SANAT TERİMLERİ - D

Dada

Bir Fransızca-Almanca sözlüğünün arasına sokulan bir mektup açacağının rast geldiği ''dada'' sözcüğü bu grubun, I.Dünya Savaşının yarattığı umutsuzluktan ve burjuva değerleri karşısında duyduğu tiksintiden kaynaklanan protesto eylemlerini ve alışılmış estetiğe karşı çıkan yapıtlarını anlatmak için kullanılmıştır.

Dada hareketi XX.yy. avangardının yolculuğundaki aşamaları imleyen yazınsal ve sanatsal okullardan, öncelikle doğumuna neden olan koşullar bakımından ayrılır.

Gerçekten de gözlerini, 1916'ya doğru, İsviçre ve Amerika'da eş zamanlı olarak, ve bu iki kökensel dal arasında herhangi bir iletişimin varlığı kesinlikle ortaya konabilmeksizin dünyaya açılmıştır.

M.Sanouillet

Dadacı devrim, sadece, bütün yüzyılların ve bütün ülkelerin batılı yazınında varolan özgürleştirici ve nihilist bir protesto duygusunun en katışıksız ve en aşırı formunu temsil etmektedir.

M.Sanouillet

Dadaizm, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan kimselerin ruhsal durumunun sonucuydu.

Bu akım özü gereğince, ortak estetik nitelemelerin dışına çıkıyordu. Çünkü dadacılar dünyasal şeylerin boşunalığını derinden derine duyuyorlardı. Hayatın sınırlayışlarını aşabilmek için, hangi düzenle ilgili olursa olsun, bütün geleneksel buyrukları çiğnemek istiyorlardı.

Yves Duplessis

Savaş; bütün saygın değerleri, bütün kazanılmış durumları yerle bir etmiştir; ayrıca kıyımlar için birleşen seçkinlerin , yakıp yıkma araçlarını yetkinleştiren bilimlerin, boğazlaşmalara gerekçe arayan filozofların , kiliselerin özel bölümlerinde müminlere seslenen sanatın da iflasıdır o. 1914 senesi öncesinden farklı olarak , başkaldırı, sadece estetik anlamda değildir.

Dada'nın nasıl doğduğunu anlamak için , bir yandan , Birinci Dünya savaşında bir çeşit hapisane olan İsviçre'de yaşayan bir genç topluluğunun ruh halini, öte yandan da, o çağın sanat ve edebiyatının düşünsel düzeyini göz önüne getirmek gerekir. Hiç kuşkusuz savaş bitecekti, zaten daha başkalarını da gördük daha sonra... Ama 1916-17 yıllarında savaş sanki demir atmış, hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu ve gittikçe tutarsız ve gerçekdışı bir boyut kazanıyordu. İğrenme ve isyanımızın kaynağı bu oldu. Savaşa kesinlikle karşıydık ama ütopik barışçılığın tuzaklarına da düşmemiştik. Köklerini sökmedikçe, nedenlerini ortadan kaldırmadıkça, savaşın ortadan kaldırılamayacağını da biliyorduk. Alabildiğine büyüktü yaşama sabırsızlığımız o oranda da çağdaş denen uygarlığın bütün görünüşlerinden nefret ediyorduk: bütün dayanaklarından, mantığından, dilinden...

Tzara (Radyo Konuşması-1950)

Köln, Almanya'nın Fransa sınırında, yılda bir kez, perhiz dönemi öncesinde karnaval sırasında her türlü çılgınlığa izin veren bir Katolik şehriydi. Bu çılgınlığın bir ölçüde Köln'deki dada grubunun etkinliklerine yansıdığı söylenebilir. Bu dada grubu kapısında ''baylar'' yazan(tuvalet kapısını çağrıştıran) bir birahanenin avlusunda 1920 yılında bir sergi düzenlediler. Sergiye gelenler kendilerine sağlanan araçlarla , sergilenen yapıtları parçalama önerisiyle karşılaştılar....
Dadacılığın kökleri: Zürih ve New York

Michel Sanouillet

Modernizm’in Serüveni, Derleyen: Enis Batur, Yapı Kredi  Yayınları

 

Dada Hareketi XX. yüzyıl avangardının yolculuğundaki aşamaları imleyen yazınsal ve sanatsal okullardan, öncelikle doğumuna neden olan koşullar bakımından ayrılır. Gerçekten de gözlerini, 1916’ya doğru, İsviçre ve Amerika’da eş zamanlı olarak ve bu iki kökensel dal arasında herhangi bir iletişimin varlığı kesinlikle ortaya konabilmeksizin, dünyaya açmıştır.

İsviçre’den yayılan dadacı virüs, bir koldan Almanya’ya sıçrayıp oradan daha sonra Orta Avrupa ülkelerinin çoğuna bulaşır, bir koldan da Fransa’ya geçip burada, 1920 ve 1923 arasında en yüksek şiddetine ulaşır.

Dada, Berlin’de konstrüktivizm, Hollanda’da neo-plastisizm, ya da İtalya’da fütürizmle olduğu gibi, kimi ülkelerde, bir dönemden ötekine, daha başka avangard hareketlerin bulaşıcılığına uğramış bile olsa, bu çeşitli ulusal gruplar, sanat tarihçisinin hepsini birden bir ortak gövdeye eklemleyebilmesi için yeterli benzerlikleri sunmaktadır.

Dada’nın dünya ölçeğindeki fışkırması başat önemde bir fenomen oluşturur, çünkü burada, şu ya da bu mahfele karşı değil, ama, Birinci Dünya Savaşı başında evrensel ölçülerde kabul gördüklerince, sanat ve yazının genel kavramlarına karşı temelli bir başkaldırının söz konusu olduğuna tanıklık eder.

