarihinde kutsal sayılan gök ve suyu temsil eder. Bilinç, gerçek, uyum, sakinlik ve umudun sembolüdür. Gök rengi sonsuzluk, emniyet ve rahatlığı hissettiren, huzur veren bir renktir. Gök renk (turkuaz), yabancılar tarafından Türk mavisi biçiminde ifade edilir.

Yaşıl (Yeşil) Renk: Yaşıl (yeşil) renk, doğanın rengidir. Ağaçların, bitkilerin sembolüdür. Eski Türklerde bahar yeşili; yeniden yaşamayı, canlanmayı ve neşeyi temsil etmiştir. Yeşilin her tonu yatıştırıcı, iyileştirici, huzur verici ve sakinleştiricidir. Yeşil rengi oluşturan sarı renk sıcaklığı, mavi renk de sakinlik ve huzuru yeşil renge vermiştir. İslamiyetle kutsallık kazanmış­tır. Bu renk, Osmanlı sancaklarında uzun süre kullanılmıştır.

Sarı Renk: Sarı renk, güneşin rengi ve simgesidir. Sarı temel olarak neşe ve keyif verici bir renktir. Aynı zamanda bilgelik, anlayış ve yüksek düzeyde sezgisel kavrayışı da temsil eder. Altın tonlarındaki sarı; ruhsal kusursuzluğu, huzur ve dinlenmeyi ifade eder. Türk destanlarında ise sarı renk, kötülük ve felaket sembolüdür. Sarı ejderha, Türk masallarında kuşku veren ve kötü duygular hissettiren bir motiftir. Sarı renk Anadolu kültüründe hastalık sembolü olarak da bilinir.

            Kara (Siyah): Kara (siyah), eski Türklerde dünyanın oluşumu sırasında ortada sade­ce zifirî karanlığın yani siyah rengin olması nedeniyle bütün renklerin tohumu aynı zamanda başlangıç noktası olarak görülür. Siyah tüm renkleri yutar, ölümün karanlığına gömer. Türk mitolojisinde toprak rengi olarak kullanılmıştır. Kara renk; uğursuzluğu, suskunluğu, korkuyu, karanlığı, kara günü, kaybı, yaşamın yokluğunu ve aşağı dünyayı (ahireti) temsil eder.

 

5.       Geleneksel Sanatlara Ait Motiflerin Biçim ve Anlam Özellikleri

 


5.1.  Bitkisel Motifler: 

 Bitkisel motifler yapraklar,

çiçekler, ağaçlar ve meyveler olmak üzere dört bölüme ayrılmıştır. Motifler, stilize edilerek daha sonraları ise doğadaki tabii hâlleri­ne bağlı kalınarak tasarlanmıştır. Kullanılan bitkisel motifler, her yüzyılda benzerlik gösterme­sine rağmen zamana ve farklı kültürlere bağlı olarak değişmiştir. Yeni motif ve farklı üsluplarla bu dağarcık genişlemiştir.

Geleneksel Türk sanatlarında kullanılan motifler, Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra oluşan kültür zenginliği ile çeşitlenmiş ve gelişerek devam etmiştir. Böylece bitkisel motifler tezyinat sanatında yerini almıştır.

 

 


                         

Rumi: Sözlük anlamı Anadoluludur. Bu motife aynı zaman­da Selçuki de denir. Selçuklu Türkleri tarafından meydana getirilmiş, günümüze kadar da Türk süsleme sanatlarının bir türü olarak kullanılmıştır. Bazı hayvanların soyutlanmasıyla üretilen motiflerin (ruminin) ilk örneklerinde bu hayvanları tanımak mümkündür. Kuşlar, yırtıcı hayvanlar, evcil hay­vanlar, suda yaşayan hayvanlar, sürüngenler, grifon ve ejder gibi mitolojik hayvanlar örnek alınmıştır. Daha sonraki za­manlarda tamamen soyutlanan bu hayvanlar tanınmaz hâle gelmiş ve rumi motifi en klasik hâlini almıştı.

 

 

Hatai: Türk süsleme sanatlarının ve tezhip sanatının başlıca motiflerindendir. Orta Asya kaynaklıdır. Doğada rastlaya­mayacağımız ve hangi çiçek olduğunu anlayamayacağımız kadar değişik biçimdedir. En doğal görünen yapraklardır. Hatai, nilüfer çiçeği anlamında da kullanılmaktadır. Çok basit ve çok detaylı yapıda olanları vardır. Diğer motiflerde olduğu gibi yüzyıllar boyunca geliştirilmiş ve çeşitlendirile­rek zenginleştirilmiştir.

