10.1.1.1. Geleneksel Türk sanatlarının çeşitlerini açıklar.
10. 1.1.2. Geleneksel Türk sanatlarının kültürel önemini açıklar.
10.1.1.3. Geleneksel Türk sanatlarının önemli temsilcilerini tanır.
10. 1.1.4. Geleneksel Türk sanatlarında kullanılan renklerin sembolik
anlamlarını açıklar.
10.1.1.5. Geleneksel Türk sanatlarına ait motiflerin biçim ve anlam
özelliklerini açıklar.
10. 1.1.6. Geleneksel Türk sanatlarından minyatür ve ebrunun teknik
özelliklerini ve malzemelerini açıklar.
10.1.1.7. Geleneksel Türk sanatlarından minyatür ve ebrunun teknik özelliklerini
karşılaştırır.
10.1.1.8. Eserlerinde geleneksel Türk sanatlarının öz ve biçim
özelliklerinden yararlanan çağdaş Türk ressamlarını tanır.
SINIF
9
SÜRE
6
saat
ARAÇ VE GEREÇLER
Bilgisayar, Genel Ağ, etkileşimli tahta,
geleneksel Türk sanatları içerikli çeşitli sanat kitapları, röprodüksiyon
YÖNTEM VE TEKNİKLER
Soru-cevap, anlatım, sanat eseri inceleme,
grup çalışması, tartışma, araştırma
DERS
HAZIRLIK
Geleneksel
Türk sanatları dendiğinde aklınıza neler geliyor?
Bu
dersten sonra geleneksel Türk sanatlarının çeşitlerini, önemini ve önemli
temsilcilerini, geleneksel Türk sanatlarında kullanılan renklerin sembolik
anlamlarını, geleneksel Türk sanatlarına ait motiflerin biçim ve anlam
özelliklerini, geleneksel Türk sanatlarından minyatür ve ebrunun teknik
özelliklerini ve malzemelerini, bu tekniklerin özelliklerini karşılaştırmayı,
eserlerinde geleneksel Türk sanatlarının öz ve biçim özelliklerinden
yararlanan çağdaş Türk ressamlarını öğreneceksiniz. Geleneksel Türk
sanatları ile ilgili günümüze ulaşan eserleri araştırıp inceleyerek derse
katılmanızı bekliyoruz.
1.grup tezhip, 2. grup hat, 3. grup ebru, 4. grup
çini, 5. gruba minyatür sanatı konularında araştırma yaparak, sanat
dallarının kültürel önemini, önemli temsilcilerini, eserlerde kullanılan
renklerin sembolik anlamlarını (Kara: Kuzey, aşağı dünya; ak: batı, yukarı
dünya vb.) ve motiflerin biçim özelliklerini açıklayan birer sunum yaparak
derse katılabilirler.Aşağıdaki okuma parçasını okuyarak konu hakkında daha
fazlabilgi edinebilirsiniz.
Araştırma
sonucunda topladığınız bilgi ve dokümanlarla geleneksel Türk sanatlarını tanıtan
afişler hazırlayacağız.
ESKİ TÜRKLERDE KÜLTÜR VE SANAT
Türk sanatı, Türk dili, Türk tarihi, Türk örf ve âdetleri
kısaca Türk kültürü dediğimiz zaman bir anda kendimizi başka milletlerden
ayırmış oluruz. Tarihin akışı içinde Güney Sibirya ve İç Asya’dan tarih
sahnesine çıkarak o bölgelerin coğrafi ve fiziki şartlarına intibak etmiş ve
ardından hangi yollardan ve ülkeleri aşarak hangi kültürlerle haşır neşir
olarak bugünkü topraklarımıza ulaşmış kültürel bir kimlik kazanmışız? Türk
milleti olarak bir kültür bütünlüğü içinde bugüne nasıl gelmişiz? Millî
varlığımızın şuuruna ulaşabilmemiz için nerelerden geçtik, hangi ülkelerin
topraklarını aştık? Geçtiğimiz topraklarda hangi yapıları, abideleri
bıraktık? Bu durumu iyice anlayabilmemiz için millî varlığımız olan sanat
eserlerimizi kısım kısım inceleyerek, yaşanmış olan yüzyılları süzgeçten geçirerek,
geçtiğimiz yolları adım adım inceleyerek ve bir ilmî sonuca vararak bir
bütüne ulaşabileceğimiz kanaatindeyim.
Yüzyıllar boyunca çeşitli kültür hareketlerine
sahne olan İç ve Orta Asya’da yaklaşık olarak MÖ VIII ve VII. yüzyıllar
arasında Hunlar, bilinmezliğin karanlıklarından sıyrılmış; yeryüzünün ilk
imparatorluğunu kurarak büyük istilalar yapmış, geniş kitlelere hükmetmiş,
kültür ve sanatını yaratmıştır. Bir zaman sonra bu yaratıcı kuvvet ve
kudretin yıpranması ve zayıflamasıyla yüzyıllar içinde gelişmiş ve öne çıkmış
sanat davranışlarını daha dinamik ve daha genç bir Türk boyu devralmış ve ona
sahip çıkmıştır. Zamanla onun yerine de başka Türk boyları geçmiş, bu tarihî
geçit resmi bu şekilde yüzyıllar boyunca sürüp gitmiştir. Yüzyılların akışı
içinde Türklerin birbiri ardından çeşitli devletler kurarak sürekliliğini ve
gücünü devam ettirmesi tarih sayfalarında eşine az rastlanan bir durumdur. Tarih boyunca, bozkır ellerinin birden fazla birlik kurduklarına
nadiren şahit olunurken Türklerin Hunlardan Selçuklulara gelinceye kadar
yirmiye yakın devlet kurdukları ve değişik adlar altında varlıklarını 3.000
yıla yakın korudukları gözlemlenir. Bazı tarihçilerimizin bu nadir görülen
sürekliliği, değişik bir teoriden ele aldıkları onların İç ve Orta Asya’nın
geniş ufuklarında ve tarihin akışı içinde tek bir siyasi oluşum hâlinde
yaşayan Türk topluluklarında değişenin yalnız hanedan adları olduğunu
bildirmeleri ilgi çekicidir.
Hunların bir devamı
olan Göktürkler, Avarların (Apar) yıkılmasıyla hâkimiyeti ele aldılar.
Göktürklerin zayıflamasından istifade ederek onları mağlup eden ve
topraklarına yerleşen topluluk gerek dil gerek ırk yönünden Göktürklerin
kardeşi olan Uygurlardan başkası değildi. Göktürkler tıpkı Hunlar gibi
asker, teşkilatçı, dinamik ve göçebe bir topluluktu. Bu cengâver ve
teşkilatçı vasıflara şaşılacak bir medeniyet örneği katan Uygurlar 100 yıl
süren hâkimiyetleri sırasında Türk plastik sanatına taze renkler
getirmişlerdir. Sonuçta bu Türk kavminin eşsiz medeniyetini çekemeyen ve onun
hâkimiyetine göz koyan güçlü kuzey Türklerinin temsilcisi Kırgızlar da
yabancı bir soy olmayıp aynı dili konuşan Uygurların en yakın akrabalarıdır.
“Kül Tigin’in Başı”, VI-VIII. yy., Göktürkler,
Heykel, Moğolistan Ulusal Müzesi, Ulan Batur, Moğolistan
Bu değişiklikler sırasında eski hâkim boylar yerlerini yeni
gelen istilacılara terk etmeyip hep beraber aynı topraklarda kalırlar. Bir
müddet sonra diğer bir Türk topluluğunun yıldızının parladığı ve
Kırgızların hâkimiyeti Karluklara kaptırdıkları görülür. Böylelikle Hunlardan
başlayarak yüzyıllar boyu devam edegelen Türk topluluğunun sanatını muhafaza
etmesi ve geliştirmesi, zamanımıza kadar ulaştırması, kültür ve sanat tarihi
çerçevesinde de şimdiye kadar görülmemiş bir durumdur.