“Dada” sözcüğünün ilk kez 1916 Şubat’ında Zürih’te kullanılmış olduğuna bakarak, bunun kendiliğinden bir içedoğuşun ürünü olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Aslında, dadacı devrim, sadece, bütün yüzyılların ve bütün ülkelerin batılı yazınında varolan özgürleştirici ve nihilist bir protesto duygusunun en katışıksız ve en aşırı formunu temsil etmektedir. Ne ki o güne değin, sanatın icrasına içkin bu ayaklanmacı baskı, doğaları gereği tutucu olan, toplumsal kurumların olağan işleyişi içinde tutulmuş, ve ancak çoğunlukla bireysel yapıtlar ya da tavırlar aracılığıyla ortaya konmuştu.
Yine de, okuru geçmişin kimi sanat yapıtlarıyla dadacı ürünler arasında yüzeysel örneksemelere itecek eğilime karşı direnmek gerekiyor. Zira dadacı başkaldırının köktenci karakteri, ancak, bu başkaldırının, kendisini mutlağın içinde, o zamana değin yapılmış olanın hemen hemen eksiksiz bilisizliği içinde gerçekleştirmiş oluşuyla açıklanabilir. Bu yüzden örneğin, çoğu zaman yapıldığı gibi fütürizm ile dadacılığı, iki hareketin kullandığı teknikler birçok yönden kıyaslamayı çağırsa bile, birbirine bağlamamak önemlidir.

Buna karşılık Dada’nın, hareketin birçok karşıtının bağrında yer aldıkları başka hareketlere olan borcu, araştırmaların Dada Hareketi’ni döneminin genel kapsamı içinde daha bir açıklıkla konumlandırmaya izin verdiği ölçüde, her gün daha bir açıklıkla ortaya çıkmaktadır. O zaman, Dada’nın dümdüz ve iyi bir tarzda yapılandırılmış bir okul olmaktan çok, bir “burgaç” formu, on yıl kadar bir süre boyunca, çevredeki yenilikçi akımlardan çoğunu kendine çeken sonra da uydulaştıran bir girdap formu edindiği görülür. Sturm’un, Brücke’nin ya da Blauer Reiter’ın dışavurumculuğunun, izlenimciliğin, kübizmin, fovizmin, orfizmin ve de bunların binbir çeşitli görünümlerinin içinde oluşmuş gruplar veya insanlar, birkaç hafta ya da birkaç yıl boyunca onun yörüngesinde yer almışlardır. O halde bu insanlar ya da bu gruplar, aslında Dada’dan başka okullara ait olan ifade tarzlarını, yöntemleri kullanmışlar, ama öncelikle dadacı zihniyete uygun erekler için kullanmışlardır.

Savaştan çok uzun bir süre öncesinden hazırlanmış olmakla birlikte, Dada patlayıcı gücünü savaş olgusundan alacaktır. Zira, barış zamanında, sonuçta var olan toplumsal denge tarafından kabul edilmiş bir avangard içinde az ya da çok olağanlıkla yönlendirilmiş entelektüel yıkıcılık kalkışmaları, izin verilmiş sınırların dışına yayılmak ve komşu eğilimleri ilhak etmek üzere, çatışmaların yol açtığı altüst oluşları kendi hesaplarına kullanacaklardı. Bu süreç Zürih’te Dada Hareketi’nin doğuşuna eğilindikçe çok açık bir şekilde görülür.

Gerçekten de, Alman İsviçre’si başkentinin böylesi kabarmalara, 1915’te “Cabaret Voltaire”in yaratılmasına neden olanlar türünden anarşik girişimlere sahne olacağı, barış zamanında düşünülemezdi bile. Ama, 1914’te çarpışmaların başlamasıyla birlikte, İsviçre herkesin gözünde savaş tarafından hemen hemen kirletilmemiş tek Avrupa ülkesi olarak belirdi. Bu küçük ülke, ister ittifak devletlerinden isterse itilaf devletlerinden olsunlar, savaşan bütün ülkelerden gelen barışçı bir mülteci ordusu tarafından istila edildi. Bu sürgünlerin hepsi de çok farklı zihinsel ailelerden gelmekteydiler. Kendi aralarında da alabildiğine bölünmüş olsalar bile, yine de çarpışmaların sürmesine karşı ortak tavır almış bir dolu barışçı grup vardı ortada. Böylece Romain Rolland ve Henri Guilbeaux gibi Fransızlar, birçokları yanı sıra, Alzaslı Ren Schikele ve Alman Frank Wedekind ile yan yanaydılar. Daha başka yabancılar, adsız bir şekilde kalabalığa karışmış olarak, sessizlik içinde Rus Devrimi’nin büyük serüvenini hazırlıyorlardı: Karl Radek, Zinovyev, ve henüz Lenin adını taşımayan, Vladimir Ulyanov diye biri. Onların yanında, çok daha geleneksel eğilimdeki sanatçı ve yazarları da elbette unutmaksızın, Alman dışavurumculuğunun, İtalyan fütürizminin ayrılıkçıları vardı. Yakınlık bağlarına göre, her biri kahvelerde ya da galerilerde, bir toparlayıcının çevresinde kümelendiler.

Demek ki 1915 sonunda Zürih’te, geleceğin dadacı nüvesinin tüm öğeleri mevcut idiyse de, bunlar henüz dağınık bir haldeydiler ve onları bir araya getirip bir faaliyet merkezi sağlamak, yazar ve filozof Hugo Ball’e düşecekti. HugoBall, beraberinde metresi, şarkıcı ve falcı Emmy Hennings olduğu halde, bir önceki yıl içinde doğduğu Almanyası’ndan kopup gelmişti. Kandinski ve Klee’nin dostu olarak, Münih’teki Blauer Reiter’ın denemelerine katılmıştı, ve hem modern Alman sanatına hem de kavgacı Fransız yazınına karşı aynı ölçü de coşkuyla doluydu.