                         


Münhani: Sözlük anlamı eğri, kavistir. Tezhip sanatında bir motif türüdür. Kuş tüylerinin, balık pullarının üst üste sıralan­ması gibi münhani motifindeki parçalar mantıklı sıralanmalar hâlindedir. Selçuklular Dönemi’nde özellikle el yazması eser­lerde ve Kur’an-ı Kerimlerde çokça kullanıldığı için bu motife Selçuklu münhanisi de denir.

                         

 


Bulut: Ay, güneş ve yıldız gibi evren ile ilgili, Türk süsle­me sanatı motiflerinden biridir. Bu süsleme ögesine Çin bulutu da denir. Uzak Doğu, Türk asıllı motiflerimizden­dir. Bulut süslemelere çiğ de denir. Türklerde ve Çinlilerde ejderhanın bulut biçiminde soyutlanmış hâlidir. Bulutların biçimlerinden ve hareketliliğinden etkilenen sanatkârlar, onları soyutlayıp bir süsleme ögesi olarak kullanmışlardır.

 

 

Yarı Soyutlanmış Çiçekler: Geleneksel Türk sanatla­rında XVI. yy.ın yarısından XVII. yy.ın sonlarına kadar soyutlanmış fakat bakınca tanınan çiçeklerin, yarı soyut­lanmış yarı doğal hâli kullanılmıştır. Uygulamada önce kitaplarda gördüğümüz bu çiçekler daha sonra diğer süs­leme alanlarına da yayılmıştır. Eserlerde bütün bahçe çi­çekleri görülebilir.

                         

 


Çintemani: Orta Asya kaynaklıdır. Bu motife panter be­neği de denir. Üçgen biçimli, biri yukarıda diğer ikisi altta yan yana, araları çok az açık üç daireden meydana gelir. Bu dairelerin içine bir veya birkaç tane daha daire çizi­lir. Bu daireler motife hilal görünümü verir. Çintemaninin diğer bir adı Timuçin damgasıdır. Üç yuvarlak şeklin al­tında bazen uçları sivri bir veya iki tane dalgalı bir motif daha bulunur. Bunlara da şimşek, dudak, bulut, kaplan postu adları verilir. Her iki motif tek tek kullanıldığı gibi bir arada da kullanılır. Çintemani motifi; Osmanlı padi­şahlarının kıyafetlerinde güç, kuvvet ve saltanat sembolü olarak kullanılmıştır. Saray motifi olarak da bilinir.

                         

 

Yaprak: Bitki kaynaklı süslemelerin vazgeçilmez bir ele­manıdır. Çiçeklerde olduğu gibi yapraklar da soyutlana­rak çizilmiştir. Türkler, süsleme motiflerini üretirken ne doğadan bire bir almış ne de tam soyutlama yapmışlardır. Yarı soyutlamaları süzgeçten geçirerek yorumlamışlar, analiz ve sentezlerden sonra uygulamışlardır.

Bu değerlendirme yaprak motifi için de geçerlidir. Türk süsleme sanatlarında sade, küçük, iri dişli, par­çalı, dilimli, katlı, detaylı ve kıvrımlı yapraklara rast­lanır. Yaprak motiflerinin desende kapladıkları alan; korama (hiyerarşi) uygun olarak yerleştirilmesi, es­tetik görünümü, yönü, sapa bitişmesi ve hareketliliği hesaba katılarak düzenlenmiştir.

                         

 


5.2. Figürlü Motifler

İnsan Figürü: Geleneksel Türk sanatlarında insan fi­gürü; İslamiyet’ten önce halı, kilim, duvar resimleri vb. süsleme alanlarının çoğunda kullanılmıştır. Türklerin İslamiyeti kabulünden sonra da halı, kilim vb. kullanım eşyalarında sitilize edilerek kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Anadolu Selçukluları Dönemi’nde binicilik kom­pozisyonlarında, av sahnelerinde  ve çini mozaikler üzerine işlenen çeşitli motiflerde de görülür. XIII. yy. Konya Kubadabad Sarayı çinilerinde çeşitli hayvan figürlerine ve Sultan’ı betimleyen figürlere rast­lanır . Geleneksel Türk sanatlarında insan figürü, İslam dininin etkisi ile Osmanlı Dönemi’nde iki boyutlu minyatür görüntülerle sınırlı kalmıştır.