Son çeyrek asır içinde, Türk sanatının en erken devirlerine
ait keşifler olağanüstü bir gelişme gösterdi. Orta Asya’nın ücra
köşelerinde, dağların ıssız bölgelerinde ve nehir kenarların da bulunan
Türklere ait mezarlar, kurganlar keşfedildikçe Türk sanatının kaynaklarına
doğru bir yönelme oldu.
“Uygur Kağanları”, VIII-XIX. yy., Uygurlar,
Duvar Resmi (Turfan Bezeklik 9. Mağara), Asia Art Museum
(Esia Art Müzyum), Berlin, Almanya
Atalarımızın resim, heykel ve süsleme sanatlarının en eski
örnekleri gün ışığına çıkartıldı. Türklerin Uygurlardan ve Göktürklerden çok
daha önceleri son derece ilgi çekici sanat eserleri olduğu meydana çıkınca
bize yepyeni bir dünyanın hitap ettiğine şahit olduk. Şaşkın ve hayran bir
şekilde onun sesini duyuyoruz. Bakışlarımız Antik Çağ’a kadar uzanıyor, bu
bakış bize Antik Çağ’la eşit olan yepyeni bir dünyanın kapılarını açıyor.
Tarihin en sisli devirlerinden ansızın karşımıza çıkan, erken dönem Türk
sanatının kaynakları bütün çıplaklığıyla gözlerimizin önüne seriliyor. Bu
araştırmalar ve keşiflerle yepyeni bir zemine ayak basıyoruz. Öyle bir zemin
ki resim; heykel ve süsleme sanatlarımızın, halıcılığımızın, keçe
sanatımızın, el sanatlarımızın ilk örneklerini bize aksettiriyor,
giyeceklerimizin ilk çıktığı noktaya ulaşabiliyoruz.
1.1. Tezhip: Yaldız ve boya kullanılarak kâğıt üzerine yapılan kendi
içinde disiplinleri olan bir tür bezeme sanatıdır. Eski bir süsleme
sanatıdır. Sözcük Arapçada altınlama, yaldızlama anlamına gelir.
Tezhip yalnız altın ile değil, boya ile de yapılır. Çoğunlukla el yazması
kitapların sayfalarını ve hat levhalarının kenarlarını süslemede
kullanılmıştır.
1.2. Hat: Arap harflerini malzeme olarak kullanan
yüzey sanatıdır. Arap harfleriyle oluşturulan bu yazı türü hüsnühat adıyla
da bilinir. Belirli kurallara göre güzel yazı yazma sanatıdır.
1.3. Ebru: Kitre ile yoğunlaştırılmış su yüzeyine özel
boyalar damlatılır ya da serpilir. Bu boyanın üzerine bir tabaka kâğıt
yatırılarak boyanın kağıda transferi ile yapılan süsleme amaçlı resim
sanatıdı.
1.4. Çini: Bir tür beyaz topraktan elde edilen çamurun pişirilmesi ile
yapılan, mineli, ince yapılı fakat saydam olmayan seramik işlerindendir. Çini;
duvar kaplaması olarak kullanılan renkli, genellikle bezeli ve sırlı
seramik plakaya denir. Çini, tabak ve çanak gibi eşya yapımında kullanılı.
1.5. Minyatür: Bir kitabı, madalyonu ya da küçük boyutlu herhangi bir
objeyi bezemek amacı ile ışık, gölge ve derinlik duygusu yansıtılmadan
yapılan küçük ve çok renkli resim sanatıdır.
Minyatür bir resim çeşididir. Eskiden hem
Doğu’da hem de Batı’da el yazması kitapları süslemek için renkli resimler
yapılırdı. Batı’da minyatür Doğu’da nakış diye adlandırılan
bu renkli resimlerin kendine has bir yapılış tekniği, bir üslubu vardır.
Minyatür resimler genellikle o devrin devlet adamlarının savaş, tören ve av
gibi yaşantılarını konu edinir. Bu çalışmalarda perspektif kuralları
uygulanmaz, ışık ve gölgeye yer verilmez. Şekiller kendi rengine uygun
olarak düz boyanır. Figürler, kişilerin önemine göre büyük ya da küçük
yapılır; süs motifleri de en ince ayrıntılarına kadar gösterilir. Minyatür
resimler sulu boya ve guaj boya tekniğinde yapılır.
2.Geleneksel Türk Sanatlarının
Kültürel Önemi
• Geleneksel sanatlar, bir ülkenin kültürel kimliğinin en
canlı ve anlamlı belgesidir.
• Geleneksel Türk sanatları; Türk toplumlarının duygularını,
sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtarak geleneksel vasfı
kazanmıştır.
• Geleneksel Türk sanatları, Anadolu’nun binlerce yıllık
tarihinden gelen çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla kendi öz değerlerini
birleştirerek zengin bir mozaik oluşturmuştur. Bu nedenle geleneksel Türk
sanatları, çok eskiye dayanır. Günümüz Türk sanatına temel teşkil etmesi
bakımından ve sosyokültürel açıdan önemlidir.
3.Geleneksel Türk Sanatlarının
Önemli Temsilcileri
Geleneksel Türk sanatlarından tezhip, hat, ebru, çini ve
minyatür sanatlarının önemli temsilcilerinin Ebru Sanatçısı Mustafa Esat
Düzgünman (1920-1990); Ebru ve Hat Sanatçısı Necmettin Okyay (1883-1976);
Hat Sanatçısı Hamid Aytaç (1891-1982); Tezhip Sanatçısı Rikkat Kunt
(1903-1986); Minyatür sanatçıları Matrakçı Nasuh (1480-1564), Nakkaş Osman
(XVI. yy.), Levni (?-1732), Süheyl Ünver (1898-1986) ile çini sanatçıları
Hafız Mehmet Efendi (1872-1922) ve Faik Kırımlı (1935-2011) olduğunu söyleyebiliriz.Şimdi
bu sanatçıların üslüplarından bahsedelim.
Üslup, bir toplumun-çağın tüm sanat eserlerinde ortak olan
biçimlendirme, tasarım ilke ve anlayışları bütünüdür. Sanatçının yapış yolu,
ifade şekli ve usulüdür. Sanatçı; eserlerinde duygu, düşünce, hayal ve
heyecanlarına biçim verir ve eserini izleyiciye sunar.
Her sanatçının mensup olduğu bir millet, içinde yetiştiği bir
kültür ve hayatını şekillendiren gelenekler vardır. Geleneksel Türk
sanatçısı kendini gerçekleştirirken yaşadığı toplumun gelenek ve
göreneklerinden beslenmiştir. Sanatçının kimliğini oluşturan bu özellikler,
eserlerine yansımıştır. Böylece sanatçı, kendi üslubunu oluşturmuştur. Bu
üslup yaklaşımları yetiştirdikleri öğrencilerle birlikte yaşadıkları döneme
damgasını vurmuş ve genellikle o dönemin üslubu hâline gelmiştir. Birçok
sanatçı, içinde bulunduğu dönemin üslup özellikleri doğrultusunda eserler
vermiştir.
