Ebad |
Birşeyin en boy ve yükseklik ölçüleri. En ve boy için de söylenir. |
Eboş |
1— Bir sanat eserinin ilk durumu. Bu sözcük büyük çizgilerle taslak haline getirilmiş bir tablonun ilk düşünülmüş durumu için kullanılır. Heykel için de kullanılır. - 2— Kaba, geliştirilmemiş iş. |
Ebru kağıdı |
Kitre, kala gibi yapıştırıcılarla yoğunlaştırılmış su üzerine, terbentin ile sulandırılmış yağlı boya damlatılarak yapılan süse, yatırılan kağıtla alınan resim. Kitle, sıcak suda daha çabuk erir. Ancak en iyisi kitreyi su içinde bekleterek yumuşatmaktır. Ebru kağıdının bir de toz boyayı zamk ve öldle karıştırılarak yapılanı vardır. Ebru kağıdı Osmanlı Sanatında önemli bir yer alır. |
Edikula |
Edikul olarak da bilinir, üçgen ya da kemer biçimli bir alınlığı taşıyan iki sütunla çerçe¬velenmiş, bir Antik Çağ tapmağının ön yü¬züne benzeyen küçük girinti. İçine genellik¬le bir heykel yerleştirilirdi. Helen ve Roma mimarlıklarında zafer takı, hamam gibi önemli yapılann cephelerinde uygulanırdı. Rönesans'ta ve daha sonraki yeni-klasik mimarlık akımlannda yapılann hem içinde, hem de dışında büyük duvar yüzeylerine hareketlilik kazandırmak amacıyla kullanıl¬dı. Daha genel anlamda, benzer biçimde çerçevelenmiş pencere ya da kapı gibi açık¬lıklara da edikula adı verilir. A.B. |
Ehl-i hibre |
Sanat eleştiricisi. |
Ehram |
(piramit). |
Eklektizm |
Artistik yaratıcılığın eksikliğini kendinde duyanların başka çağların sanatlarına yönelmelerine ve onların değerli taraflarını alıp birleştirmeğe denir. Rönesanstan sonraki Maniyerist devir ressamları eklektizme önem vermişlerdir. |
Ekleme dişi |
Bir duvarı sonradan yapılacak bir duvara bağlamak için köşelerde çıkıntı olarak bırakılan taş ya da tuğlalardan herbiri. ( bağlantı taşları). |
Eksedra |
Genel olarak camilerde yarım kubbelerin her iki yanında cami mekanını genişleten çeyrek kubbeli bölümler. |
Ekslibris |
Lat.’den gelir. Bir kitabın kime ait olduğunu belirten işareti taşıyan kağıt. Bu, genel kaide olarak kitap kapağının iç- tarafına yapıştırılır. 15. y.y.’da ilk kez tahta baskı olarak yapılmış, sonra da bakır oyma yapılmağa başlamıştır. Ekslibris, bir şahsın isminin harfleri ile, sembolik ve allegorik temsil edici figürlerle yapılmaktadır. Barok devrinde bütün Avrupa’ya yayılmış, 19. y.y.’da kitap sanatının gelişmesi üzerine bütün dünyada önem kazanmıştır. |
Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) |
Norbert Lynton, 20. yüzyıl öncesine uzanarak, Reform arifesinde Dürer, Altdorfer, Bosch gibi sanatçıların modern çağa hitap eden apokaliptik bir kaygı ve dışavurumcu değerler taşıdığını söyler. Venedik geleneğine özgü dramatik ışık, zengin renkler ve coşkulu fırça darbelerinin dışavurumcu bir geleneğin yansıması olduğunu belirtir. Klasisizmin ölçütlerinin belirlendiği, o ölçütleri yaymak için akademilerin kurulduğu İtalya'da Michelangelo gibi bir ustayı hatırlamamızı ister. El Greco'dan, Rubens'ten, Rembrandt'tan söz eder. Romantik akımla birlikte, Goya'nın, Blake' in, Delacroix'nın, Friedrich'in, Turner'ın 'farklı heyecanlarının, coşkunluklarının da ' dışavurumculuk(lar)' şemsiyesi altında birleşebileceğini savunur. Lynton'ın, 20. yüzyılın Dışavurumcularına gelmeden önceki son durağı, 1 9. yüzyıl sonunda görülen 'yeni