 

 


Hayvan Motifi: Geleneksel Türk sanatlarında hayvan­lar, genellikle kuvvet, doğurganlık, kötülük veya iyilik sembolü olarak betimlenmiştir. Hayvan motifleri iki başlık altında toplanmıştır. İlk grupta hayal ürünü efsa­nevi hayvanlar, ikinci grupta ise doğa kaynaklı, soyut­lanmış hayvanlar vardır. Bunlar arasında kartal ve gü­vercin gibi kuşlar; aslan, kaplan, kurt, boğa, at, geyik, tavşan ve keçi gibi hayvanlar bulunur. Hayvan motifleri, Selçuklular Dönemi’nde özgün bir biçimde resmedilmiş ve tüm süslemelerde öne çıkan bir unsur hâline gelmiştir. Gerçek ve mitolojik hayvan mo­tifleri yer alır. Fakat doğal hâlleriyle hayvan figürlerine Osmanlı bezeme sanatlarında çok nadir rastlanır. Var olanlar da soyutlanmıştır

 


5.3. Geometrik Motifler: Geometrik motifler en eski süsleme unsurlarındandır. Her kültürde kullanılmıştır. Yatay, dikey, eğik çizgiler; daire, daire parçası, kare, dikdörtgen, üçgen, çokgenler, elips, yıldız biçimleri vb. çizim elemanla­rı kullanılarak geometrik süslemeler yapılmıştır. Geometrik motifler Türk-İslam felsefesinin ve sanatının belki en karak­teristik unsurudur. En yaygın kullanımı Anadolu Selçukluları Dönemi’ndedir .

 


5.4. Yazı (Hat-Kaligrafi): Genellikle Arap harflerinin kendine has özellikleri kullanılır. Harflerin arasındaki boşluk­ların estetik kurallar ve tasarım kurallarına göre düzenlenme­siyle kâğıt ya da benzeri malzemeler üstüne kalem veya fırça ile zarif bir şekilde yazılır. Aynı zamanda her toplumun kendi alfabesini kullanması, belli bir disiplin içinde sanatçının ken­di yorumunu katması ile yaptığı güzel ve estetik yazı yazma sanatıdır. Yazı sanatında amaç, değişik motiflerin kullanılma­sıyla yazıyı olduğundan farklı ve özgün bir biçimde kompoze etmektir. Türkler, Anadolu’ya gelirken yazı (hat) sanatını da beraberlerinde getirdiler. Anadolu Selçuklu Dönemi’nde tez­hipli yazmaların yoğun bir şekilde hazırlanması, XIII. yy.dan sonra başlar ve XIV. yy. boyunca sürer. Türkler, yazı sanatı alanında en parlak dönemlerini Osmanlılar Dönemi’nde ya­şadılar.

 

 


5.5. Süsleme: Resim sanatının bir koludur. Süsleme; belli bir yer, eşya veya abidenin daha da güzelleştirilmesi için üslup kazandırılmış şekil, resim ve motiflerle değerlen­dirilmesidir . Süslemenin ana temasını desenler, desenleri de motifler oluşturur. Türk süslemesinin zenginliği, motif çeşitlerinin bolluğu ve motiflerin son derece estetik bir yapıya sahip olmasından ileri gelir. Türk sanatçıları, yüzyıllar boyunca devam eden geleneklerle yoğrulan dekoratif sanat­ların ileri bir düzeye ulaşmasını sağlamışlardır. Bu durumun nedenleri, Türk sanatçısının dinî hassasiyetlerinden dolayı resim ve heykel sanatlarından uzaklaşmasında ve benliğini süsleme sanatları yoluyla korumaya çalışmasında aranabilir.

 

5.6. Karmalar: Ebru, hat ve tezhip (geometrik ve bitkisel motifler) sanatlarının birlikte kullanılması ile oluşan bezemeler­dir. Karmada motifler, karakterlerini bozmadan iç içe geçirilerek bazen de yan yana kullanılır. Kısaca bütün süsleme sanatlarının bir arada kullanıldığı bezemelerdir.