Mustafa Esat Düzgünman (1920-1990)
Mustafa Esat Düzgünman, ebru sanatıyla ilgili
eserler vermiştir. Yaşadığı dönemde; Türk ebru sanatının günümüze kadar hiç
bozulmadan taşınmasına, yurdumuzda ve dünyada tanınmasına, gelişmesine
katkıda bulunmuştur. Sanatçı; ebru sanatını öğrendiği biçimde bırakmamış,
bu sanatın yapısını bozmadan ve yeniliklere açık özelliğinden yararlanarak geliştirmiştir. Rastgele yapılan yenilik ve modernizasyon
arayışlarını onaylamamıştır. Ebru sanatına papatya ve menekşe figürünü
eklemiştir. Serpmelerde çok başarılı olmuştur. Çiçekli ebrular, onun
üslubuyla tabiattaki görünümlerine daha yakın yapılmıştır.
Mustafa Esat Düzgünman, ebru sanatına kompozisyon tarzını getirmiştir.
“Çiçekli Ebru”, Mustafa Esat Düzgünman, Galata Mevlevihane Müzesi, İstanbul
Necmettin Okyay (1883-1976)
Necmettin Okyay; mürekkepçilik, aharcılık,
okçuluk, gülcülük, eski tarz mücellitlik ve hattatlığın yanı sıra
ebruculuğu da meslek edinmiştir. Necmettin Okyay, ebruyu Ethem Efendi’den
öğrenmiştir. Rik’a, divani ve celi divani icazetleri almıştır. Sülüs-nesih,
ta’lik ve celi ta’lik yazıyı öğrenmiştir. Ebruyu, oğulları Sami ve Sacit
Okyay ile yeğeni Mustafa Esat Düzgünman’a öğretmiştir. Yaptığı çiçekli ve
yazılı ebrular, ebruculuk tarihinde bir ilktir. Necmettin
Okyay, ebruculuk tarihimizde yeni bir tarz başlatmıştır. Ebru yapımında
“Ali Kurna” denilen iyi cins kâğıt kullanmıştır. Ebru kuruduktan sonra
üzerini iyice mührelediği için ebrularının boyaları çıkmamıştır.
“Hatip Ebru-Hat”, Necmettin Okyay
Hamit Aytaç (1891-1982)
Hattat Hamit, çok eski hattatların yazı
örneklerini sabırla ve titizlikle inceleyerek ilerlemiştir. Başta
celi-sülüs olmak üzere sülüs, nesih, celi, ta’lik ve diğer yazı
çeşitlerinde hatta Latin yazılarında aynı titizlikle kalem kullanan bir
sanatkârdır. Hamit Aytaç, İslam yazı sanatlarına yön veren
ve İslam dünyasının dikkatlerini İstanbul üzerinde toplamayı başaran büyük
Türk hattatlarının sonuncusudur.
“Feseyekfikehumullah”, Hamit Aytaç
Rikkat Kunt (1903-1986)
Rikkat Hanım’ın en sadesinden en incesine kadar
her eserinde, elinin titizliği hissedilir. Bilhassa halkâri bezeme üslubu,
XX. yüzyılda Rikkat Kunt’un fırçasıyla yeniden hayat bulmuştur. Kırk yılı
aşan sanat hayatında kıta, levha ve hilye-i nebevi olarak sayısız eser
tezhip etmiştir. Rikkat Kunt’un minyatür çalışmaları da
vardır.
Tezhip”, Rikkat Kunt
Matrakçı Nasuh (1480-1564)
Matrakçı Nasuh, Kanuni Dönemi’nde
yaşamıştır. Nakkaş, yazar, şair ve bilim adamıdır. Topoğrafik türde
minyatürler de yapmıştır. Topoğrafik minyatürlerin oluşma nedeni tarihî
olayların geçtiği yörelerin de belgelenmesinin gerekliliğidir. Matrakçı
Nasuh’un en ünlü eseri, Kanuni’nin Irak seferinde ordunun konakladığı
yerleri canlandıran “Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn”dir .
Matrakçı Nasuh’un minyatür-harita karışımı kendine has bir üslubu vardır.
Eserlerinde yeryüzünün kuşbakışı görünümünü resmeder. Buna karşın şekilleri
tepeden değil, sanki karşıdan görüyormuş gibi çizer. Bu resimlerde hayvan
figürleri bulunsa da insan figürü belirgin olarak kullanılmamıştır.
Şehirlerdeki binalar tek tek seçilebilir.
“Halep-Beyan-i Menazil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman”, 1537, Matrakçı Nasuh, Minyatür, İÜ Kütüphanesi, İstanbul
Nakkaş Osman (XVI. Yüzyıl)
Nakkaş Osman, Osmanlı padişahlarının
tasvirlerini yapmıştır. Osmanlı minyatür sanatında “dizi padişah
portreciliği” olarak bilinen yeni bir geleneğin yaratıcısıdır. Nakkaş
Osman, pastel renkler kullanmış ve “Sürname-i Humayun” adlı eserinde tüm
hünerini sergilemiştir. İstanbul’daki günlük hayatı, esnafların
karakteristik özelliklerini, törenleri, gösterilerin canlı ve neşeli
havasını yansıtan tasvirleri; belge değeri taşıması yönünden de önemlidir. Nakkaş Osman, bu bakımdan Osmanlı minyatürüne yön veren ilk
büyük sanatçıdır.
Levni, XVIII. yy.da Osmanlı minyatürünün Lale
Devri’ne kadar devam etmiş klasik üslubunda değişiklik yapan bir
nakkaştır. Portrelerinde kişinin yüz anlatımını da işlemeye yönelmiş;
vücut hareketlerine doğal bir kıvraklık kazandırmış ve dikkati, belli bir
noktaya toplamak yerine bütün yüzeye yaymayı amaçlayan kompozisyonlar
tasarlamıştır. Bu özellikler, Levni’nin minyatürlerinin ilk bakışta
algılanmasını ve başka ustalarınkinden ayırt edilmesini sağlamıştır. Elliyi
aşkın bir dizi hâlinde levhalar üzerine yapılmış minyatürleri; kadın müzik
topluluklarını, rakkaseleri, harem kadınlarını ve çeşitli portreleri konu
almıştır. Levni; asalet ve zarafeti yansıtma kaygısının
çizgiye hâkim olduğu bu resimlerin çoğunda, eski şemacı nitelikleri aşan
bir canlılık ve en doğacı resimlerde dahi rastlanması güç olan bir ifade
kuvveti göstermiştir. Bu figürler; zarif çizgilerle, narin hatlarla
canlandırılmış ve inceliği ifade etmiştir. İnce ayrıntılarıyla çizilmiş
resimler, bir yandan da dönemin toplumsal yaşamı hakkında bilgi
edinilmesini sağlamaktadır. Bu özellikler, Levni’nin Osmanlı minyatür
sanatının son büyük ustası sayılmasını sağlamıştır.
“Avcı, Tazısı ve Şahiniyle”, 1720-1730, Levni, Minyatür, Topkapı Sarayı Müzesi, İstanbul
Ahmet Süheyl Ünver
(1898-1986)
Ahmet
Süheyl Ünver, hayatını geleneksel Türk süsleme sanatlarına adamış bir
sanatçıdır. Selçuklu Geçmeleri adını verdiği, özellikle XII. ve XIII.
yüzyıllarda daha sonra beylikler dönemi ve Osmanlı kitap yazmaları
tezhiplerinde, kenar suyu olarak kullanılan desenlerin birçok örneğini
toplamıştır. Bu toplamalarını, kareli kâğıtlar üzerinde deşifre ederek
bazılarının metot hâline gelmesini sağlamıştır. Bunlardan birçok yeni
zencerek bordürlerinin yanı sıra farklı biçimlerde uygulamalar yapmıştır.