Romantik' harekettir: Gauguin'in Avrupa'dan ve simgesel olarak Avrupa uygarlığından kaçışı; James Ensor'un ( 1860- 1949) yalnızca ele aldığı konuların değil, tekniğinin de şok edici tavrı; Edward Munch'un ( 1863- 1944) kişisel dertlerini dünyaya haykırdığı sanrılı imgeleri; Van Gogh'un doğaya yönelik tutku dolu ifadesi ve ham, yoğun renkleri; Rodin'in heykellerinin pozlarında ve dokusunda hissettirdiği duygusal patlamaları ... Tüm bunlar, Lynton'a göre, 20. yüzyılda Avrupa'da kendini hissettiren en yaygın eğilim olan Dışavurumculuğu beslemiş olan kültürel damarlardır. Yazın dünyasında özellikle 1 9. yüzyılda yaşanan gelişmeler de görsel sanatları etkilemiş; dönemin önde gelen düşünürlerinden Nietzsche, "Yaratıcı olmak isteyen, önce her şeyi yıkmakla işe başlamalı, eski değerleri yerle bir etmelidir" gibi düşünceleriyle, özellikle Alman Dışavurumcuları üzerinde yoğun bir etki bırakmıştır. 20.Yüzyıl Batı Sanatında Akımlar- Ahu Antmen-Sel Yayıncılık- İster Kuzey Avrupa'da 20.yy.ın başlarında somut olarak ortaya çıkan ve 1925'e kadar süren bir sanat akımını belirtsin, isterse 1910-20 yıllarında Alman edebiyat okulunu ve onun sinema alanındaki yansımasını belirtsin, dışavurumculuk (ekspresyonizm) terimi, Birinci Dünya savaşından önce ve sonra görülen ve dönemin sanatçıları tarafından şiddet dolu ve kaygı verici bir estetik anlayışı aracılığıyla yansıtılan huzursuzluk, tedirginlik ve başkaldırı atmosferini çağrıştırır. Axıs 2000 Doksanların başında herkes bir sabırsızlık içindeydi. Hayal kırıklığı insanların alışılmış güdülerinden olmuş, Avrupa karşıtlıkların ve sarsma, devirme arzularının kıtası haline gelmişti. Kültürel hava, belki de en belirgin ölçüde Almanya'da, devrim kokuyordu. Almanya'da duyarlılık, toplum ve değerler açısından yaşanan derin bir bunalıma denk düşer dışavurumculuk: kötümserlik, ütopya, düş kurma zevki, her çeşit gerçeğe başkaldırı, iç dünyaya kaçış olarak belirtebileceğimiz dışavurumculuğun içeriği, bunu yaratan toplumsal koşullardan ayrılamaz. Biçim açısından her ne kadar başka akımlarla yakınlık kurulabilirse de, dışavurumculuk hareketindeki özgünlüğün, kendisini yaratan kuşaktan, bu kuşağın sıkıntısından, daha önceki bütün sanat biçimlerine karşı köktenci başkaldırısından kaynaklandığı kesindir.J.M. Palmer. Schiller, Goethe ve Novalis kuşağının içinde yaşadığı dönem, hala, Werther'e acı çektiren, önyargıların derin izlerini taşıyan ve yavaş yavaş sanayileşip burjuvazinin niteliklerini kazanacak olan feodal Almanya'dır. Dışavurumcu şairlerse bu tamamlanmış sanayileşmenin sonuçlarına ürkerek bakarlar; kentlerden, toplumsal karşıtlıklardan ve sefaletten büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Nitekim bu toplumsal bağlamı bilmeden Heym'in, Becher'in, Jakop van Hoddis'in şiirlerindeki temaları anlamak mümkün değildir. J.M.Palmier Almanya'da 1918-19 yıllarında yaşanan toplumsal çalkantı sonucu: değişimin gerçeklikleri karşısında hiçbiri ayakta kalamayacak ve 1919'dan itibaren kimi dışavurumcuların ya ılımlı kuramlarının yetersizliğini hissettikleri ya da Weimar Cumhuriyetinin orta sınıf sosyalizmini hayal kırıklığına uğrayarak redettikleri için doktriner sola yaklaştıkları, kimilerinin o yavan siyasi entellektüalizme kapıldıkları, kimilerinin de