 

 


5.7. Motiflerde Stilizasyon ve Deformasyon: Gelenek­sel Türk sanatı süslemelerinde sanatçıların özü karşılayacak yalın biçim arayışları sonucunda, sanatçılar doğayı stilize ve deforme etmek suretiyle motifler oluşturmuşlardır. Doğadaki biçimlerin şematikleştirilmesi, yalınlaştırılması, figürlerin tanınmama dere­cesine varmayacak şekilde bozulması ve özünden koparılmaya­cak biçimde değiştirilmesi ile eşyanın karakteri daha yalın daha anlamlı bir şekilde ortaya konmuştur. Süsleyici, geometrik ka­lıplara sokularak ritmik şekillerde kompoze edilmiştir. Stilizasyon ve deformasyon, süsleme resminde en çok kullanılan yöntemlerdendir.

 

 

 

 

 

6.       Minyatür ve Ebru Sanatının Teknik Özellikleri ve Malzemeleri

 

6.1. Minyatür Sanatının Teknik Özellikleri

İlk minyatürlü el yazmaları, XI. yy.ın sonlarına aittir. İslam minyatür sanatının gelişiminde Uygur resminin büyük etkisi olmuştur. Uygur ressamları IX. yy.dan itibaren Bağdat, Meraga ve Tebriz’de minyatür sanatını öğretmişlerdir. Selçuklular, İlhanlılar ve Osmanlılar bu sa­natın gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. İlhanlılar Dönemi’nde dinî kitaplar minyatürlerle süslenmeye başlanmıştır. Selçuklular Bağdat’ta ilk İslam minyatür okulunu açmıştır. Osmanlılar Dönemi’nde ise Baba Nakkaş, Nakkaş Osman ve Levni gibi büyük minyatür ustaları yetişmiştir. Minyatürler hikâye, şiir ve tarihin âdeta canlı tercümanı gibidir. Yapıldığı tarihin izlerini taşır.

Bir minyatüre bakarak sanatkârın içinde yaşadığı toplumun örf ve âdetlerini, bazı değer yargıla­rını, giyim kuşamlarını ve mimari yapılarını öğrenmek mümkündür. Çünkü minyatürler, hayatın birer kopyasını gelecek nesillere aktarır.

• Minyatürde canlı renkler kullanılır.

• İnsanlar ve nesneler, yakınlık-uzaklık belirtecek biçimde ve perspektif olarak boyutlandı­rılamaz. Resimde derinlik yoktur. Öndeki ve arkadaki kişiler aynı büyüklükte gösterilir.

• Işık ve gölge yoktur.

• Süs olma özelliğinin yanında renk kullanımında kural yoktur.

 

          6.2. Minyatür Sanatında Kullanılan Malzemeler

 

Kâğıt: Ahar (Hattatlıkta kâğıt yüzeyine sürüle­rek kalemin kaymasını sağlayan nişasta ve yumur­ta akından yapılan bir bileşim.) ve murakka (Hat sanatında cilt kapağının ana malzemesini oluşturan üst üste yapıştırılmış birkaç katlı mukavva.) eskiden olduğu gibi günümüzde de kullanılan bir tekniktir. Aharlı kâğıtlar, murakka denen yöntem ile kullanıma hazır hâle getirilir. Bu yöntemin faydası, yanlış ya­pılsa bile kolaylıkla silinebilmesidir. Murakka üstü­ne çay, kahve ve pancar gibi doğal maddelerle çizim ve boyama yapılabilir .

 

 

Fırça: Üç aylık kedi yavrusunun gıdı tüyleri fırça olarak kullanılırdı. Günümüzde ise kaliteli fırçalar kullanılmaktadır.

 

 

Boya: Toprak boyalar kullanılır. Osmanlı Dönemi sa­natçıları, renklerin karışmaması için boyaya yumurta sarısı eklemiş ve boyanın kâğıda sabitlenmesini sağla­mışlardır.

 

 

Altın: Yaprak veya ezilmiş olarak iki şekilde kulla­nılır. Altın, jelatin ile sulandırılır. Jelatinin kıvamı önemlidir. 1 kahve fincanı sıcak suya 1,5 tablet altın eklenip eritilir. Jelatin soğuk kullanılır. Oda sıcaklı­ğında tutulursa bir hafta, buzdolabında saklanırsa iki hafta kullanılabilir.

 

 

 

 

 Ebru Sanatının Teknik Özellikleri

 İlk olarak Çin ve Japonya’da görülen ebru sanatının geleneksel Türk sanatların­dan biri hâline gelmesi, XVI. yy.da Türkistan coğrafyasında tanınması ile başlamıştır.