Ahmet Süheyl Ünver sayesinde bu metot, çok yaygın ve düzenli bir biçimde
bütün tezhip çalışanları tarafından kullanılmaktadır. Ahmet Süheyl Ünver;
ömrü boyunca Türk kültürü, Türk sanatı ve Türk tezyinatı alanında eserler
vermiştir.
“Minyatür”, Süheyl Ünver
Hafız Mehmet Efendi
(1872-1922)
Hafız Mehmet Efendi, yaşadığı dönemin en
büyük çini sanatçılarındandır. Desenlerinde İznik çinilerini yeniden hayata
geçirmek istemiştir. Çinilerinde hatai, bulut, rumi desenlerini; ana renk
olarak kobalt mavi ve tonlarını daha çok kullanmıştır. Kütahya Takvacılar
Camii çinilerini yapmıştır. Hafız Mehmet Efendi; bu çinilerde
lacivert, sarı, yeşil, mangan moru, kırmızı, siyah renkler kullanmıştır.
Kurduğu bir çini fabrikasında kase, sürahi ve fincan vb. üretmiştir.
“Kütahya Takvacılar Camii Mihrabı”, Hafız Mehmet Emin Efendi
Faik Kırımlı (1935-2011)
Faik Kırımlı, hayatının önemli bir
bölümünü Topkapı Sarayı ve Osmanlı arşivlerinde, çininin XVI. yy.daki
yapılış tekniğini arayarak geçirmiştir. Çininin büyük ustası Faik Kırımlı,
gravür ressamlığıyla başladığı sanat macerasında antika koleksiyonculuğuyla
da ünlenmiştir. Faik Kırımlı, hayatının yedi senesini bizzat çiniyi
araştırmaya adamıştır. Yoğun araştırmaları ve çalışmaları sonucunda,
çininin şahikası olan “mercan kırmızısı”nı bulmuştur. Faik
Kırımlı, çini alanında önemli eserler vermiştir.
“Çini Tabak”, Faik Kırımlı
4.Geleneksel
Türk Sanatlarında Kullanılan Renklerin Sembolik Anlamları
Türk kültüründe renkler, çeşitli anlamlar kazanmıştır. Türk
gelenek ve göreneğinde gücü, kuvveti, hâkimiyeti belirtmek için renkler
kullanılmıştır. Ak, kara, gök ve kızıl dediğimiz (beyaz, siyah, mavi ve
kırmızı) dört renk pek çok coğrafi ad için de kullanılmış, Türk kültüründe
yön bildiren kavramlardır. Kara (siyah)-kuzeyi, al-kızıl
(kırmızı)-güneyi, gök (mavi)-doğuyu ve ak (beyaz)-batıyı temsil eder.
Ak (Beyaz) : Ak (beyaz), tüm renklerin toplamını ifade eder. Renklerin
anası olarak bilinir. Ululuk, adalet, büyüklük, güç, kutluluk, tecrübe,
sevgi, eşitlik ve arılık gibi kavramların sembolüdür. Saflık, temizlik,
tarafsızlık, sessizlik, yeryüzü ve masumiyet kavramlarını da ifade eder.
Al-Kızıl (Kırmızı) Renk: Al-kızıl
(kırmızı) renk, temel renktir. Halk arasında al ve kızıl adları ile de
bilinir. Türk kültüründe heyecan, kudret ve akıncılığın sembolüdür. Cesaret,
hayatta kalma ve hayat verme unsuru olarak bilinen kırmızı, kan rengidir.
Gök (Mavi) Renk: Gök
(mavi) renk, renklerin en derinidir. Türk kültüründe genellikle gök renk
şeklinde söylenir. Bu renk, Türklerde eskiden ululuğun, yüceliğin sembolü
olmuştur. Mavi, insanlık tarihinde kutsal sayılan gök ve suyu temsil eder.
Bilinç, gerçek, uyum, sakinlik ve umudun sembolüdür. Gök rengi sonsuzluk,
emniyet ve rahatlığı hissettiren, huzur veren bir renktir. Gök renk
(turkuaz), yabancılar tarafından Türk mavisi biçiminde ifade edilir.
Yaşıl (Yeşil) Renk: Yaşıl
(yeşil) renk, doğanın rengidir. Ağaçların, bitkilerin sembolüdür. Eski
Türklerde bahar yeşili; yeniden yaşamayı, canlanmayı ve neşeyi temsil
etmiştir. Yeşilin her tonu yatıştırıcı, iyileştirici, huzur verici ve
sakinleştiricidir. Yeşil rengi oluşturan sarı renk sıcaklığı, mavi renk de
sakinlik ve huzuru yeşil renge vermiştir. İslamiyetle kutsallık kazanmıştır.
Bu renk, Osmanlı sancaklarında uzun süre kullanılmıştır.
Sarı Renk: Sarı
renk, güneşin rengi ve simgesidir. Sarı temel olarak neşe ve keyif verici bir
renktir. Aynı zamanda bilgelik, anlayış ve yüksek düzeyde sezgisel kavrayışı
da temsil eder. Altın tonlarındaki sarı; ruhsal kusursuzluğu, huzur ve
dinlenmeyi ifade eder. Türk destanlarında ise sarı renk, kötülük ve felaket
sembolüdür. Sarı ejderha, Türk masallarında kuşku veren ve kötü duygular
hissettiren bir motiftir. Sarı renk Anadolu kültüründe hastalık sembolü
olarak da bilinir.
Kara (Siyah): Kara (siyah), eski Türklerde
dünyanın oluşumu sırasında ortada sadece zifirî karanlığın yani siyah rengin
olması nedeniyle bütün renklerin tohumu aynı zamanda başlangıç noktası olarak
görülür. Siyah tüm renkleri yutar, ölümün karanlığına gömer. Türk
mitolojisinde toprak rengi olarak kullanılmıştır. Kara renk; uğursuzluğu,
suskunluğu, korkuyu, karanlığı, kara günü, kaybı, yaşamın yokluğunu ve aşağı
dünyayı (ahireti) temsil eder.
5.Geleneksel Sanatlara Ait
Motiflerin Biçim ve Anlam Özellikleri
5.1.Bitkisel Motifler:
Bitkisel motifler
yapraklar,
çiçekler, ağaçlar ve
meyveler olmak üzere dört bölüme ayrılmıştır. Motifler, stilize edilerek
daha sonraları ise doğadaki tabii hâllerine bağlı kalınarak
tasarlanmıştır. Kullanılan bitkisel motifler, her yüzyılda benzerlik
göstermesine rağmen zamana ve farklı kültürlere bağlı olarak değişmiştir.
Yeni motif ve farklı üsluplarla bu dağarcık genişlemiştir.
Geleneksel Türk sanatlarında
kullanılan motifler, Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra oluşan kültür
zenginliği ile çeşitlenmiş ve gelişerek devam etmiştir. Böylece bitkisel
motifler tezyinat sanatında yerini almıştır.
Rumi: Sözlük anlamı Anadoluludur.
Bu motife aynı zamanda Selçuki de denir. Selçuklu Türkleri
tarafından meydana getirilmiş, günümüze kadar da Türk süsleme sanatlarının
bir türü olarak kullanılmıştır. Bazı hayvanların soyutlanmasıyla üretilen
motiflerin (ruminin) ilk örneklerinde bu hayvanları tanımak mümkündür.
Kuşlar, yırtıcı hayvanlar, evcil hayvanlar, suda yaşayan hayvanlar,
sürüngenler, grifon ve ejder gibi mitolojik hayvanlar örnek alınmıştır.
Daha sonraki zamanlarda tamamen soyutlanan bu hayvanlar tanınmaz hâle
gelmiş ve rumi motifi en klasik hâlini almıştı.