sanayi kapitalizmine muhalefet ederken sanayi öncesi kurumlar adına bütün bilimi, teknolojiyi, sanayii yadsıma noktasına varıp ilk Naziler oldukları gözlenecekti Dışavurumcu şair, dilin dengesinin bozulmasına ve dünyanın yok olup gitmesine karşılık ortaya, benzetmelerle yüklü olan ve içinde hem dilsel bir büyünün hem de gizemli görüntülerin oluşmasına yol açan imgeler atar. Heyecanlar, çarmıha gerilmiş bedenleri çağrıştıran kavramlar, gerçeğe olduğu gibi doğaüstüne de tanıklık eden darmadağınık ve kendinden geçişin simgesi cümleler, ''hata''yı belirleyen zamanın sarsıntıları hem çığlığın hem de ''ilk olan''ın derinliğine yapılan dalışlardan başka bir şey değildir. Axis Dışavurumculuğun Kendine Özgü Nitelikleri Peki uzam ve zaman açısından oldukça belirli sınırlar içinde kalan, özellikle de resim ve şiir, mimarlık ve müzik, tiyatro ve sinema gibi birbirinden iyice farklı sanatlarda ortaya çıkan böyle bir dışavurumculuğun kendine özgü niteliklerini nasıl kavrayabiliriz? Her şeyden önce tarihsel açıdan kavrayabiliriz. Hareketin doğuş tarihi tam olarak saptanamasa da, bazı kesin etkilerden kalkarak oluştuğundan da kuşku yoktur: Fovlarla, Gauguin’le ve Matisse’le başlayan İzlenimciliğe tepki; Berlin’de Munch’un yapıtlarının keşfedilmesi; birçok Alman sanatçının Ensor’un tablolarıyla karşılaşması; önceki estetik tınlayışa en şiddetli tepkilerden birini oluşturan Fransız yapıtlarının halka tanıtılmasını sağlayan Berlin sergileri. Berlin, çok önceleri elde ettiği Avrupa öncü sanatının kavşak noktası olma rolünü aşağı yukarı Nazizmin yükselişine kadar sürdürecektir. XX. yüzyılın başlarındaki en etkili sergiler Berlin’de gerçekleşmiş, özellikle de Fransız, Alman, Sovyet ve İtalyan akımları Berlin’de karşılaşmışlardır. Marinetti gibi Apollinaire de “Der Sturm” galerisi tarafından Berlin’e davet edilmiş, “Der Sturm”un yöneticisi Walden, Alman topluluklarını olduğu kadar yabancı toplulukları da tanıtmıştır. Düzenlemiş olduğu fütürist sergi, genç Alman sanatçılara yararlanabilecekleri bir dizi deneyim sunmuştur. Der Sturm dergisi de, bildiriler, özellikle de fütüristlerin bildirilerini yayımlayarak ve öncü sanatı şiddetli biçimde savunarak galeri kadar önemli bir rol oynamıştır. Sergilerdeyse, Franz Marc, Kandinski, Chagall, Matisse, Gauguin, ilk kübistler ile Sovyet sanatçıları Larionov ve Gontaşarova bir araya gelmişlerdir. Peki bütün bu akımlar arasında dışavurumculuk nereye oturtulabilir? Dışavurumculuğu öteki sanatlardan soyutlamak güçtür. Kuşkusuz “Der Blaue Reiter” gibi bir topluluğun tartışılmaz bir özgünlüğü vardır, ama bir Die Brücke, Munch, Gauguin, Matisse olmadan, Kirchner’in Afrika ve Okyanusya sanatını keşfi olmadan düşünülemez. Zaten dışavurumculuk, fütürizm ve kübizm arasındaki sınırlar da çoğu zaman belirsizdir. Franz Marc bazen fütürizme yaklaşır, Feininger orfizmden uzak değildir, Stramm ve Becher’in üslubu çoğu kez Marinetti’nin üslubunu çağrıştırır, Chagall da, o dönemde, dışavurumcu olarak kabul edilmektedir. Avrupa’daki bütün bu deneyimler arasında kuşkusuz bir çok ortak nokta vardır ama yine de dışavurumculuğun özgünlüğü yadsınmaz. Almanya’da duyarlılık, toplum ve değerler açısından yaşanan derin bir bunalıma denk düşer dışavurumculuk Kötümserlik, ütopya, düş kurma zevki, her çeşit gerçeğe karşı başkaldırı, iç dünyaya kaçış olarak belirtebileceğimiz dışavurumculuğun içeriği, bunu yaratan toplumsal koşullardan ayrılamaz. Biçim açısından her ne kadar başka akımlarla yakınlıklar kurulabilirse de, dışavurumculuk hareketindeki özgüllüğün kendisini yaratan kuşaktan bu kuşağın sıkıntısından, daha önceki bütün sanat biçimlerine karşı köktenci başkaldırısından kaynaklandığı kesindir. Dışavurumcu duyarlık, her ne kadar hareketin ortaya çıkışından önce var olmuşsa da, buluş zenginliğinin, biçimlerdeki çokluğun ve bu harekete denk düşen patlamanın benzerine daha önce rastlanmamıştır. Ayrıca söz konusu patlama da bütün sanatlarda görülmektedir. Şiirsel dil değişim geçirmiş, doğalcılık ve izlenimcilik silinerek yerlerini yeni eğilimlere, bir huzursuzluğun, bir başkaldırının somutlaştırılmasına bırakmış, bunları ilk dile getiren de şiirin yanı sıra ağaç üstüne gravür olmuştu. Kuşkusuz, plastik sanatlar bu sert, katı ve biçim değişikliğine uğramış bu yeni üslubun doğuşunu şiirden daha iyi kavramayı sağlıyordu. 1910-1912 yılından sonra Fovlarla olan bağlantı tam olarak koptu. Doğuşu, kübizm ve fütürizm ile aynı döneme rastlamakla birlikte, dışavurumculuk, bu etkileri, söz konusu vizyonu geliştirmek için yeni araçlar olarak kendi içinde eritti. Kuşkusuz değişik öncü sanatlar arasında çok sıkı uygunluklar vardır ve çoğunlukla hâlâ konstrüktivizmin ya da fütürizmin “biçim bozma”larını, dışavurumculuğun “biçim bozma”larından ayırmak güçtür. Akımların doğuşunun aynı zamana rastlaması olgusu, bu hareketlerin toplumsal bağlamlarından soyutlanamaycağını gösterdiği gibi, o zamanlar Avrupa’nın değişik başkentlerinde ortaya çıkmış sanat akımları arasındaki ilişkilerin yaygınlığını da gösterir. Nitekim da da, Zürih’ten Berlin’e, Berlin’den de Budapeşte’ye sıçrayabilmiş; öte yandan Paris, Roma, Berlin, Budapeşte, Prag, Moskova ve Sen Petersburg arasında kar şılıklı ilişkiler sürekli biçimde gerçekleştirildiği için de dışavurumcular fütüristlerin ve kübistlerin tablolarını tanıyabilmişlerdir. 1910’dan başlayarak, Braque, Picasso, van Dongen, Rouault’nun tabloları Almanya’da sergilenmiş, Kokoşka, Kandinski ve Chagall gibi Delaunay de Berlin’e gitmiştir. Ne var ki, yabancı sanatçıların bu etkileri ve bu tanışmalar, dışavurumculuğun ancak birkaç özelliğini açıklayabilir. Dışavurumculuğun üslubu, XX. yüzyılın başlarında Almanya’da görülen kötümserlik ve sıkıntı havasından kalkılarak yaratılımıştır. Onun için, Die Brücke topluluğunun, sanat alanında dışavurumculuğun ilk gerçekleşme biçimlerinden biri olduğunun çok sık ileri sürülmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Birçok yapıtta görülen sert ve katı çevre çizgileri, renklerdeki şiddet ve saldırgan özellik yeni duyarlılığın en belirgin nitelikleridir. Ama Die Brücke ve Der Blaue Reiter, özgün olduklarını canla başla ileri sürmekle birlikte, üsluplarını, kendilerini derinden etkilemiş olan önceki resim sanatından ayırmaya karşı çıkıyorlardı: Van Gogh, Munch, Vlaminck, Gauguin, el Greco onların öncüleriydi. Başlangıçta ancak izlenimciliğe karşı bir başkaldırı olarak nitelendirebileceğimiz bu üslup arayışı, hemen hemen aynı zamanda şiirde de kendini gösterdi. Gerçekten de şiirde de aynı parçalanmış biçime, başka deyişle dilbilgisinin ve sözdizimin parçalanrnasına rastlanıyordu; bazı şairlerde de tıpkı resimdeki gibi köklü bir başkaldırı egemendi. Benn’den Stramm’a kadar birçok yazarda bu yeni üslup özgünlüğü tartışılamaz. (...) Dışavurumculuk ve Sanatlar, Jean-Michel Palmier, Çev: Mehmet Rifat, Modernizmin Öyküsü, Yapı Kredi Yayınları. |