• Ebru sanatı, boyaların su üzerine damlatılması ve su üzerinden kâğıda transfer edilmesi yöntemi ile uygulanır. Bu yönüyle tüm boyama tekniklerinden farklıdır.

• Ebru sanatında kullanılan boyalara, doğadaki renkli kaya ve topraklardan elde edildiği için toprak boya adı verilir.

• Ebru sanatında kullanılan boyalar suda çözülmez, yağ içermez.

• Ebru sanatı için hazırlanan suyun kireçsiz ve temiz olması gereklidir.

• Ebru sanatı, kitre ile yoğunlaştırılmış su üzerine boyalar damlatılarak uygulanır.

• Ebru sanatçısı, su üzerine damlayan boyaya usta dokunuşlar ile eşsiz görüntüler meydana getirir.

• Ebru sanatında, destiseng (el taşı) ile ezilerek kullanıma hazır hâle gelen boyaların gerek­tiğinde karıştırılması ile istenilen ara renkler elde edilebilir.

• Renkler genellikle canlı ve parlaktır.

• Ebru eserinin aynısı bir daha tekrarlanamaz.

• Ebru sanatı kopya edilemeyecek bir sanat eseridir.

• Ebru sanatı eserleri yazma kitapların ciltlenmesinde ve süsleme olarak da kullanılmıştır.

• Renk kullanımında kural yoktur.

• Motiflerde yakınlık-uzaklık belirtilemez ve motifler perspektif olarak boyutlandırılamaz.

• Işık ve gölge yoktur.

• Ebru sanatı ruh hâlini suya çizme sanatıdır.

• Ebru sanatı, hazırlık aşaması uzun ancak yapım süresi oldukça kısa olan bir sanat türüdür.

• Ebru sanatı genellikle usta-çırak ilişkisi ile öğrenilen bir sanattır.

• Yapıldığı dönemin izlerini taşımaz.

• Ebru sanatı hayatı taklit etmez (Görsel 1.40).

 

6.4. Ebru Sanatında Kullanılan Malzemeler

Toprak Boya: Doğada bulunan boyalardır. Eskiden özel­likli topraklar ezilip, elekten geçirilerek ve suda süzülerek kullanıma hazır hâle getirilirdi. Günümüzde ise ezilme­ye hazır hâlde ya da ezilmiş toz boyalar kullanılmaktadır.

 

 

Öd: Genellikle büyükbaş hayvanların safra kesesinden elde edilir. Safra kesesi delinir ve içindeki öd süzülerek bir kapta toplanır. Benmari usulü kaynar suda 20-25 dk. bekletilir. Yüzeyde biriken köpükler alınıp atılır. Oldukça yoğun ve kötü bir kokusu olduğu için açık havada hazır­lanmalıdır. Kılçıklı-kumlu ebru yapılacaksa kalkan balığı­nın ödü daha uygundur.

                         

 

Su: Ebrunun suyu, kireçsiz ve dinlendirilmiş su olmalıdır. İçine kitre veya denizkadayıfı gibi doğal maddeler katılır.

                         

 

Kitre: Hazırlanmış olan boyanın, suyun üzerinde tutu­nabilmesi için suyun belli bir yoğunluğa sahip olması gerekir. Suya bu özelliği veren maddelerden biri de kit­redir. Kitre, Türkiye’nin güney ve güneydoğu bölgele­rinde kırlarda yetişen yabani bir dikenin (geven otunun) öz suyudur. Kabuk hâlinde olan kitre hazırlanırken istenen ölçüde cam kavanozun içine belirli oranlarda atılır. İçine saf su konarak 2-3 gün beklemeye bırakılır. Kavanozun içindeki kitre her gün karıştırılarak, kitrenin ezilip bulamaç hâline getirilmesi sağlanır. Kitre hazır olduğunda, ince bir tülbentten geçirilerek yabancı maddelerden arındırılır. Ardından teknede suyla karıştırı­larak ebru yapımına hazır hâle getirilir.

 

 

Denizkadayıfı: Hazır toz hâlinde satılır. 50 g toza 5 litre saf su ilave edilir. Karışımın topaklanması mikserle veya kaşıkla karıştırılarak önlenir. Bir saat süreyle hava kabar­cıkları yüzeye çıkıp patlayıncaya kadar karıştırılır. Kul­lanıma hazır hâle getirilir. Denizkadayıfı kitreye alterna­tif olarak kitreden sonra en çok kullanılan kıvam artırıcı malzemedir.