Hatai: Türk süsleme sanatlarının ve
tezhip sanatının başlıca motiflerindendir. Orta Asya kaynaklıdır. Doğada
rastlayamayacağımız ve hangi çiçek olduğunu anlayamayacağımız kadar
değişik biçimdedir. En doğal görünen yapraklardır. Hatai, nilüfer çiçeği
anlamında da kullanılmaktadır. Çok basit ve çok detaylı yapıda olanları
vardır. Diğer motiflerde olduğu gibi yüzyıllar boyunca geliştirilmiş ve
çeşitlendirilerek zenginleştirilmiştir.
Münhani: Sözlük anlamı eğri,
kavistir. Tezhip sanatında bir motif türüdür. Kuş tüylerinin, balık
pullarının üst üste sıralanması gibi münhani motifindeki parçalar mantıklı
sıralanmalar hâlindedir. Selçuklular Dönemi’nde özellikle el yazması eserlerde
ve Kur’an-ı Kerimlerde çokça kullanıldığı için bu motife Selçuklu
münhanisi de denir.
Bulut: Ay, güneş ve yıldız gibi
evren ile ilgili, Türk süsleme sanatı motiflerinden biridir. Bu süsleme
ögesine Çin bulutu da denir. Uzak Doğu, Türk asıllı motiflerimizdendir.
Bulut süslemelere çiğ de denir. Türklerde ve Çinlilerde ejderhanın
bulut biçiminde soyutlanmış hâlidir. Bulutların biçimlerinden ve
hareketliliğinden etkilenen sanatkârlar, onları soyutlayıp bir süsleme
ögesi olarak kullanmışlardır.
Yarı Soyutlanmış Çiçekler: Geleneksel Türk sanatlarında XVI. yy.ın yarısından XVII.
yy.ın sonlarına kadar soyutlanmış fakat bakınca tanınan çiçeklerin, yarı
soyutlanmış yarı doğal hâli kullanılmıştır. Uygulamada önce kitaplarda
gördüğümüz bu çiçekler daha sonra diğer süsleme alanlarına da yayılmıştır.
Eserlerde bütün bahçe çiçekleri görülebilir.
Çintemani: Orta Asya
kaynaklıdır. Bu motife panter beneği de denir. Üçgen biçimli, biri
yukarıda diğer ikisi altta yan yana, araları çok az açık üç daireden meydana
gelir. Bu dairelerin içine bir veya birkaç tane daha daire çizilir. Bu
daireler motife hilal görünümü verir. Çintemaninin diğer bir adı Timuçin
damgasıdır. Üç yuvarlak şeklin altında bazen uçları sivri bir veya iki
tane dalgalı bir motif daha bulunur. Bunlara da şimşek, dudak, bulut,
kaplan postu adları verilir. Her iki motif tek tek kullanıldığı gibi
bir arada da kullanılır. Çintemani motifi; Osmanlı padişahlarının
kıyafetlerinde güç, kuvvet ve saltanat sembolü olarak kullanılmıştır. Saray
motifi olarak da bilinir.
Yaprak: Bitki kaynaklı süslemelerin
vazgeçilmez bir elemanıdır. Çiçeklerde olduğu gibi yapraklar da soyutlanarak
çizilmiştir. Türkler, süsleme motiflerini üretirken ne doğadan bire bir
almış ne de tam soyutlama yapmışlardır. Yarı soyutlamaları süzgeçten
geçirerek yorumlamışlar, analiz ve sentezlerden sonra uygulamışlardır.
Bu değerlendirme yaprak motifi için de geçerlidir. Türk
süsleme sanatlarında sade, küçük, iri dişli, parçalı, dilimli, katlı,
detaylı ve kıvrımlı yapraklara rastlanır. Yaprak motiflerinin desende
kapladıkları alan; korama (hiyerarşi) uygun olarak yerleştirilmesi, estetik
görünümü, yönü, sapa bitişmesi ve hareketliliği hesaba katılarak
düzenlenmiştir.
5.2. Figürlü Motifler
İnsan Figürü: Geleneksel Türk
sanatlarında insan figürü; İslamiyet’ten önce halı, kilim, duvar resimleri
vb. süsleme alanlarının çoğunda kullanılmıştır. Türklerin İslamiyeti
kabulünden sonra da halı, kilim vb. kullanım eşyalarında sitilize edilerek
kullanılmıştır. Bunun yanı sıra Anadolu Selçukluları Dönemi’nde binicilik
kompozisyonlarında, av sahnelerinde ve çini mozaikler
üzerine işlenen çeşitli motiflerde de görülür. XIII. yy. Konya Kubadabad
Sarayı çinilerinde çeşitli hayvan figürlerine ve Sultan’ı betimleyen
figürlere rastlanır . Geleneksel Türk sanatlarında insan
figürü, İslam dininin etkisi ile Osmanlı Dönemi’nde iki boyutlu minyatür
görüntülerle sınırlı kalmıştır.
Hayvan Motifi: Geleneksel Türk sanatlarında hayvanlar, genellikle kuvvet,
doğurganlık, kötülük veya iyilik sembolü olarak betimlenmiştir. Hayvan
motifleri iki başlık altında toplanmıştır. İlk grupta hayal ürünü efsanevi
hayvanlar, ikinci grupta ise doğa kaynaklı, soyutlanmış hayvanlar vardır.
Bunlar arasında kartal ve güvercin gibi kuşlar; aslan, kaplan, kurt, boğa,
at, geyik, tavşan ve keçi gibi hayvanlar bulunur. Hayvan
motifleri, Selçuklular Dönemi’nde özgün bir biçimde resmedilmiş ve tüm
süslemelerde öne çıkan bir unsur hâline gelmiştir. Gerçek ve mitolojik
hayvan motifleri yer alır. Fakat doğal hâlleriyle hayvan figürlerine
Osmanlı bezeme sanatlarında çok nadir rastlanır. Var olanlar da
soyutlanmıştır
5.3. Geometrik Motifler: Geometrik motifler en eski süsleme unsurlarındandır. Her
kültürde kullanılmıştır. Yatay, dikey, eğik çizgiler; daire, daire parçası,
kare, dikdörtgen, üçgen, çokgenler, elips, yıldız biçimleri vb. çizim
elemanları kullanılarak geometrik süslemeler yapılmıştır. Geometrik
motifler Türk-İslam felsefesinin ve sanatının belki en karakteristik
unsurudur. En yaygın kullanımı Anadolu Selçukluları Dönemi’ndedir .
5.4. Yazı (Hat-Kaligrafi): Genellikle Arap harflerinin kendine has özellikleri
kullanılır. Harflerin arasındaki boşlukların estetik kurallar ve tasarım
kurallarına göre düzenlenmesiyle kâğıt ya da benzeri malzemeler üstüne
kalem veya fırça ile zarif bir şekilde yazılır. Aynı zamanda her toplumun
kendi alfabesini kullanması, belli bir disiplin içinde sanatçının kendi
yorumunu katması ile yaptığı güzel ve estetik yazı yazma sanatıdır. Yazı
sanatında amaç, değişik motiflerin kullanılmasıyla yazıyı olduğundan
farklı ve özgün bir biçimde kompoze etmektir. Türkler, Anadolu’ya gelirken
yazı (hat) sanatını da beraberlerinde getirdiler. Anadolu Selçuklu
Dönemi’nde tezhipli yazmaların yoğun bir şekilde hazırlanması, XIII.
yy.dan sonra başlar ve XIV. yy. boyunca sürer. Türkler, yazı sanatı
alanında en parlak dönemlerini Osmanlılar Dönemi’nde yaşadılar.