Enderun |
Sarayın padişahlara ayrılan kısmına denip, burada saray hizmetinde çalışacakların yetiştirilmeleri ve yatmaları için yerler bulunurdu. Buraya gelenler bilim, din, edebiyat ve sanat öğrendiklerinden enderun bir okul anlamı taşırdı. |
Enformel sanat |
Geometrik biçimlere dayanmayan sanat. Bilimsel teknoloji çağı diye adlandırılan zamanımız için katı biçimli bir dünya tasarlayanlara, geometrik biçimler ve bunların ölçülü konstrüktivizmine karşı olanlarca 1930'lardan sonra ortaya atılan bir sanat görüşü. Uzunca süre 20. y.y. estetiğinin çekirdeğini oluşturan konstrüktivist anlayış üzerine kuşkular uyandıran e. taraftar¬ları giderek nesnesizlikten biçim yokluğuna değin bir çalışma içine girdiler. E. anlayışında olanlar, resimlerinde strüktürler, tekstürler ve malzeme kırıklıklarının etkilerine değin yeni bir çok şeyi resme soktular. Kısacası e. düzeyinde her türlü boya ve malzeme denemeleri de yapıldı. Lirik soyutlama anlayışı da enformel sanat içinde yer almaktadır. |
Enkaustik |
( Mumlu boyalar). |
Enstelasyon |
(Yerleştirme sanatı) |
Enteriyör |
Bina içini gösteren resim. Ortaçağda enteriyör bazı çizgilerle ima edilmiştir. İlkkez 15. y.y.'dan itibaren perspektif kurallarına uygun olarak enteriyör resmi başlar. ( perspektif). |
Epigrafi |
Kitabeleri okuma ve çözme bilimi. |
Epik |
Destani. |
Epistil |
Arşitravın yerine kullanılan bir kelimedir. ( arşitrav). |
Epitaf |
Kilise içinde ya da dış duvarında bir ölünün anısı için konulan ve ölüyü yalnız ya da ailesi ile birlikte dua eder biçimde gösteren taş ya da madenden levha. |
Ekzotizm |
Yabancı ülkelerin sanatlarına olan hayranlık. Eksotizm Fransız klâsisizmi zamanında Fransa’da Doğu hayatına olan ilgide görülür. 19. y.y. başında yabancı kültürlerle yapılan temas bu e.'e olan ilgiyi yaratmıştır. |
Erekteion |
Atinada Akropolda inşa olunmuş karyatidli bir tapınaktır. ( karyatid). |
Erguvan rengi |
Erguvan çiçeği renginde mora çalan bir kırmızı renk. |
Eros |
Eski Yunanlılarda aşk ilâhı olup buna Romalılar Küpidon derlerdi. Bilhassa rokokonun kubbe resimlerinde küpidonların uçuştukları görülür. |
Erotik |
Şehvet uyandıran resim ve saire gibi şeylere verilen addır, aşklı. |
Eskitaş Devri |
|
Esas kubbe |
Osmanlı Türk mimarisinde camiin esas payelerinin üzerine oturan kubbesine denir. Bunun etrafında ve buna bağlı olarak yarım kubbeler ve küçük kubbeler vardır. ( kubbe). |
Esas renkler |
Sarı, mavi, kırmızı renklere denir. |
Esatir |
Mitoloji karşılığıdır. ( mitoloji ). |
Eser |
Bir sanatçının tamamen ken¬di yaratıcı gücüne dayanarak ortaya çıkardığı yapıt. |
Eskiz |
): Bir resmin, heykelin ya da mimari eserinin kafadaki tasarımını veren taslağı. Eskiden e. yalnız çizilmiş bir taslak olarak anlaşılıyordu. Bugün ise bu sözcük heykel ve mimari taslaklar için de kullanılmaktadır. |
Esprit-nouveau |