 

 

Tekne:İçine sıvının konduğu kaba tekne denir. Tekne çinko, çelik, galveniz, cam ya da çedeneden (budaksız çam) imal edilir. Tahta kullanılırsa su kaçırmaması için zift ile kaplanması gerekir. Dikdörtgen şeklinde olan tek­nenin derinliği 6 cm kadardır. Ebatları kâğıt boyutuna göre değişiklik gösterir .

 

 

Biz: Teknedeki sıvı üzerine sıçratılan boyalara şekil ver­mek ya da sıvının üzerine boya koymak için kullanılan değişik kalınlıkta iğnelerden, tellerden ya da çivilerden yapılan malzemedir.

 

Fırça: Ebru fırçası, gül dalı ve at kılından yapılır. Esnek ve dayanıklı olmasından dolayı gül dalı kullanılır. Sert ve düz olduğu için yaşlı atların kuyruk kılı tercih edilir. Kıllar, mi­sinayla olta iğnelerinde kullanılan düğümsüz bağlama şek­li ile gül dalına sarılır. Böylece fırçaya her vurulduğunda damlaların tekne yüzeyine istendiği gibi düşmesi sağlanır .

 

Tarak: Teknedeki sıvı üzerine sıçratılan boyalara desen vermek için kullanılan alettir. Paslanmaz tellerin tarak diş­leri gibi ince uzun çıtalara eşit aralıklarda dizilmesi ile elde edilir. Tellerin kalınlıkları değiştikçe desendeki doku da değişir .

 

Destiseng: Destiseng taşı, geleneksel ebru sanatında boya pigmentlerinin suyla karıştırılıp ezilmesinde kullanılan dışbükey bir mermer taştır. Boyalar iyice ezildikten sonra ebru boyası kıvamına ulaşarak kullanıma hazır hâle gelir.

 

Mühre: Ebrulanmış kâğıda yumuşaklık, parlaklık ve düz­lük vermek için kullanılan camdan ya da mermerden yapı­lan araçtır .

 

Kâğıt: Ebru yapımında mutlaka, emici özelliği olan birin­ci sınıf hamur kâğıt kullanılmalıdır. Mat olanı tercih edilir .

 

 

 7.       Minyatür ve Ebru Sanatının Teknik Özelliklerinin Karşılaştırılması

Minyatür Sanatı

Ebru Sanatı

Minyatür sanatı resimlerinde derinlik (pers­pektif) yoktur.

Ebru sanatında derinlik (perspektif) yoktur.

Minyatür sanatı duygu aktarmaz, konu an­latır.

Ebru sanatı duygu aktarmaz, konu anlatmaz.

Minyatür çalışmasının hazırlık aşaması kısa ancak yapım aşaması uzundur.

Ebru çalışmasının hazırlık aşaması uzun ancak yapım süresi oldukça kısadır.

Minyatür sanatında ışık-gölge yoktur.

Ebru sanatında ışık-gölge yoktur.

Minyatür sanatında renklerin parlaklığı ve canlılığı çok dikkat çekicidir.

Ebru sanatında renklerin parlaklığı ve canlılığı çok dikkat çekicidir.

Minyatür sanatında renk kullanımında kural yoktur.

Ebru sanatında renk kullanımında kural yoktur.

Minyatürler kâğıt üzerine veya farklı bir yüzeye kalem, fırça ve boya kullanılarak yapılır.

Ebru çalışması, özel sıvı üzerine boyalar dam­latılarak ve minik dokunuşlar ile suyun içinde dağılan boyalar kâğıda transfer edilerek yapılır.

Minyatür sanatı resim yapma becerisi olan herkesin yapmayı öğrenebileceği bir sanat­tır.

Ebru sanatı genellikle usta-çırak ilişkisi ile öğ­renilen bir sanattır.

Minyatür çalışmaları kopya edilebilir.

Ebru çalışmaları kopya edilemez.

Bir minyatüre bakarak sanatkârın içinde yaşadığı toplumun örf ve âdetlerini, değer yargılarını, giyim kuşamını ve mimari yapı­larını öğrenmek mümkündür.

Ebru sanatı hayata dair bir anlatım kaygısı ta­şımaz.

Minyatür sanatında ayrıntı vardır.

Ebru sanatında ayrıntı yoktur.