5.5. Süsleme: Resim sanatının bir koludur. Süsleme; belli bir yer,
eşya veya abidenin daha da güzelleştirilmesi için üslup kazandırılmış
şekil, resim ve motiflerle değerlendirilmesidir . Süslemenin
ana temasını desenler, desenleri de motifler oluşturur. Türk süslemesinin
zenginliği, motif çeşitlerinin bolluğu ve motiflerin son derece estetik bir
yapıya sahip olmasından ileri gelir. Türk sanatçıları, yüzyıllar boyunca
devam eden geleneklerle yoğrulan dekoratif sanatların ileri bir düzeye
ulaşmasını sağlamışlardır. Bu durumun nedenleri, Türk sanatçısının dinî
hassasiyetlerinden dolayı resim ve heykel sanatlarından uzaklaşmasında ve
benliğini süsleme sanatları yoluyla korumaya çalışmasında aranabilir.
5.6. Karmalar: Ebru, hat ve tezhip (geometrik ve bitkisel motifler)
sanatlarının birlikte kullanılması ile oluşan bezemelerdir. Karmada
motifler, karakterlerini bozmadan iç içe geçirilerek bazen de yan yana
kullanılır. Kısaca bütün süsleme sanatlarının bir arada kullanıldığı
bezemelerdir.
5.7. Motiflerde Stilizasyon ve Deformasyon: Geleneksel Türk sanatı süslemelerinde sanatçıların özü
karşılayacak yalın biçim arayışları sonucunda, sanatçılar doğayı stilize ve
deforme etmek suretiyle motifler oluşturmuşlardır. Doğadaki biçimlerin
şematikleştirilmesi, yalınlaştırılması, figürlerin tanınmama derecesine
varmayacak şekilde bozulması ve özünden koparılmayacak biçimde
değiştirilmesi ile eşyanın karakteri daha yalın daha anlamlı bir şekilde
ortaya konmuştur. Süsleyici, geometrik kalıplara sokularak ritmik
şekillerde kompoze edilmiştir. Stilizasyon ve deformasyon,
süsleme resminde en çok kullanılan yöntemlerdendir.
6.Minyatür ve Ebru Sanatının
Teknik Özellikleri ve Malzemeleri
6.1. Minyatür Sanatının Teknik Özellikleri
İlk minyatürlü el yazmaları, XI. yy.ın sonlarına aittir. İslam
minyatür sanatının gelişiminde Uygur resminin büyük etkisi olmuştur. Uygur
ressamları IX. yy.dan itibaren Bağdat, Meraga ve Tebriz’de minyatür sanatını
öğretmişlerdir. Selçuklular, İlhanlılar ve Osmanlılar bu sanatın gelişmesine
büyük katkıda bulunmuştur. İlhanlılar Dönemi’nde dinî kitaplar minyatürlerle
süslenmeye başlanmıştır. Selçuklular Bağdat’ta ilk İslam minyatür okulunu
açmıştır. Osmanlılar Dönemi’nde ise Baba Nakkaş, Nakkaş Osman ve Levni gibi
büyük minyatür ustaları yetişmiştir. Minyatürler hikâye, şiir ve tarihin
âdeta canlı tercümanı gibidir. Yapıldığı tarihin izlerini taşır.
Bir minyatüre bakarak sanatkârın içinde yaşadığı toplumun örf
ve âdetlerini, bazı değer yargılarını, giyim kuşamlarını ve mimari
yapılarını öğrenmek mümkündür. Çünkü minyatürler, hayatın birer kopyasını
gelecek nesillere aktarır.
• Minyatürde canlı renkler kullanılır.
• İnsanlar ve nesneler, yakınlık-uzaklık belirtecek biçimde ve
perspektif olarak boyutlandırılamaz. Resimde derinlik yoktur. Öndeki ve
arkadaki kişiler aynı büyüklükte gösterilir.
• Işık ve gölge yoktur.
• Süs olma özelliğinin yanında renk kullanımında kural yoktur.
6.2. Minyatür
Sanatında Kullanılan Malzemeler
Kâğıt: Ahar (Hattatlıkta kâğıt
yüzeyine sürülerek kalemin kaymasını sağlayan nişasta ve yumurta akından
yapılan bir bileşim.) ve murakka (Hat sanatında cilt kapağının ana
malzemesini oluşturan üst üste yapıştırılmış birkaç katlı mukavva.) eskiden
olduğu gibi günümüzde de kullanılan bir tekniktir. Aharlı kâğıtlar, murakka
denen yöntem ile kullanıma hazır hâle getirilir. Bu yöntemin faydası,
yanlış yapılsa bile kolaylıkla silinebilmesidir. Murakka üstüne çay,
kahve ve pancar gibi doğal maddelerle çizim ve boyama yapılabilir .
Fırça: Üç aylık kedi yavrusunun
gıdı tüyleri fırça olarak kullanılırdı. Günümüzde ise kaliteli fırçalar
kullanılmaktadır.
Boya: Toprak boyalar kullanılır.
Osmanlı Dönemi sanatçıları, renklerin karışmaması için boyaya yumurta
sarısı eklemiş ve boyanın kâğıda sabitlenmesini sağlamışlardır.
Altın: Yaprak veya ezilmiş olarak
iki şekilde kullanılır. Altın, jelatin ile sulandırılır. Jelatinin kıvamı
önemlidir. 1 kahve fincanı sıcak suya 1,5 tablet altın eklenip eritilir.
Jelatin soğuk kullanılır. Oda sıcaklığında tutulursa bir hafta,
buzdolabında saklanırsa iki hafta kullanılabilir.
Ebru Sanatının Teknik Özellikleri
İlk olarak Çin ve Japonya’da görülen ebru sanatının geleneksel
Türk sanatlarından biri hâline gelmesi, XVI. yy.da Türkistan coğrafyasında
tanınması ile başlamıştır.
• Ebru sanatı, boyaların su üzerine damlatılması ve su
üzerinden kâğıda transfer edilmesi yöntemi ile uygulanır. Bu yönüyle tüm
boyama tekniklerinden farklıdır.
• Ebru sanatında kullanılan boyalara, doğadaki renkli kaya ve
topraklardan elde edildiği için toprak boya adı verilir.
• Ebru sanatında kullanılan boyalar suda çözülmez, yağ
içermez.
• Ebru sanatı için hazırlanan suyun kireçsiz ve temiz olması
gereklidir.
• Ebru sanatı, kitre ile yoğunlaştırılmış su üzerine boyalar
damlatılarak uygulanır.
• Ebru sanatçısı, su üzerine damlayan boyaya usta dokunuşlar
ile eşsiz görüntüler meydana getirir.
• Ebru sanatında, destiseng (el taşı) ile ezilerek kullanıma
hazır hâle gelen boyaların gerektiğinde karıştırılması ile istenilen ara
renkler elde edilebilir.
• Renkler genellikle canlı ve parlaktır.
• Ebru eserinin aynısı bir daha tekrarlanamaz.
• Ebru sanatı kopya edilemeyecek bir sanat eseridir.
• Ebru sanatı eserleri yazma kitapların ciltlenmesinde ve
süsleme olarak da kullanılmıştır.
• Renk kullanımında kural yoktur.
• Motiflerde yakınlık-uzaklık belirtilemez ve motifler
perspektif olarak boyutlandırılamaz.
• Işık ve gölge yoktur.
• Ebru sanatı ruh hâlini suya çizme sanatıdır.
• Ebru sanatı, hazırlık aşaması uzun ancak yapım süresi
oldukça kısa olan bir sanat türüdür.
• Ebru sanatı genellikle usta-çırak ilişkisi ile öğrenilen bir
sanattır.
• Yapıldığı dönemin izlerini taşımaz.
• Ebru sanatı hayatı taklit etmez (Görsel 1.40).