İşte bir yandan kendine bir geçim kaynağı sağlamak, bir yandan da zorunlu tatilini değerlendirmek amacıyladır ki Hugo Ball, 1915 sonlarına doğru, Zürih’in en kötü şöhretli semtinde, Niederdorf-strasse ile Spiegelgasse’nin kesiştiği noktada yer alan bir lokantanın sahibiyle, adını bu tuhaf mistiğin fazlasıyla hayranlık duyduğu Candide’in yazarının adıyla, Voltaire koymayı kararlaştırdığı küçümen bir kabare açmak üzere anlaştı.Bu kuruluşun hangi koşullarda gerçekleştiğini Hugo Ball’ın kendisi, 1916 Mayıs’ında çıkan ilk dadacı yayın olan Cabaret Voltaire adlı küçük derginin ön sözünde ayrıntısıyla anlatmıştır.
Zürih dadacılığının cengaverlik dönemine ilişkin en kesin ve en yadsınmaz ayrıntılar da yine o dönemde, Ball’ın günbegün tuttuğu günlükte yer almaktadır. Buradan örneğin, gazete ilanları aracılığıyla o sıralarda Zürih’te yaşayan genç sanatçı ve entelektüelleri, tanışmak üzere kabaresine çağırdığında, 5 Şubat 1919’da, iki Rumen vatandaşı, ressam Marcel Janco ile ozan Tristan Tzara’yı, ve Alzaslı sığınmacı
Hans Arp’ı nasıl tanıdığını öğrenmek mümkündür. Dört adam arasında çabucak dostluk bağları kuruldu. Böylece oluşan grup, beraberce, “Cabaret Voltaire” için çeşitli geceler düzenlemeye koyuldu. Her gün “Meierei”ın küçük salonunda, Ukraynalı ressam Marcel Slodki, Hans Arp’ın karısı Sophie Taueber, İsviçreli Walter Serner, Alman Huelsenbeck ve Richter gibi yeni devşirmelerin belirdiği görülüyordu...

1916 yılı Şubat ve Mart ayları boyunca, kabaredeki akşamlar görece önemsizdir. Ball’ün aktardığı gibi, Max Jacob’un, Apollinaire’in, André Salmon’un, Blaise Cendrars’ın, Jacob van Hoddis’in ya da Eric Mühsam’ın şiirleri okunuyordu; Aristide Brant’ın “türküleri” hatta Duparc’ın ezgileri söyleniyordu; müzik

Saint-Saens’ın piyano parçalarıyla Rus balalayka nakaratlarının potpurisiydi; duvarlarda sergilenen tablolar, Hans Arp, Otto van Rees, Viking Eggeling, Marcel Janco, Marcel Slodki gibi dadacıların yapıtları, görülür bir şekilde Picasso, Marinetti, Cangiullo ve Buzzi tarafından gönderilmiş olan yapıtlardan esinlenmekteydi, dolayısıyla dışavurumculuğa ve fütürizme fazlasıyla borçluydular.
Genç katılımcıları hem kışkırtan hem de karşı karşıya getiren bir taklit duygusunun yardımıyladır ki, deneye sınaya, oyunların tonu yavaş yavaş yükseldi ve giderek daha bir şiddet kazandı; İsviçre’nin dinginliğine, kurulu düzene, topluma, savaşa, ve yavaş yavaş, en modernlerini de kapsayacak şekilde,

bütün sanat formlarına kafa tutuldu.

Yazınsal alanda, grup, Cabaret Voltaire’in devamı olan ve doğallıkla Dada adını alan bir dergi aracılığıyla kendini dile getirdi. “Sanat ve yazın seçkisi” alt başlığını taşıyan bu belleten, ilk sayılarında Cabaret işleticilerinin fazla devrimcilik taslamayan uğraşlarını sadakatle yansıtıyordu. Onu, savaştan önce Avrupa’nın hemen her köşesinde yayımlanan, Apollinaire’in Soirees de Paris’si türünden modern sanat yayınlarından ayrı kılan hiçbir yönü yoktu. Bununla beraber, yavaş yavaş küçük grubun bağrında, çeşitli ve çoğunlukla birbiriyle çeli şen, çoğunlukla insanları birbirine bağlayan veya karşı karşıya getiren sempati veya antipatilerden kaynaklanan eğilimler ortaya çıktı.

Bedence ufak tefek olduğu halde alabildiğine enerjik bir yapısı olan Tristan Tzara, çabucak grubun emprezaryosu kabul edildi. Doğmakta olan dadacılık, bugün akıma ait olduğunu bildiğimiz dışsal belirleyicilerini yükümlenmesini ona borçludur. Ancak akımın gerçek düşünürü, 1916’dan itibaren, bütün bir Zürih dönemi boyunca yazılarında, yeni dadacı doktrini daha önceki ya da çağdaş, başka avangard hareketlerden ayrıştırmaya çalışan Hugo Ball olacaktır. Bugün bize temel öğeler olarak görünen kimi kavramlar, ilk kez onun güncesinde dile getirilmişlerdir: İlkelcilik anlayışı, yaratıcı kendiliğindenlik, sanattaki tat ve imalatçılık anlayışına muhalefet, sanatçının kendisini çevreleyen dünyaya duhulü ve özellikle de sanatçının kişisel ve kolektif deneyimi içinde dile atfedilen başat önem...

Dil, toplumsal örgen olarak, yaratıcı süreç herhangi bir sıkıntıya düşmeksizin tahrip edilebilir. Hatta görünen odur ki yaratıcı sürecin bundan yalnızca kazancı olacaktır.

1. Dil tek ifade aracı değildir. İçimizin en derinindeki deneyimleri iletemez.

2. Konuşma örgeninin tahribi kişisel bir disiplin aracı haline gelebilir. İlişkiler koptuğunda, iletişim kesildiğinde, kendi içine doğru dalış, dingin-kopuş, yalnızlık gelişecektir.