 

8. Eserlerinde Geleneksel Türk Sanatlarının Öz ve Biçim Özelliklerinden Yararlanan

Çağdaş Türk Ressamları

 

 Çağdaş Türk resminde millî geleneklerden hareket ederek yerel değerlerden beslenebilme an­layışı, giderek önem kazanmıştır. Bu oluşumlar içinde Abidin Elderoğlu, Malik Aksel, Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nuri Abaç (1926-2008), Burhan Doğançay, Erol Akyavaş ve Süleyman Saim Tekcan gibi sanatçılar çalışmalarının kaynağı olan geleneksel Türk el sanatlarının özünü ve biçimsel yapısını konu alan çağdaş eserler vermişlerdir. Bu sanatçıların esinlendikleri ve özgün yaratıcılıkla­rını besleyen kaynaklar, geleneksel Türk sanatlarının (minyatür, hat ve kaligrafi sanatı; halı-kilim, el yazmaları, nakışlar; damga, simge, süsleme sanatı) özü ve biçimidir.
Çağdaş Türk resminde millî geleneklerden hareketle yeni oluşumlar sergileme eğilimi 1940’lardan günümüze kadar sürmüştür. Bu oluşum içinde Abidin Elderoğlu, Malik Aksel, Tur­gut Zaim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nuri Abaç, Burhan Doğançay, Erol Akyavaş ve Süleyman Saim Tekcan gibi sanatçıların geleneğe bağlı çağdaş Türk resmi kurma çabaları özellikle dikkat çekmektedir. Adı geçen sanatçıların özgün yaratıcılıklarını besleyen kaynaklar minyatür, hat, çini; geleneksel mimari formları; Türk el sanatlarından halı-kilim, yazmalar, nakışlar, simgeler; Karagöz oyunu ve halk resimleridir.

 

“Kaligrafik Soyutlama”, ?, Abidin Elderoğlu, 26x39 cm, Kâğıt Üzerine Karışık Teknik, Özel Koleksiyon

 
1950’lerin ressamları, soyut sanat uğraşlarında özellikle hat sanatının kaligrafik özellik­lerinden hareket eden çizgisel bir spontaniteyi denemişlerdir.
Eski motif düzenlemelerinden esinlenen sanatçılar, soyut anlayıştaki çalışmaların büyük bir bölümünde başarıya ulaşmışlardır. Bu sanatçıların ortak yanlarından biri, gelenekçilikle çağdaşlığı bir arada yürütebilmeleridir. Tarihin derinliklerinden günümüze ulaşan çeşitli simge­ler ve işaretlere yeni anlamlar ve plastik değerler kazandırmak, Türk ressamlarının ortak amacı olmuştur. Şüphesiz çağdaş Türk resminin geleneksel anonim özellikler taşıyan eski biçim veri­leri ile sürekli bir ilişkisi olması gerekir.
Resimde Batı akımlarını körü körüne taklidin iyi bir sonuç veremeyeceğini anlayan aydın ve sanatçılar, doğru çözümün ulusallıktan ve millî değerlere yönelmekten geçtiğini kabullen­mişlerdir. Günümüze değin güncelliğini yitirmemiş olan bu önemli konu, yeni buluşlar ve tek­nik araçların katkılarıyla devam etmektedir.
Resim arayışları ekseninde, damga ve benzeri işaretleri Türk resminde kullanan sanatçı­ların başında Bedri Rahmi Eyüboğlu (1911-1975) gelir. Bedri Rahmi Eyüboğlu; izlenimcilikten nakış sanatına, halk sanatından ilkel sanatlara, mozaikten mimariye, şiirden müziğe, fotoğraf, tiyatro ve sinemaya dek çok farklı alanlara ilgi duymuştur. Resim ve yazılarında bu konuları işlemiştir.

 

         “Ebabil Kuşu”, 1971, Bedri Rahmi Eyüboğlu, 60x110 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Özel Koleksiyon

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sanat hayatı çok yönlü ve çok renklidir. Başlangıçta izlenim­cilik, kübizm, dışa vurumculuk gibi Batı kökenli çağdaş sanat akımlarının etkisinde kalan sa­natçı; giderek bu akımların kalıcı yanlarıyla halk kültürünün, ulusal sanat geleneklerinin biçim ve renk dilini kaynaştırmayı başarmıştır. Onun yararlandığı kaynaklar sadece minyatürle sınırlı olmayıp kilim, yazma, çini, nakış, halk resmi ve mimari gibi geniş kültürel etkileri içermek­tedir. Ayrıca halk sanatlarındaki birtakım plastik ögelerin çağdaş sanatlarla örtüşmesi tesadüf değildir. Sanatçı, bu gerçekliğin farkındadır ve eserlerinde halktan motifleri bire bir taklit et­mekten kaçınmaktadır. Olayın özüne inerek millî sanat dilinde yeni sanat yaratmak sanatçının fikirlerinin esasını teşkil etmektedir. Doğayı taklitten kaçınmak hem çağdaş sanatçıların hem de eski Türk sanatı ustalarının ortak özelliğidir. Eski Türk damga motifleri de asla doğayı taklit etmez. Birkaç soyut çizgi ile birkaç geometrik eleman, eşya ve olayları simge olarak ifade eder.

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Ebabil Kuşu”, “Hayatağacı”, “İstanbul”, “Horon” , “Motif”, “Kilimli”, “Fenerbahçe” , “Kırkayak”, “Eski Yazıtlar” adlı eserlerinde ve çeşitli yerlerde uyguladığı mozaik ve rölyef panolarında; damga, im vb. motiflerle karşılaşılır. Bu eser­ler incelendiğinde eski Türk yazıtlarını, kaya çizimlerini, damgalarını ve imlerini çağrıştıran semboller ve motifler hem plastik unsurlar bakımından hem de konu bakımından örtüşmektedir.

 

 
“Fenerbahçe”, 1974, Bedri Rahmi Eyüboğlu, 70x100 cm, Kâğıt Üzerine Akrilik, ?
 
 “Halı Dokuyanlar”, ?, Turgut Zaim, 87,5x74,5 cm,
Tuval Üzerine Yağlı Boya, Resim ve Heykel Müzesi, İstanbul
 
“Orta Oyunu”, ?, Turgut Zaim, 100x84,5 cm,
Tuval Üzerine Yağlı Boya, Resim ve Heykel Müzesi, İstanbul
 
“İsimsiz”, 2003, Nuri Abaç, 49x59 cm, Tuval Üzerine Yağlı
Boya, Anadolu Üniversitesi Koleksiyonu, Eskişehir 
“İsimsiz”, ?, Nuri Abaç, 42x33 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
 
“Heybe”, 1960, Burhan Doğançay, 76,20x55,90 cm,
Kâğıt Üzerine Sulu Boya, Doğançay Müzesi, Beyoğlu, İstanbul 
“Aşırı Nüfus”, 1960, Burhan Doğançay, 44x63 cm, Kâğıt Üzerine Guaj Boya, Doğançay Müzesi,
Beyoğlu, İstanbul
 
“Düşük Şehir”, 1982, Erol Akyavaş, 137x264 cm, Tuval Üzerine Karışık Teknik, Pınar Ertan Koleksiyonu 
“Kralların Zaferleri”, 1959, Erol Akyavaş, 121,8x214 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Museum of Modern Art (Müzyum
of Modırn Art), New York (Niv York), ABD
 
“Serigrafi”, 1986, Süleyman Saim
Tekcan, 74x47 cm, Serigrafi, Anadolu Üniversitesi
Koleksiyonu, Eskişehir
 
 

ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ OLAN ÖĞRENCİLER VEYA İLERİ DÜZEYDE ÖĞRENME HIZINA SAHİP OLAN ÖĞRENCİLER İÇİN EK ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME ETKİNLİKLERİ

Öğrenme güçlüğü olan öğrencilerinizin öğrenme gayret ve grafi­ğini, hızlı öğrenen öğrencilerinizin öğrenme hızlarını da dikkate alınız. Bu öğrenciler için eğitim öğretim yılı başında Özel Eğitim Değerlendirme Kurulu ve BEP Geliştirme Birimi’nin iş birliğiyle Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı’nı hazırlayınız. Bireyselleşti­rilmiş Eğitim Programı (BEP) doğrultusunda hazırladığınız kriter­lere göre ölçme ve değerlendirme yapınız. Gerekli dokümanlar ve bilgilendirmeler https://grslsntlr.blogspot.com/2020/12/kaynastirma-ogrencilerinin-egitimine.html adresinde verilmiştir.

ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME

 1-Süreç öğretmen tarafından performans değerlendirme ölçekleri kullanılarak yapılacaktır.

Yorumlar