6.4. Ebru Sanatında Kullanılan Malzemeler
Toprak Boya: Doğada bulunan
boyalardır. Eskiden özellikli topraklar ezilip, elekten geçirilerek ve
suda süzülerek kullanıma hazır hâle getirilirdi. Günümüzde ise ezilmeye
hazır hâlde ya da ezilmiş toz boyalar kullanılmaktadır.
Öd: Genellikle büyükbaş
hayvanların safra kesesinden elde edilir. Safra kesesi delinir ve içindeki
öd süzülerek bir kapta toplanır. Benmari usulü kaynar suda 20-25 dk.
bekletilir. Yüzeyde biriken köpükler alınıp atılır. Oldukça yoğun ve kötü
bir kokusu olduğu için açık havada hazırlanmalıdır. Kılçıklı-kumlu ebru
yapılacaksa kalkan balığının ödü daha uygundur.
Su: Ebrunun suyu, kireçsiz ve
dinlendirilmiş su olmalıdır. İçine kitre veya denizkadayıfı gibi doğal
maddeler katılır.
Kitre: Hazırlanmış olan boyanın,
suyun üzerinde tutunabilmesi için suyun belli bir yoğunluğa sahip olması
gerekir. Suya bu özelliği veren maddelerden biri de kitredir. Kitre,
Türkiye’nin güney ve güneydoğu bölgelerinde kırlarda yetişen yabani bir
dikenin (geven otunun) öz suyudur. Kabuk hâlinde olan
kitre hazırlanırken istenen ölçüde cam kavanozun içine belirli oranlarda
atılır. İçine saf su konarak 2-3 gün beklemeye bırakılır. Kavanozun
içindeki kitre her gün karıştırılarak, kitrenin ezilip bulamaç hâline
getirilmesi sağlanır. Kitre hazır olduğunda, ince bir tülbentten
geçirilerek yabancı maddelerden arındırılır. Ardından teknede suyla
karıştırılarak ebru yapımına hazır hâle getirilir.
Denizkadayıfı: Hazır toz hâlinde
satılır. 50 g toza 5 litre saf su ilave edilir. Karışımın topaklanması
mikserle veya kaşıkla karıştırılarak önlenir. Bir saat süreyle hava kabarcıkları
yüzeye çıkıp patlayıncaya kadar karıştırılır. Kullanıma hazır hâle
getirilir. Denizkadayıfı kitreye alternatif olarak kitreden sonra en çok
kullanılan kıvam artırıcı malzemedir.
Tekne:İçine sıvının konduğu kaba tekne denir. Tekne çinko, çelik,
galveniz, cam ya da çedeneden (budaksız çam) imal edilir. Tahta
kullanılırsa su kaçırmaması için zift ile kaplanması gerekir. Dikdörtgen
şeklinde olan teknenin derinliği 6 cm kadardır. Ebatları kâğıt boyutuna
göre değişiklik gösterir .
Biz: Teknedeki sıvı üzerine
sıçratılan boyalara şekil vermek ya da sıvının üzerine boya koymak için
kullanılan değişik kalınlıkta iğnelerden, tellerden ya da çivilerden
yapılan malzemedir.
Fırça: Ebru fırçası, gül dalı ve at
kılından yapılır. Esnek ve dayanıklı olmasından dolayı gül dalı kullanılır.
Sert ve düz olduğu için yaşlı atların kuyruk kılı tercih edilir. Kıllar, misinayla
olta iğnelerinde kullanılan düğümsüz bağlama şekli ile gül dalına sarılır.
Böylece fırçaya her vurulduğunda damlaların tekne yüzeyine istendiği gibi
düşmesi sağlanır .
Tarak: Teknedeki sıvı üzerine
sıçratılan boyalara desen vermek için kullanılan alettir. Paslanmaz
tellerin tarak dişleri gibi ince uzun çıtalara eşit aralıklarda dizilmesi
ile elde edilir. Tellerin kalınlıkları değiştikçe desendeki doku da değişir .
Destiseng: Destiseng taşı,
geleneksel ebru sanatında boya pigmentlerinin suyla karıştırılıp
ezilmesinde kullanılan dışbükey bir mermer taştır. Boyalar iyice ezildikten
sonra ebru boyası kıvamına ulaşarak kullanıma hazır hâle gelir.
Mühre: Ebrulanmış kâğıda
yumuşaklık, parlaklık ve düzlük vermek için kullanılan camdan ya da
mermerden yapılan araçtır .
Kâğıt: Ebru yapımında mutlaka,
emici özelliği olan birinci sınıf hamur kâğıt kullanılmalıdır. Mat olanı
tercih edilir .
7.Minyatür
ve Ebru Sanatının Teknik Özelliklerinin Karşılaştırılması
Minyatür Sanatı
Ebru Sanatı
Minyatür sanatı resimlerinde derinlik (perspektif) yoktur.
Ebru sanatında derinlik (perspektif) yoktur.
Minyatür sanatı duygu aktarmaz, konu anlatır.
Ebru sanatı duygu aktarmaz, konu anlatmaz.
Minyatür çalışmasının hazırlık aşaması kısa ancak yapım
aşaması uzundur.
Ebru çalışmasının hazırlık aşaması uzun ancak yapım süresi
oldukça kısadır.
Minyatür sanatında ışık-gölge yoktur.
Ebru sanatında ışık-gölge yoktur.
Minyatür sanatında renklerin parlaklığı ve canlılığı çok
dikkat çekicidir.
Ebru sanatında renklerin parlaklığı ve canlılığı çok dikkat
çekicidir.
Minyatür sanatında renk kullanımında kural yoktur.
Ebru sanatında renk kullanımında kural yoktur.
Minyatürler kâğıt üzerine veya farklı bir yüzeye kalem,
fırça ve boya kullanılarak yapılır.
Ebru çalışması, özel sıvı üzerine boyalar damlatılarak ve
minik dokunuşlar ile suyun içinde dağılan boyalar kâğıda transfer edilerek
yapılır.
Minyatür sanatı resim yapma becerisi olan herkesin yapmayı
öğrenebileceği bir sanattır.
Ebru sanatı genellikle usta-çırak ilişkisi ile öğrenilen
bir sanattır.
Minyatür çalışmaları kopya edilebilir.
Ebru çalışmaları kopya edilemez.
Bir minyatüre bakarak sanatkârın içinde yaşadığı toplumun
örf ve âdetlerini, değer yargılarını, giyim kuşamını ve mimari yapılarını
öğrenmek mümkündür.
Ebru sanatı hayata dair bir anlatım kaygısı taşımaz.
Minyatür sanatında ayrıntı vardır.
Ebru sanatında ayrıntı yoktur.
8. Eserlerinde
Geleneksel Türk Sanatlarının Öz ve Biçim Özelliklerinden Yararlanan
Çağdaş Türk Ressamları
Çağdaş Türk resminde
millî geleneklerden hareket ederek yerel değerlerden beslenebilme anlayışı,
giderek önem kazanmıştır. Bu oluşumlar içinde Abidin Elderoğlu, Malik Aksel,
Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nuri Abaç (1926-2008), Burhan Doğançay,
Erol Akyavaş ve Süleyman Saim Tekcan gibi sanatçılar çalışmalarının kaynağı
olan geleneksel Türk el sanatlarının özünü ve biçimsel yapısını konu alan
çağdaş eserler vermişlerdir. Bu sanatçıların esinlendikleri ve özgün
yaratıcılıklarını besleyen kaynaklar, geleneksel Türk sanatlarının
(minyatür, hat ve kaligrafi sanatı; halı-kilim, el yazmaları, nakışlar;
damga, simge, süsleme sanatı) özü ve biçimidir.