3. Sözcükleri tükürmek: Toplumun boş, aksayan, sıkıcı dili. Kara suratlı alçakgönüllülüğü, ya da deliliği oynamak. İçindeki gerginliği korumak. Anlaşılmaz, erişilmez bir küreye ulaşmak.Dadacı akşamların çerçevesine taşındıkça, bu kuramlar, ses şiirleri ya da (fonetik, statik, gürültücül, eşzamanlı, vs. şiirler olan, Verse ohne Wörter veya Klanggedichten biçiminde, ya da Tzara’nın Ball’e; “gadji beri bimba / glandri di lauli lonni cadori / gadjala bim beri glassala / glandridi glassala tuffm i zimbrabim / blassa galassasa tuffm i zimbrabim...” diye okuttuğu, kimi Maori parçalarından düpedüz taklit edilmiş, ilkel ve tutarsız bir dil, sözdizimi ve \ engellerinden kurtulmuş bir dil formunu aldılar.
Plastik sanatlar alanında, hareketin ilk sanatçıları bağırlarında çıraklıklarını geçirdikleri okullar tarafından epeydir biçimlendirilmiş gibi görünürler. Alçıdan kabartmaları hala fazlasıyla kübizmden esinlenmiş olan Janco özellikle böyledir; Richter’in, renklendirilişleri ve konuları açıkça dışavurumcu olan tabloları böyledir, tıpkı Otto van Rees’in, Walter Helbig’in, Oscar Lüthy’nin, Max Oppenheimer (Mopp)’ın, Otto Morach’ın, Arthur Segal’in kompozisyonlarının da hala kübist oldukları gibi. Gerçekten de yalnızca Arp, o sıralarda yaygın (olan klişelerden bir çabukta kurtulmuşa benzer. Kolajları ve kabartmaları, tıpkı karısının dokumaları gibi, mutlak bir kendiliğindenliğe terkediş ve raslantıya tanınmış körlemesine bir güvenle, çağdaş ürünlerden açık bir şekilde ayrılıyordu. Bu gözlemler, bir de adına “Skadografi” dediği, ve mercek düzeneği olmaksızın nesnelerin doğrudan doğruya duyarlı plakaya yansıtılmasıyla fotoğraflarını alabilen bir yöntem icat eden (Amerikalı Man Ray ile aynı zamanda, ama onun çalışmalarından hiç haberi olmaksızın) Christian Schad’ın üç boyutlu “konstrüksiyonları” için de geçerlidir.

1916 Şubat’ında, şu halde, dada, hanidir örgütlenmiş bir hareket, o güne değin ayrışarak ilerleyen erkeleri tek bir huzme halinde birleştiren bir tür bund (birliktelik) olarak var olmaktaydı. Geriye ona bir ad bulmak kalıyordu.

“Dada” adının keşfinin Homeros’un doğumu kadar karanlık ve tartışmalı olduğu, ve de araştırmacıların bu konuda en gerçekdışı varsayımları ortaya attıkları bilinmektedir. Tzara da, Huelsenbeck de, Hugo Ball da, her biri kendi köşesinden, semantik nihilizmi içinde hareketin bütün tahrip dozunu ve geliştirdiği hem olumsuz hem de olumlu postulat’ları bir güç olarak içeren sihirli sözcüğün, Gide’in dediği gibi bu “mücevher kutusu-sözcüğün”, vaftiz babalığını sahiplenmişlerdir.

Tristan Tzara ve Hugo Ball tarafından sürdürülen efsaneye göre, bu sözcük, iki genç o gece “Cabaret Voltaire”de sahneye çıkacak olan bir dansçı kız için bir sahne adı araştırırlarken, bir zarf açacağı yardımıyla rasgele açılan bir sözlüğün sayfalarından çıkmıştır. Başka tanıklara göreyse, dadacıların düzenli olarak toplandıkları “Café Terrasse”ın garsonları, dillerini hiç anlamadıkları, ve yalnızca konuşmalarından kapabildikleri “da da” heceleriyle tanıdıkları bu gruba, böylece “Dada” lakabını takmış olmalıdır.

Hans Arp’ın, 1921’de Dada au grand air’de çıkan ve olaya fantezist bir bakış getiren aktarımı da bilinmektedir. “Tristan Tzara’nın 8 Şubat 1916’da, akşamın 6’sında DADA sözcüğünü bulduğunu ilan ederim; Tzara bizlerde meşru bir coşku patlaması yaratan bu adı ilk kez telaffuz ettiğinde ben 12 çocuğumla oradaydım. Bu olay Zürih’te Café Terrasse’da cereyan ediyordu ve sol burun deliğimde bir brioş (bir tür kek, ç.n.) taşımaktaydım. Bu sözcüğün hiçbir önemi olmadığına ve de tarihlerle ancak ahmakların ve İspanyol hocaların ilgilenebileceğine kaniyim.  Bizi ilgilendiren dada zihniyetidir ve bizler hepimiz Dada’nın varoluşundan önce de da daydık. Resimlerini yaptığım ilk Kutsal Bakireler henüz birkaç aylık olduğum ve grafik izlenimler işediğim 1886 tarihinden kalmadır. Sıçarım budalaların ahlakına ve dehalara olan inançlarına.”

Ancak bu tanıklıkta tarihsel değer taşımayan dadacı bir tavırdan başka bir şey görmemek gerekir.

Her türlü şıkta kesin olan şey, keşfedildiği andan itibaren sözcüğün Zürih’li grubun üyeleri tarafından hemen ve coşkuyla karşılanmış olduğudur. Sözcük bundan sonra artık onu kullanacak olan ressamların veya yazarların kişilik ve esinine göre çok farklı faaliyetleri kapsayacaktır.

(…)

Çeviren: Turhan Ilgaz
Berlin, Zürih ve diğer kentlerdeki Dadacılar, daha savaş sırasında George çevresinin estetliğini, dışavurumcuların ‘Ey insan’ dokunaklılığını, eğitim bağnazlarının gelenekçiliğini, metafiziksel cennet imgelerini alaya almışlardı, çünkü bütün bu fikirler savaşın gerçekliği karşısında bir kez daha felaket rezil olmuşlardı. Dadacıların kışkırtması hepsinden önce, bütün bunların yerine ne koymak istedikleri sorusuna, Hiç!, diye yanıt vermelerinde yatıyordu. Biz zaten olan neyse onu istiyoruz.
Dadacılık bütün etik, kültür ve içsellik klişelerini paramparça eder, denir Dadacı Manifesto’da. Yani, bir tramvay bir tramvaydır, savaş savaştır, profesör profesördür, hela da heladır. Kim ki konuşursa, bununla sadece varlığın ağzı sıkı artıklamasından, bilincin geveze artıklamasına saptığını kanıtlar. Dadacılık ile birlikte yeni bir gerçeklik hakkını bulmaktadır. Bu yeni gerçeklik, zerre kadar aklı kalmamış ve kültürden duyduğu rahatlığı yerle bir olmuş bir gerçekliktir. Dada sözcüğü, çevreleyen gerçeklikle en ilkel ilişkiyi sembolize eder. Artık sadece bu da bu da ve bu da vardır.Dadacı olmak demek, şeyler tarafından fırlatılmaya izin vermek demektir ... bir an bir sandalyede oturmak demek, yaşamını tehlikeye atmak demektir.
Dadacı kişi, romantik ahret özlemini ve cennete saldıranları alaya alır. İnsan neden kendini ve şeyleri salıvermesin ki? Elbette düşerken düşme kanunlarını inceleyecek kadar da aklımı kaybetmeyeceğim, diye duyurur Hugo Ball. Fakat ikonalara saldıran eğilimlerine ve kültürden tiksinmelerine rağmen dadacılar, en azından çoğu Dadacı, mucize arayışına devam ederler. Hugo Ball bir Dadacı temsilden sonra metafiziksel güncesi Zamandan Kaçış’ta şunları not alır: Mucizeye ulaşmak için başka yollar da var, çelişkinin başka yolları da. Dadacılar kendince gizli ve garip metafizikçiler olarak kaldılar, her ne kadar güzel, büyük laflara karşı kuşku yaydılarsa da. insan, krediye ihanetlerin ve hiç de gücümüzün yetmediği bir gelecek için tahvil çıkarma arzusunun azdığı dönemlerde hiç de kendini kandırmamalıdır. Dadacılar dünyaya ilişkin büyük açıklamalarının komutan tepesinin boşaltılmasını savunurlar.
Rüdriger Safransky, Romantik, Bir Alman Sorunsalı, Kabalcı Yayıncılık
Hans Arp
M.Duchamp
Dada'nın Hakikati, Ali Artun

Dagopa – dagoba 

Hindistan’da Budistlerin, Budaya ait mukaddes eşyaları muhafaza etmek için yaptıkları üstü kubbeli bina.

Dalan 

Evlerin ve modern dairelerin kapısından içeri girişte hol, giriş boşluğu.

Daltonizm

Yeşil ve kırmızı renkleri göremeyenlerdeki renk körlüğü hastalığına denir.

Dalvar Çardak

Bazı yörelerde ev önünde yapılan çardaklara verilen ad.

Dam korkuluğu

Binanın dışından dam örtüsünü göstermemek için dam kenarından itibaren yapılan alçak duvar.

Damla Yöntemi

Üzerine resim yapılacak olan ve yere yayılmış olan kâğıt ya da tuvalin üzerine tenekelerdeki boyaların akıtılması ve damlatılması yoluyla gerçekleştirilen resim yapma yöntemi.  Pollock, Mason ve Ernst bu yöntemle resim yapan sanatçılardan bazılarıdır. N.K.

Dandizm

Züppelik Ender bulunan nesnelere ve yapay nesnelere düşkünlük için kullanılan bir terim- Dandizm, İngiliz hayranlığı sonucu, 19. yüzyılın son çeyreğinde Fransa'da ortaya çıktı.

Dandizm, göz alıcı giysiler, ender ve yapay şeylere düşkünlük, biblo ve aksesuar düşkünlüğü olarak kendini gösterdi.N.K.

Decicento

İtalyanca'da 2000’li yılları, yani 21. yüzyılı anlatmak için kullanılan bir terim.

Deformalizm

Terim, anti-formalist çalışmaların içeriğinden ve karikatürümsü sürreal deformasyonlarından gelir. Resimde kargaşa ve kötü beğeni eğilimi olan bir postmodern geleneğin adıdır. Bu akıma örnek olarak Philip Gaston, Peter Saul, Carrol Dunham, Matthew Ritchie, Inka Essenhigh ve Takashi Murakami gibi sanatçıların çalışmaları verilebilir. N.K.

Deformasyon

Resim ve heykelde model alınan nesnenin ya da figürün biçimini bozarak anlatıma uygun hale getirmek. Biçimi yorumlamak. N.K.

Damlalık

Pencere düzlüklerinin altında, yağmur sularının beden duvarının dışına akmasına yarayan çıkıntı.

Damla taşı 

Yapılarda bir süs unsuru olarak kullanılan başı bir damla gibi yuvarlak taş kabartma, kabara.

Dam örtüsü 

Çatı üzerine konarak damın akmasına engel olan kiremit, oluklu saç, kurşun kaplama ya da kayagan taşı gibi çeşitli örtü malzemesi.

Dam penceresi 

Tavan arasına aydınlık girmesi ve dama çıkılmasına yarayan camlı menteşeli kapak. (Arnavud bacası.)

Dâr-üs-saade

Osmanlı Sarayı anlamında kullanılan bir deyim (Topkapı Sarayı'nda İçsaray kapısı).

Dârüşşifa 

Hastane.

Davlumbaz 

Ocak külâhı, Eviçlerindeki ocakların dumanını toplayıp baca vasıtası ile dışarı veren külâh.

Dayak 

Yıkılma tehlikesi olan bir bina duvarını ayakta tutmak için kullanılan istinat direklerine denir.

Dayanak  İstinat ayağı.

Dayanak, binanın dışa doğru yıkılma tehlikesini önlemek için beden duvarına karşı örülen bir istinat ayağıdır.

Dayanma duvarı 

İstinat duvarı.

Deambulatorium 

Kiliselerde kor ve absidin etrafını dolaşan yan sahın. Deambulatorium Roman ve Gotik kiliselerinde görülür.

Defne Dalı

Defne dalı  Şiirde, sporda ve askerlikte başarı gösterenlere eski Yunanlılarda bir onur nişanı olarak verilen ve güzel kokusu olan safran cinsinden bir ağacın dalı.

Değersiz eser 

1-Değeri olmayan bayağı resim 2- (Alm. kitsch) anlamında değersiz ve adi el işi ve fabrika mamullerine denir. Alm. kiç denilen şeyler, kaliteden haberi olmayan ve taklit ile sanat eseri derecesinde eser vermeğe çalışan kimselerin yaratıştan ve kaliteden uzak bayağı işleridir.

Dehliz

Koridor, Tonoz örtülü uzun hacim.

Dekastil

Yunan mimarisinde önünde 10 sütun olan tapınaklara verilen isimdir.

Dekonstruktivist mimari

 Fransız felsefesinin yapı söküm fikirlerinden etkilenen, yerleşik bina modellerine temelden karşı çıkan ve genellikle fantezi (Coop Himmelblau) çağrışımlı üç boyutlu temsillerle deneyler yapan ya da mimarlık vasıtasıyla ifade edilen yerleşik tarih ve işlev fikirlerini yıkan bir mimari Postmodern'izm eğilimi.

Dekor 

Süs, ziynet. Donatma öğeleri.

Dekorasyon

  Bir bina içi ve dışının d.’nu deyince sanat eseri, mobilya ve çeşitli eşyalarla süslenmesi ve tertibi kastedilmektedir. D. içine plastik sanatların tümü girer. Bu bakımdan dekorasyon işi çok çeşitli alanları içine almaktadır ve bir içmimar genel olarak genel havayı düşünür ve işler çeşitli sanatçılara yaptırılır. Buna iç mimari de denir.

Dekoratif 

Tezyini, süs mahiyetinde, süse ait, süsleyici.

Dekoratör 

Sahne dekorlarını ve ev içlerini tertip edenlere, yapanlara bu isim verilmektedir.

Delta

Delta  İçinde göz şekli bulunan bir üçgendir. Eski kavimlerde nazara karşı bir tılsım sayılırdı.

Demet sütun ya da ayak

Roman ve Gotik kiliselerinde, bir araya getirilmiş sütun demeti biçimindeki ayaklara verilen ad.

Demir döğme sanatı 

Demiri sanatçı gücü ile biçimlendirme sanatıdır. Bilhassa Ortaçağda ve bizde Selçuk ve Osmanlılarda bu alanda dövülerek biçimlendirilmiş kapılar parmaklıklar, kapı tokmakları, kilitler ve çeşitli silâhlar görmekteyiz.

Demir kiriş 

Yapılarda pencere, kapı üstü, tavan ve döşemelere betonarme atmak için kullanılan ve aralıklı olarak yerleştirilen demir çubuklar.

Deneme baskısı 

Grafik baskılarında plak üzerine yapılan çalışmadan ne çıkacağını tesbit için alınan ilk baskılara denir.

Denge 

Plastik sanatlarda kullanılan unsurların kompozisyon bakımından birbirlerini tartacak biçimde düzenlenmelerine denir,

Deniz mavisi 

Deniz renginde olan bir çeşit mavi. Fr. bleu marine tercüme edilerek deniz mavisi diye dilimize aktarılmıştır. Bleu marine adı altında bir boya imalatı yoktur,

Deniz mavisinin koyusu anlamına gelen ultramarine mavisi vardır, la pis lazuli adlı, yarı asil bir taştan imal edilir. Bugün piyasada görülenleri taklittir ve hafif kırmızıya ya da yeşile çalan bir renktedir. Suni elde edilen ultramarin, kükürtlü notriyum aleminyum silikat’tır.

Derbent 

Sınır boylarında bulunan küçük kale, dağ üzerindeki geçit ve boğazlarda bulunan karakol.

Dere- dam deresi  

Bir damın- yağmur sularını toplamak için saçak boyunca yapılan saçtan oluk. İç dere ise, ayni yöne bakan iki dam yüzeyinin birbirini kestiği yerde yağmur akıntısı için yapılan oluk’a denir.

Dergâh 

Toplanılacak yer anlamına (eski deyim). Dervişlerin toplandıkları yerlere bu ad verilirdi.

Derin baskı 

gravürde olduğu gibi madeni plakların kazınan ya da asitle yedirilen yerlerinden mürekkebi baskı sureti ile kağıt üzerine geçirme tekniğidir. Bugün matbaalarda kullanılan ve en iyi baskı sonuçları alınan bu tekniktir.

Derz

Bir duvarın taş ve tuğlalarının birbirileri arasındaki bitişme yerlerini dolduran harç şerit.

Desen

Kurşun kalem, uç, tuşe, kömür kalem vb. ile yapılan renkli ya da renksiz, tonlu ya da tonsuz çizgi resimler. Desen’ler iki kısma ayrılır: 1— Bizzat eser olarak yapılanlar. 2— Bir başka sanat eserinin yapılmasında ön çalışma anlamında olanlar (Etüd. ve eskizler gibi). Orta çağ, deseni eser olarak tanımamıştır. Sanat eseri olarak d. ilkkez 15. y.y.’da görülüyor. Desen dilimize geçmiş “çizgi resim” karşılığıdır. İ.K: (J. Meder, Die Handzeichnung, ihre Teknik und Entwicklüng, 1923).

Deste sütun 

Birkaç sütundan oluşan, bezemesel sütun grubu.

Destek

Bir bina cumba gibi çıkmalarının ağırlığını beden duvarına aktarmak için çıkma altına konulan ağaç ya da taş desteğe denir.

Detay

Bir bütünün en küçük parçaları, en ince noktaları, ayrıntı,. teferruat.

Detramp 

 ( tempera).

Devir basamak 

Minare merdiveni gibi dik bir eksen etrafında dönerek çıkan merdivenlerin her bir ayağı.

Dibek taşı 

Ortası havan gibi oyuk büyük taşlar olup bunların içinde kahve çekirdeği dövülürdü. Eskiden toz kahve satan dükkanlar. da bulunurdu.

Dijital Sanat

Dijital Sanat, bilgisayar destekli bir sanat formudur. Dijital sanat, fraktal sanat gibi tamamen bilgisayar destekli olabileceği gibi, taranmış fotoğraflar örneğinde görüldüğü gibi başka kaynaklardan alınmış da olabilir. Dijital sanatın uygulayıcısı olan sanatçılar, taranmış olan çeşitli tekniklerdeki resimleri bilgisayar programlarını kullanıp değiştirerek yeni ürünler ortaya koyabilirler. Film endüstrisinde 'bilgisayar destekli betimleme' olarak adlandırılan grafik programları, 1990'lı yıllarda ve 20005li yıllarda gerçekçi, üç boyutlu bilgisayar animasyonlan yaratmak için kullanıldı. Grafik tasarımlar için ise iki boyutlu çalışmalar yapmak mümkündür. Tablet kalemi ya da maus aracılığıyla ekran üzerine yapılan çizimden oluşan izler, fırça ya da kalemle yapılmış gibi görünebilir.

Dijital fotoğraf, bilgisayar illüstrasyonları, bilgisayar grafikleri, video oyun tasarımı, film efektleri, elektronik müzik, bilgisa¬yar sanatı, internet sanatı ve dijital imgelem, dijital sanatın alanlarıdır. N.K.

Dikilitaş 

Bir zafer ya da önemli bir olayın anısına dikilen yekpare yüksek taş.

Dikka 


Dike 

Camilerde mihrabın karşı tarafında bulunan yüksek ve etrafı parmaklıklı mahfil. yer.

Diptik Resim

İki tuvalin ya da panelin menteşeyle birleştirilmesinden oluşan resimleri tanımlamak için kullanılan terim. Bu form Roma'dan itibaren geliştirildi ve tabletlerin yazılı mumlu yüzeyinin korunması için kullanıldı. N.K.

Dipylon vazoları 

Yunan sanatında M.Ö. 10-8. y.y.’lordo görülen erken.geometrik üslup’ta yapılmış sütlü Attika vazoları.

Dikme

  Ahşap yapılarda alt ve üst taban arasına birbirine paralel olarak konulan direkler. Bunlara kuşak dikmesi de denir. ( kuşaklama). Kapı ve pencerelerin iki tarafına konulan ağaçlara da d. denir.

Dipteros 

( tapınak).

Direk 

Dikliğine duran ve’ taşıyıcı iş gören parça.

Direk başlığı 

Direklerin üzerine konacak tabanların yükünü d.’nın tepesinden daha geniş bir alana oturmak için kullanılan ağaç parçası.

Diri renk 

Fazla karıştırılarak öldürülmemiş renklere denir.

Dirsek 

Cumba ve balkanlorın altına konulan destek.

Dişli kalem 

Taş yontucularının kullandıkları ucu dişli kalem. Bunlara taşcı tarağı da denir.

Dişi kalıp 

Bir heykelin, bir aletin ya da bir parçanın alınmış kalıbı olup içine alçı, balmumu ya da maden dökülerek elde edilmesine yarar.          

Divizyonizm 

 ( yeni izlenimcilik).

Diyadem

Romalılar ve Yunanlılarda kralların başlarına koydukları kıymetli taşlı taç.

Dizayn 

Bu terim plastik sanatların bütün çeşitleri ile ilgilidir. Renkli ve çizgi resimde, renklerin, biçimlerin düzenini ve dengesini; elişlerinde biçemin bütünü ile yapacağı iş ve yapılmış olduğu madde arasındaki ilişkiyi anlatır. Yani bir eserin yaptığı iş ile, yapıldığı madde arasındaki ilişkilerin düzenini anlatır. Eşyada işe, boyutlarını, dokusunu ve rengini kapsar. Hatta hazır eşyaların bir sergi halinde düzenlenmesi, bir odanın düzeni anlamına da gelir. Öyle ki, planlamanın, ortaya koymanın ve düzenlemenin her safhasını içine alır. Bu bakımdan Dizayn iş ya da sanat alanında yapılan eserlerin her safhasını içine alan çalışmalar ile ilgilidir.

Dışavurumculuk

(expresyonizm)

Dodekastil

Yunan tapınaklarından cephesinde 12 sütun bulunanı.

Doku

Bir sanat yapıtının yüzeyinin görünümü veya hissedilmesi. Nesnenin görünümü veya hissi, düz veya parlaktan kaba veya mata kadar çeşitlenebilir. Nesnenin karakterini anlamamızı sağlayan bu örüntü 'doku5 olarak tanımlanır. Doğada varolan her şeyin yüzeyi kendi dokusu ile örtülüdür. Hem görme duyusuna hem de dokunma duyusuna hitap eden doku, nesnenin iç yapısı ve dış yapısı hakkında bilgi verir.

1) Resim, heykel ya da mimari biçimin yüzeyinin doğası.

2) Bir sanat eserindeki genel materyalin nitelikleri: örneğin bir resimdeki fırça vuruşlarının ritmi.

Dominant Kompozisyonun bir parçasının vurgulanması, daha büyük bir görsel ağırlığa sahip olması, daha önemli, daha güçlü ve daha etkili olması durumu. Belirli bir renk, çizgi, obje ya da doku dominant olabilir. N.K.

Dolap

Bedesten ve çarşılardaki dükkânların eşyalarını koydukları dolaplar; buna bağlı olarak dükkânlara da dolap denmiştir.

Dolmen

Yere karşılıklı olarak dikilmiş iki enli taş üzerine masa tablosu gibi örtülen üçüncü taştan meydana gelir. Mezar oldukları sanılmaktadır.

Domus

Eski Roma'da özel konuta verilen ad. Küçük evlerden saray tanımına giren yapılara kadar çeşitli boyutlarda olabilirdi. Birçok ailenin barındığı kiralık ev bloklarından oluşan insula'nın  tersine domus ek aile konutuydu; başlıca bölümleri atrium ve peristildi.

Ailenin günlük yaşamı, kare ya da dikdörtgen planlı

bir mekân olan atriumda geçerdi. Çevresinde sohbet etmek ve dinlen¬mek için kullanılan bölmeler bulunan atriuma sokaktan prothyrum adı verilen bir koridordan geçilerek ulaşılırdı. Atrium ile peristil arasında yer alan tablinum ise açık bir yaşam mekânıydı. Tablinum'ım bir kenarında, peristile geçilen bir hol (fauces) bulunurdu.

Atrium, evin tümünün bir atriumdan oluş¬tuğu Etrüsk konut mimarlığından gelen bir öğeydi; peristil ise İÖ 2. yüzyıl dolaylannda-ki Eski Yunan konutlarından alınmıştı.

Tipik bir örneği Pompei'deki Vetti Evi'nde görülen peristile, ailenin özel yaşa¬mının geçtiği oecus (kabul odası), cubicu-lum (yatak odası), ala (özel konuşmalar için niş) ve triclinium (yemek odası) gibi mekân¬lar açılırdı. Pompei'deki Pansa Evi'nde ye¬mek odalannda, her biri üçer kişilik üç sedir bulunuyordu, çünkü Eski Roma'da şölenle¬re en çok dokuz konuk çağnlırdı. Aynı evin atrium ve peristilinde çepeçevre üst kat odalan da vardı.

Roma'daki Palatium Tepesi, üstünde yer alan saray gibi büyük evlerle ün yapmıştı. Domus Augustana, İÖ 55 dolaylarından kalma Domus Augusti (Livia Villası) ve sonraları imparatorların konut olarak kul¬landığı Domus Tiberiana (İS 80'de yıkıldı) bunlardan bazısıydı. Neron'un İS 65-68 ara¬sında yapılan görkemli sarayı Domus Aurea da bu tepedeydi.

Dorik düzen 

 

Döğme demir sanatı 


Dokümenta

1955 yılından beri Almanya'nın Kassel kentinde çağdaş avangard çalışmaların toplandığı ve her beş yılda bir yaz aylarında düzenlenen muazzam uluslararası sergileri tanımlamak için kullanılan terim. Dökümenta sergileri, fikri¬nin babası profesör Arnold Bode’dir. Dökümenta sergileri, genellikle bir tema üzerine organize edilir: Örneğin 1972 yılında düzenlenen dökümenta sergisi 'gerçekliğin sorgu¬lanması’ teması üzerine; 1987 yılında düzenlenense 'sanat ve toplum’ teması üzerine yoğunlaşmıştır.N.K.

Döküm işleri

 Heykel dökümü sanatı. Burada sanayi dökümü konu değildir.

Dömitent 

Ararenk. Resimde iki ton arasındaki ara rengi.

Dörtlü çatı 

Birbirini dikey olarak kesen iki beşik çatının biçimi. Üstten istavroz biçiminde görünür.

Döşeme

Bir binanın ahşap, beton ya da taş zemini.

Döşeme kirişi 

Karşılıklı iki duvar arasına atılmış krişler. Bunların üzerine döşeme tahtaları çakılır.

Drapöri 

Resim ve heykel yapıtlarında estetik bir biçimde düzenlenmiş kıvrımlı bez ve elbise.

Duvar resmi 

Teknik olarak çeşitlidir. Kuru boya olarak çalışılmasına İtl. “a secco”, sulu olarak çalışılmasına ise İtal. “a fresco” fresko resim denir. Mumlu boyalar kullanılıyorsa “enkaustik” denir. Bu tekniklerin yanında “mozaik”, “sgraffito” gibi duvar resmi çeşitleri yer alır. Duvar resmi tablo resminden önce bulunmuş olup bütün bu yukarıda saydıklarımız ilk uygarlıklardan bu yana önemini yitirmemiştir. Rönesans ve Barokta duvar resmi tavan ve duvarlarının dekore edilmesinde önem kazanmıştır.

A.T.

Duvar semeri  

Bir duvarı yağmurdan korumak için üst kısmının iki tarafa yuvarlak meyilli yapılması.

Dühenk 

Eski hamamların kül hanlarında yanan ateş dumanının cehennemlikten geçtikten sonra havaya çıkmak için hamam duvarları içinden geçtiği ince baca delikleri.

Dünyanın Yedi Harikası

Acaibi-Sabai Alem. İlk büyük uygarlıklar zamanında yapılmış olan dünyanın 7 büyük anıtına denir. 1— Mısır piramitleri; 2— Babilde Semiramisin yaptırdığı Asma Bahçeleri; 3— Efesteki Artemis Tapınağı; 4- Olempte Fidyas’ın yaptığı Zeus Heykeli; Halikarnas (Bodrum) ta Karya kralının karısı Artemisia tarafından kocası için yaptırılmış anıt yapı  Maussoleion; 6- 120 m yüksekliğindeki İskenderiye Feneri 7— Rodosta M.Ö. 260 da Güneş tanrısı Helyos adına dikilen muazzam heykel. Bacakları arasından gemilerin geçtiği anlatılır.

Düzbaskı 

(Litografi).

 



Yorumlar