Fransız ressamı Ozenfant ile mimar ressam Le Corbusier’in l9l8’de kaleme aldıkları pürizm (= purisme) programında, kübizmi süsleyici öğelerden arıtmayı benimsemişlerdir. Esprit-nouveau, 1921 ile 1925 orası bu iki sanatçının çıkardıkları bir derginin adıdır. |
Estamp |
Çinko, bakır, lito taşı, tahta ya da linolyum üzerine yapılmış olan resim çalışmalarının kâğıda basılmış olanına denir. Japonların bu alandaki tahta baskı estamplar, iyi örneklerdir. |
Estet |
Güzel sanatları seven ukala, züppe insanlara denir. Estetisien ile karıştırılmamalıdır. |
Estetikçilik |
19. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa'da edebiyat ve sanatta "güzellik için güzellik" ilkesini savunan akım. Yararcı toplumsal felsefelere ve sanayi toplumunun çirkinliğiyle zevksizliğine tepki olarak gelişmiştir. Akımın felsefi temelleri 18. yüzyılda, estetik ölçütlerin ahlak, yararlılık ya da zevk karşısında özerk olduğunu savunan Immanuel Kant tarafından ortaya kondu. Almanya'da Goethe ve J. L. Tieck gibi yazarlar, İngiltere'de Samuel Taylor Coleridge ve Thomas Carlyle bu görüşü daha da geliştirdi. Madame de Staël, Théophile Gautier ve "sanat için sanat" (l'art pour l'art) deyişini 1818'de ortaya atan Victor Cousin de estetikçiliği Fransa'da yaygınlaştırdı. İngiltere'de Ön-Raffaellocular, 1848'den başlayarak estetikçiliğin tohumlannı attılar; Dante Gabriel Rossetti, Edward Burne-Jones ve Algernon Swinburne bilinçli bir ortaçağcılık yoluyla ideal güzelliğe duydukları özlemi dile getirdiler. Oscar Wilde ve Walter Pater'in yazilarıyla Aubrey Beardsley'in The Yellow Book dergisinde yayımlanan illüstrasyonları da hareketin tutumunu yansıtıyordu. Ressam James McNeill Whistler ise estetikçiliğin amaçladığı ince duyarlılığın geliştirilmesinde belki de en ileri noktaya vardı. Estetikçiliği eleştiren yazarlar arasında William Morris, John Ruskin ve ahlaktan kopuk bir sanatın değerini sorgulayan Leo Tolstoy sayılabilir. Bu akımı alaya alanlar, taşlama konusu yapanlar da olmuştur. Öte yandan, dikkati biçimsel estetik üzerine yoğunlaştıran bu hareketin Roger Fry ve Bernard Berenson'un tam anlamıyla gelişmiş sanat eleştirileri üzerindeki etkisi yadsına¬maz. Fransız simgeselciliğiyle büyük benzerlikler de taşıyan estetikçilik Arts and Crafts hareketinin oluşmasına ve art nouveau'nun gelişmesine de katkıda bulunmuştur. A.B. |
Estetisyen |
Sanattaki ” güzel” üzerinde incelemeler yapan ve bunun uzmanı olan kimse |
Estomp |
Eskiden karakalem ve kömür tozu ile yapılan resimlerde yumuşak etkiler kazanmak için kullanılan deri ya da kâğıttan yapılmış kalem. Estompla, karakalem ve tozunu kağıt üzerinde kullandıktan sonra sürtüp sertlikler dağıtılırdı. 19. y.y. Avrupa’nın akademik resminde çok kullanılmıştır. |
Eşik |
Bir kapının döşemeye gelen kısmına denir. |
Eşik taşı ya da ağacı |
Eşik yerine konulan taş ya da ağaca verilen isimdir. |
Ev |
Mesken, barınacak yer anlamınadır. Ev insanlığın toprağa yerleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Biz buradan ilk çiftçilerin bir yere yerleştiklerini anlıyoruz. Alm. Bauer = çiftçi sözcüğü bouen = inşa etmek’ten gelmektedir. |
Eyvan |
Büyük Selçuklular ile Anadolu Selçuklularının cami ve medreselerinde görülen avluya bakan tarafı açık, üç tarafı kapalı, üstü tonozla örtülü yerden yüksekçe zeminli oylumlara denir. |
Yorumlar
Yorum Gönder