Çağdaş Türk resminde millî geleneklerden hareketle yeni oluşumlar sergileme
eğilimi 1940’lardan günümüze kadar sürmüştür. Bu oluşum içinde Abidin
Elderoğlu, Malik Aksel, Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nuri Abaç, Burhan
Doğançay, Erol Akyavaş ve Süleyman Saim Tekcan gibi sanatçıların geleneğe
bağlı çağdaş Türk resmi kurma çabaları özellikle dikkat çekmektedir. Adı
geçen sanatçıların özgün yaratıcılıklarını besleyen kaynaklar minyatür, hat,
çini; geleneksel mimari formları; Türk el sanatlarından halı-kilim, yazmalar,
nakışlar, simgeler; Karagöz oyunu ve halk resimleridir.
“Kaligrafik Soyutlama”, ?, Abidin Elderoğlu, 26x39 cm, Kâğıt Üzerine Karışık Teknik, Özel Koleksiyon
1950’lerin ressamları, soyut sanat uğraşlarında özellikle hat sanatının
kaligrafik özelliklerinden hareket eden çizgisel bir spontaniteyi
denemişlerdir.
Eski motif düzenlemelerinden esinlenen sanatçılar, soyut anlayıştaki
çalışmaların büyük bir bölümünde başarıya ulaşmışlardır. Bu sanatçıların
ortak yanlarından biri, gelenekçilikle çağdaşlığı bir arada
yürütebilmeleridir. Tarihin derinliklerinden günümüze ulaşan çeşitli simgeler
ve işaretlere yeni anlamlar ve plastik değerler kazandırmak, Türk
ressamlarının ortak amacı olmuştur. Şüphesiz çağdaş Türk resminin geleneksel
anonim özellikler taşıyan eski biçim verileri ile sürekli bir ilişkisi
olması gerekir.
Resimde Batı akımlarını körü körüne taklidin iyi bir sonuç veremeyeceğini
anlayan aydın ve sanatçılar, doğru çözümün ulusallıktan ve millî değerlere
yönelmekten geçtiğini kabullenmişlerdir. Günümüze değin güncelliğini
yitirmemiş olan bu önemli konu, yeni buluşlar ve teknik araçların
katkılarıyla devam etmektedir. Resim arayışları ekseninde, damga ve benzeri işaretleri Türk
resminde kullanan sanatçıların başında Bedri Rahmi Eyüboğlu (1911-1975)
gelir. Bedri Rahmi Eyüboğlu; izlenimcilikten nakış sanatına, halk sanatından
ilkel sanatlara, mozaikten mimariye, şiirden müziğe, fotoğraf, tiyatro ve
sinemaya dek çok farklı alanlara ilgi duymuştur. Resim ve yazılarında bu
konuları işlemiştir.
“Ebabil Kuşu”, 1971, Bedri Rahmi Eyüboğlu, 60x110 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Özel Koleksiyon
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun sanat hayatı çok yönlü ve çok renklidir. Başlangıçta
izlenimcilik, kübizm, dışa vurumculuk gibi Batı kökenli çağdaş sanat
akımlarının etkisinde kalan sanatçı; giderek bu akımların kalıcı yanlarıyla
halk kültürünün, ulusal sanat geleneklerinin biçim ve renk dilini
kaynaştırmayı başarmıştır. Onun yararlandığı kaynaklar sadece minyatürle
sınırlı olmayıp kilim, yazma, çini, nakış, halk resmi ve mimari gibi geniş
kültürel etkileri içermektedir. Ayrıca halk sanatlarındaki birtakım plastik
ögelerin çağdaş sanatlarla örtüşmesi tesadüf değildir. Sanatçı, bu
gerçekliğin farkındadır ve eserlerinde halktan motifleri bire bir taklit etmekten
kaçınmaktadır. Olayın özüne inerek millî sanat dilinde yeni sanat yaratmak
sanatçının fikirlerinin esasını teşkil etmektedir. Doğayı taklitten kaçınmak
hem çağdaş sanatçıların hem de eski Türk sanatı ustalarının ortak
özelliğidir. Eski Türk damga motifleri de asla doğayı taklit etmez. Birkaç
soyut çizgi ile birkaç geometrik eleman, eşya ve olayları simge olarak ifade
eder.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Ebabil Kuşu”, “Hayatağacı”,
“İstanbul”, “Horon” , “Motif”, “Kilimli”, “Fenerbahçe” ,
“Kırkayak”, “Eski Yazıtlar” adlı eserlerinde ve çeşitli yerlerde uyguladığı
mozaik ve rölyef panolarında; damga, im vb. motiflerle karşılaşılır. Bu eserler
incelendiğinde eski Türk yazıtlarını, kaya çizimlerini, damgalarını ve
imlerini çağrıştıran semboller ve motifler hem plastik unsurlar bakımından
hem de konu bakımından örtüşmektedir.
“Fenerbahçe”, 1974, Bedri Rahmi Eyüboğlu, 70x100 cm, Kâğıt Üzerine Akrilik, ?
“Halı Dokuyanlar”, ?, Turgut Zaim, 87,5x74,5 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Resim ve Heykel Müzesi, İstanbul
“Orta Oyunu”, ?, Turgut Zaim, 100x84,5 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Resim ve Heykel Müzesi, İstanbul
“İsimsiz”, 2003, Nuri Abaç, 49x59 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Anadolu Üniversitesi Koleksiyonu, Eskişehir
“İsimsiz”, ?, Nuri Abaç, 42x33 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, ?
“Heybe”, 1960, Burhan Doğançay, 76,20x55,90 cm, Kâğıt Üzerine Sulu Boya, Doğançay Müzesi, Beyoğlu, İstanbul
“Aşırı Nüfus”, 1960, Burhan Doğançay, 44x63 cm, Kâğıt Üzerine Guaj Boya, Doğançay Müzesi, Beyoğlu, İstanbul
“Düşük Şehir”, 1982, Erol Akyavaş, 137x264 cm, Tuval Üzerine Karışık Teknik, Pınar Ertan Koleksiyonu
“Kralların Zaferleri”, 1959, Erol Akyavaş, 121,8x214 cm, Tuval Üzerine Yağlı Boya, Museum of Modern Art (Müzyum of Modırn Art), New York (Niv York), ABD
“Serigrafi”, 1986, Süleyman Saim Tekcan, 74x47 cm, Serigrafi, Anadolu Üniversitesi Koleksiyonu, Eskişehir
ÖĞRENME GÜÇLÜĞÜ OLAN ÖĞRENCİLER VEYA
İLERİ DÜZEYDE ÖĞRENME HIZINA SAHİP OLAN ÖĞRENCİLER İÇİN EK ÖLÇME VE
DEĞERLENDİRME ETKİNLİKLERİ
Öğrenme güçlüğü olan öğrencilerinizin öğrenme gayret ve grafiğini,
hızlı öğrenen öğrencilerinizin öğrenme hızlarını da dikkate alınız. Bu
öğrenciler için eğitim öğretim yılı başında Özel Eğitim Değerlendirme Kurulu
ve BEP Geliştirme Birimi’nin iş birliğiyle Bireyselleştirilmiş Eğitim
Programı’nı hazırlayınız. Bireyselleştirilmiş Eğitim Programı (BEP)
doğrultusunda hazırladığınız kriterlere göre ölçme ve değerlendirme yapınız.
Gerekli dokümanlar ve bilgilendirmeler https://grslsntlr.blogspot.com/2020/12/kaynastirma-ogrencilerinin-egitimine.html adresinde verilmiştir.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1-Süreç öğretmen tarafından performans değerlendirme ölçekleri kullanılarak yapılacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder