SANAT TERİMLERİ - B

Bâb

Kapı.

Babil Sanatı

Babil Eski Mezopotamya’mn en büyük kentlerinden biridir. Babil, Orta Mezopotamya’da, Sümer ve Akad ülkelerinin arasında, Fırat ırmağı kıyısında kurulmuştur. Eldeki belgelerden bu kentin İ.Ö 3. binyılın ortalarından bu yana var olduğu bilinmektedir.
Önceleri, Sümerlerin egemenliğinde, ikinci derecede bir kent olan Babil, siyaset ve kültür alanlarındaki etkinliğini, on yüzyıllık bir gerileme dönemiyle birbirinden ayrılmış iki ayrı dönemde ortaya koymuştur.
Sözünü ettiğimiz bu gerileme dönemi Babil’in çevre imparatorlukların, özellikle de Asurluların egemenliği altında yaşadığı yıllardır. Her şeye karşın, bu dönemde de Babil tapınaklarına ve Babil tanrılarına (başta yaratıcı tanrı Marduk) saygı gösterilmiştir.
Kentin ilk yükselme dönemi İ.O. 18. yy’da Kral Hammurabi zamanına rastlar (Eski Babil). İkincisiyse bin yıl sonra, İ.Ö.612 – 539 yılları arasında, Asur İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra Nabopolassar’ın kurduğu yeni Babil sülalesinin egemenliği sırasında gerçekleşmiştir. 539 yılından sonra Babil, siyaset sahnesinden silinmiştir.
Geleneklerinin türdeşliğiyle olduğu kadar, sanatın sürekliliğini sağlayan katkıların karmaşıklığıyla da dikkati çeken Babil sanatı, birbirini izleyen yükselme, gerileme ve çökme dönemleriyle, Babil tarihinde görülen çelişkili durumları yansıtır. Kentin çok sık yakılıp yıkılmasından ötürü, Yeni-Babil dönemi öncesiyle ilgili çok az anıt kalıntısı bulunmaktadır.
Hammurabi döneminden kalma silindir mühürler, giysilerine bürünmüş sıradan kişileri gösterir. Pişirilmiş toprak levhalarsa konu bakımından daha zengindir: Hayvanlar; dansçılar; müzikçiler; sanatçılar; vb. Eski Babil mimarisinin özellikleri konusundaysa elde yeterli bilgi yoktur.

Hammurabi Yasası Dikilitaş

En iyi anıt, Hammurabi yasası adı verilen ve bu kralın görüntüsünü yansıttığı sanılan diyoritten yapılmış büyük dikilitaştır. Sümer geleneğini sürdüren Babil sanatı, iki yükselme dönemi arasında bütünüyle ortadan kalkmamış, İ.Ö.1600-1200 yılları arasında Kassit sülalesi döneminde de değişikliğe uğrayarak sürmüştür. Yeni-Babil döneminde sanat açısından parlak bir yenilenme hareketi görülmüştür.
Kentin Nabukodonosor zamanında yeniden kurulması (bu çalışmalar daha Nabopolassar zamanında başlamıştı) Babil geleneklerinin ve Marduk dininin üstünlük kazanmasını sağladı. Kentteki tapınak, geleneksel alçak tapınak tipine göre yeniden yapıldı. Tapınağa 7 katlı bir ziggurat eklenmesiyle (Babil kulesi ya da Babil zigguratı) yapı, bütün olarak görkemli bir görünüm aldı.
Yapılarda pişirilmemiş tuğla kullanılmış, Nabukodonosor’un yaptırdığı çok büyük saraylar yeni bir anlayışa göre süslenmiştir. Bu yeniliğin başlıca örneği, kuzey kesiminde İştar kapısı yakınındaki tonozlu salonların üstlerinde düzenlenmiş asma bahçelerdir. Hayvanları görüntüleyen tunç heykeller yapımında da canlanma görülmüştür. Ama, sarayların ve surların duvarlarını süslemek için kullanılan tekniğin ortaya çıkmasını sağlayan Yeni-Babil sanatının asıl özellikleri, duvar süslemeleri, çeşitli renkteki sırlı tuğladan mozaiklerdir.
Ünlü İştar kapısı, yeni tekniğin en belirgin örneğini oluşturur. Bu kapının üstünde yer alan aslan, tanrı Adad’ın simgesi olan boğa, tanrı Marduk’un simgesi olan boynuzlu ejderha gibi çeşitli hayvan resimleri, hurma dalları, sarı ve mavi gül bezekler, sütunlar ve kıvrımlardan oluşan bir dekor içinde verilmiştir. -İstanbul Sanat Evi

Baca kaşı 

Köy evlerinde ocakların duvarlardan olan çıkıntısı üzerinde bulunan ve rafa benzeyen bölüm. Buraya şişe, lamba v.b. gibi eşyalar konur.

Bağa

  Saçaklardaki asma olukları tutmak için kullanılan demir çengeller ve ahşap oluklarda yelkovan tahtalarını kirişe bağlayan oluklara verilen ad. Oluk bağası, kanca başı, bilezik.

Bağdadi

Eskiden bizde evlerin duvarları, kalın kalasların arası aralıksız olarak ince çıtalarla kapatılır üzerine sıva sürülerek yapılırdı. Bu usul hem evin sıcak olmasını sağlar hem de rutubeti önlerdi. A.T.

Ahşap karkas yapılarda ana taşıyıcıların sık aralıklı yatay çıtalarla kaplanarak bu yüzeyin kıtıklı bir harçla sıvanması biçiminde uygulanan yapım tekniği. Bağdadi çıtaları genellikle 1 cm kalınlığında, 2-3 cm genişliğinde olur. Bu tekniğin örnekleriyle hem Batı'da, hem de Türkiye'de sık sık karşılaşılır. Özellikle eski İstanbul evlerinde iç duvar yüzeyleri her zaman bağdadi tekniğiyle sıvanmıştır. Batı'da ise bağdadi, ahşap karkas yapıların duvarlarından başka, kat döşemesi ahşap taşıyıcılı olan kagir yapıların tavanlarında da kullanılmıştır. Bu ikinci kullanım biçimine Türkiye'de çok daha seyrek rastlanır. İklim koşullarına ve darbelere dayanıksızlığı nedeniyle bağdadi, dış yüzey kaplaması olarak hemen hemen hiç uygulanmamıştır. Bağdadi sözcüğünün kökeni belirsizdir. Eski Türkçedeki "bağdamak" eyleminden Farsça kurallara uygun bir sıfat olarak türetildiği düşünülebilirse de, bunu doğrulayacak hiçbir veri yoktur. A.B.

Bağlı 

Eski saray, konak ve şatolarda hizmetçilerin oturmaları için esas binadan ayrı olarak yapılan binalara denirdi.

Bağırıcı renkler 

Resim sanatında insanın gözünü rahatsız eden fazla sert ve çiğ renklere denir. Bir renk, tablo içinde tonalite bakımından yerini bulmazsa rahatsız edici bir nitelik kazanır.

Bağlantı taşları 

Bir duvarın bir tarafına, sonradan ilavesi düşünülen ikinci bir duvarın bağlanmasını sağlayacak, dişli gibi bırakılmış tuğlalara denir.

Bağlayıcı sistem

Roman kilisesi planında, bazilika ile çapraz geminin kesiştiği transept karesinin, kor, orta-gemi ve haç-tonozlar düzeninde, ölçü birimi olarak kullanılmasına denir. Yan-gemilerde, ölçü birimi olan kare ya da dikdörtgenin boyutlarının yarısı alınır.

Bağlayıcı tuşlar 

Aynı rengin tonlarındaki tuşların resim yüzeyinde dolaşması.

Bahçe sanatı 

İki türlü bahçe düzeni bugüne kadar görülmüştür. 1 — Düzenli, sağlam bir geometrik tertip içinde biçimlendirilmiş bahçe anlayışı. 2 — Serbest doğa görüşüne uygun olarak düzenlenen bahçe tipi, Eski Mısır ve Yunan bahçeleri düzenli, geometrik ve simetrik anlayışta idi. Barok Avrupa sanatı saray bahçelerini ayni geometrik ve simetrik düzende yapmıştı. Pompei’de Roma evinin peristili içinde heykellerle süslü bahçeler görülüyor. Arapların bahçe anlayışı akan su ve havuz esprisi üzerine kurulmuş olup keyif için yaratılmış olan bir atmosfere dayanır. Elhamra sarayındaki Generalife bunun güzel bir örneğidir. Çin bahçeleri simetrik düzenli anlayışa dayanmaz. Çinli, bahçe manzarasını ön plana alır. Ağaç grupları, pavyonlar, köprüler akan su ve tabii gibi olan göller Çin bahçe sanatının öğeleridir. Bizde bahçe mimarisinin gelişimi üzerine yazılmış bir kaynak görülmemekle beraber, hendesi bir bahçe sistemi de yoktur. Genel olarak meyve ağaçları ve çiçek yanyana bizim loş avlulu Türk evlerinin yeşil ve sakin atmosferini yaratmaktadır. Eski bahçe mimarimiz Barok Avrupa sanatının ülkemize girişinden sonra yok olmuştur.

Bakanal  

Eski Yunanın şarap tanrısı, olan Bakus’un bayramına verilen isimdir. Bu bayramlara ait sahneler ilk olarak 14. y.y. İtalyan ressamları tarafından ele alınmış ve sonra Velasquez, Rubens ve 19. y.y. sanatçıları tarafından resimlerine konu yapılmıştır.

Bakış Açısı

'Bakış açısı' terimini üç farklı şekilde tanımlamak mümkündür:

1) Sanatçının bir konuyu resmetmek için baktığı varsayılan nokta.

2) Bir sanat eserini algılama biçimi.

3) Bir konuya yaklaşım biçimi. N.K.

Balahane 

Bazen, medreselerin üst kısmında, müderrisler için yapılan odalara verilen ad.

Balbal

Hunların mezarlar etrafına diktikleri taşlara denir.

Balçık

Göllerin ve bataklıkların dibinde yumuşak, işlenmeğe müsait bir çamurdur. Balçık kap kacak, heykel ve kireç yapımında kullanılır.

Baldaken  

Avrupa krallarının tahtları üzerindeki kıymetli kumaş ve tahta oymalı süslerle yapılmış olan görkemli tavanlı cibinliğe benzeyen tepelik.A.T.

Mimarlıkta bir altar ya da mezarın üzerini örten, kolonlarla taşınan, mekânı sınırlayan duvarlardan bağımsız, sundurma biçimli örtü. İspanyolcada bir altar ya da kapının üzerine gölgelik olarak asılan ve Bağdat'tan ithal edilen özenli brokar işlemeli örtülere verilen baldaquin adından türeyen baldaken sözcüğü, daha sonraları bir altar üzerinde yer alan, yapıdan bağımsız tavanları tanımlar olmuştur. A.B.

Balkon 

Bir binanın zemin katı üstünde bina bedeninden dışarı çıkıntılı açık havaya kapalı olmayan yer. Eğer balkonun etrafı ve üstü kapalı olursa buna cumba denir.

Balmumu 

Resim boyalarından yağlıboyanın imalinde özellikle b. kullanılır. Yağlı boyanın yapılma sına yarayan keten ya da haşhaş yağınnı içine % 2 oranında yoğa ısıtılarak karıştırılır.

Banal

Gerek içerik gerek biçim açısından özgün olmayan; kaba, bayağı, sıradan ve anlamsız ürünleri tanımlamak için kullanılan terim. N.K.

Barbar Sanatı

'Barbar' terimi, Yunanlılar ve Romalılar tarafından kendilerinden olmayanlar için kullandıkları genel bir kavramdı ve genellikle dışarıda olan, biz olmayan anlamını taşımaktaydı. Yunanlılar ve Romalılar kendi kültürlerinden olmayan, yabancı gördükleri toplulukların sanatı için de 'barbar sanatı' terimini kullandılar. N.K.

Baptisterium

Hıristiyanlık dininde çocukların vaftiz edildiği kilise, vaftizhane.

Baraka

Türkçe bark = barınacak yer anlamına gelir. Barakanın buradan alınmış olduğu sanılmaktadır.

Barbakan

 Kalelerin duvarlarında düşmana ok atmak için açılmış dar pencere deliklerine verilen isimdir

Barbata

 Kalelerde duvarların üstünde, mazgallar ve mazgal siperlerinin bulunduğu, bir dişli gibi gözüken duvarlar

Barbane 

Eskiden postacıların ve kervanların konak yerlerinde, eşya muhafazasına yarayan ve mahzenleri bulunan binaya denirdi.

Barbizon Okulu

İngiliz sanatçı John Constable'dan esinlenerek kır resimleri yapmaya başlayan ve o güne kadar hakim olan insan figürü resmetme geleneğini kıran bir grup Fransız sanatçıyı tanımlamak için kullanılan terim. Théodore Rousseau, Georges Michel ve Jean-Francois gibi sanatçılar akademik gelenekten kopup, Fransa kırlarını realist bir şekilde betimlemeye başladılar. Bu sanatçılar, Batı manzara resminin temelini attılar. Birçok resmin konusu Fontainebleau Ormanı idi. Bir diğer popüler konu ise köylülerdi. Corot, J.-B. Camille (1796-1875) Daubigny, Charles-F. (1817-1887) Dupré, Julien (1851-1910) Fiers, Camile (1802-1868) Hunt, William M. (1824-1879) Martin, H.Dodge (1836-1897) Michel, George (1763-1848) Millet, J.-François (1814-1875) Rousseau, T. (1812-1867) Troyon, Constant (1810-1865) Veyrassat, Jules J. (1808-1893)

N.K.

Bark

Barınacak yer anlamına gelir. Ev bark deyimi de buradan gelmiş olmalıdır.

Barok

Barok, Avrupa'da yaygınlaşan sanatta bir anlatım biçimidir. Barok kelimesi, Portekizce düzensiz inci anlamına gelen barroco sözcüğünden türemiştir.[1] Barok sözcüğü, birbirinden ayrı iki şeyi tanımlar; sanat tarihinde, Rönesans ile klasikçilik arasında kalan bir dönemi ve bütün çağlarda verilmiş bazı eserlerin tarzını,başlangıcı ve bitişi için kesin bir tarih verilememekle birlikte 14. ve 18. yüzyıllar arasında oluşup şeklini almış bir dönemdir. Mimarlık, müzik, resim ve heykelin etkileyici temalar altında birleştirilmesi amacını güder. Abartılı hareket duygusu ve net gözüken detayları ile dönemin müzik ve edebiyatında da kendini gösterir. Yoğun bir etki bırakan bu anlatım biçimi, kendi alanında fazla eser verildiğinden dolayı bir dönem adı olarak anılmaya başlanmıştır. 1699'da italya'da kilise etkisinde doğmuş ve tüm Avrupa'ya yayılmıştır. Mimaride Mimar Louis Le Vau ve bahçeci André Le Nôtre tarafından yapılan Versailles Sarayı, Barok mimarisinin en tipik örneklerindendir. Bunun yanında resimde Caravaggio, Rembrandt, Rubens, Vermeer; heykelde Gianlorenzo Bernini; müzikte Johann Sebastian Bach, Antonio Vivaldi, Domenico Scarlatti, Georg Friedrich Handel, Georg Philipp Telemann Barok tarzında eser vermiş kişilere örnek olarak gösterilebilir.
Ayrıca günümüzde de hâlen Barok tarzda eserler veren müzisyenler vardır. Örnek olarak ünlü gitar virtüözü Yngwie J. Malmsteen verilebilir. Barok tarzını en çok yansıttığı albümü ise Concerto Suite for Electric Guitar and Orchestra'dır.
-WİKİ

Baru kalkanı 

Barbatalarda kale mazgallarının her iki tarafında bulunan adam boyundaki siper. Yani barbata dişlilerinden her biri.

Baskı resim 

Güzel sanatlar alanındaki baskı resimler grafik teknikleri içinde yer alır. Bu alandaki baskı çeşitleri, serigrafi (ipek baskı) litografi baskısı, gravür baskısı, linol baskı ve tahta baskılardır. ( grafik).     

Basic design 

Çizgi, nokta hacim, yüzey ve renk olarak malzemelerin bünyesine uygun Kompozisyonel araştırma, yaratıcı, biçimlendirici çalışma. Malzemelerin imkânlarını araştırarak yapılabilecek sonsuz biçimlendirme ve düzen çalışmaları. Bu sözcük ilk kez Bauhaus okulundaki öğretmenlerin araştırmalarında doğmuştur. Bugün, Batıda ve ülkemizde mimarların ve diğer sanatçıların yetişmesinde çok önem verilen bir ders olmaktadır.

Baş kemer

Bir kemeri çerçeveleyen silme. Bütün silme ve süsleriyle beraber bir portalin kemeri. Bir portalin kemerini meydana getiren, merkezleri bir içiçe kemerlerin heyeti umumiyesi. Taç kemer.

Batik

Asya’dan Avrupa’ya geçmiş bir kumaş baskısı tekniğidir. Türkistan’da, Hindistan’da, java ve Malezya’da bu teknik yaygındır. İlk kez Avrupa’ya getiren Hollandalı Thornprikker olmuştur. Batik’in yapılışı şöyledir: bir bez üzerine istenilen motif çizilir. İlk boyanacak kısımlar boş bırakılarak boyanmayacak kısımlar baştan aşağı eritilmiş balmumu ile kapatılır. Sonra bez, kumaş boyası içine batırılır. Bez, boyayı aldıktan sonra çıkarılır ve kurutulur. Terpentin içine batırılarak bezin üzerindeki balmumu çıkarılır. İkinci kez, bezin nereleri boyanmak istenirse o kısımlar açık bırakılarak diğer kısımlar balmumu ile kapatılır ve boyaya batırılır. Sonra gene terpentin için de balmumlu kısımlar eritilir. Çeşitli renkleri üstüste getirerek daima yeni desenlerin çıkmasını mümkün kılan batik Doğunun bulduğu güzel tekniklerden biridir.

Bauhaus

«Yapı evi» veya Bauhaus, Weimar Cumhuriyeti Almanya’sında ikili bir birlik arzusunun somut örneği olmuştur: bir yanda sanatları ve mimarlığı, diğer yanda okulun kurucusu Walter Gropius’un çevresindeki ekibin üyelerini, ortak bir sanat-yaşam ilişkileri anlayışında birleştirmek. Bauhaus, araştırma ve modernlikle eşanlamlı olan adının çevresinde, Klee’den Kandinsky’ye kadar XX. yy’ın en göze çarpan yaratıcılarından bazılarını toplamıştır.

XIX. yy’ın ortasından beri birçok sanat hareketi, ince bir beğeninin düşmanı olarak görülen sanayileşmeye karşı tepki gösterirken, yüzyılın bitiminde, ar nuvo’ya paralel olarak, sanat alanında Avusturyalı Adolf Loos’un, ABD’de ise Sullivan ve Wright’ın çalışmaları gibi eserlerle yeni akım olarak bir işlevselcilik estetiği doğmuştu.

Ama bu akımlardan hiçbiri, Bauhaus’un güçlü yapısına ve çağdaş estetik anlayışları üzerindeki belirleyici etkisine sahip olamadı. Bauhaus, caz orkestrası ve efsanevi şenlikleriyle hayal gücü ve gençlik taşan bir yerdi: 1929’da “madeni”, giysiler giymiş karnaval davetlileri, içeriye kayaklı kızaklarla girmek zorunda kalacaklardı.

Weimar, Dessau, Berlin.

Bauhaus’un «babası» mimar Walter Gropius’tur. Münihli mimarları, tasarımcıları ve sanayicileri biraraya getiren Deutscher Werkbund (Alman Atölyesi) adlı bir dernekte çalışmış olan Gropius, 1919’da Weimar Güzel Sanatlar ve Uygulamalı Sanatlar Yüksekokulu’nun müdürlüğüne getirildi. Eski arkadaşlarını Staadiches Bauhaus (Devlet Yapı Evi) adı altında birleştirdi ve amacı uygarlığa uyum sağlamış bir sanatın ilkelerini ortaya koyan bir manifesto yayımladı: mimari dil yenilenecek ve sanat, zanaatın, sanayinin ve plastik sanatların sentezini gerçekleştirerek yaşamla bütünleştirilecekti. Gropius, okula öğretmen olarak özellikle ressamları aldı: Johannes Itten, Lyonel Feininger, Gerhard Marcks, Adolf Meyer

İlk yıllar zorluydu: maddi koşullar alabildiğine kötü, program hele belirsiz, plastik sanatlara ayrılan pay yetersizdi; yaratıcı hayal gücünü tamamen serbest bırakma yanlısı olan Itten, «Bauhaus’un bir kaçıklar adası haline gelerek içinde yaşadığı toplumdan ve onun işleyiş tarzından kopması»nı engellemek gerektiğini düşünen Gropius’la çatıştı. 1920-1922 arasında Georg Muche, Oskar Schlemmer, Klee ve Kandinsky geldiler. 1923’te Itten’in yerine okula alınan Moholy-Nagy, Gropius’la birlikte Bauhaus’u yenilerken, aynı yıl açılan bir sergi, okulun tarihinde yeni bir aşamayı belirledi. Ne yazık ki, Thuringen Eğitim Bakanı 1924’te Bauhaus’a yapılan mali yardımları yarı yarıya azalttı ve Gropius mart 1925’te okulun kapatıldığını duyurmak zorunda kaldı.

Adı Hochschule für Gestaltung (Tasarım Yüksekokulu) olarak değiştirilen okul, büyükçe bir bütçenin teşviki ve yeni bir bina inşa etmenin isteklendirmesiyle Dessau’ya taşındı.

On iki öğretmenden altısı eski öğrenciydi: Joseph Albert, Herbert Bayer, Marcel Breuer, Gunta Stölzl, Hinnerk Scheper, Joost Schmidt. 1926’da bir ticaret şirketi, öğretimi ve üretimi desteklemeye başladı. Ama l928’de, hep kavga etmek zorunda kalmaktan yorulan Gropius’un ayrılmasıyla boşalan Bauhaus yönetimini Isviçreli mimar Hannes Meyer devraldı; Gropius’un istifasını Moholy-Nagy, Breuer ve Bayer’inkiler izledi. Meyer ağırlığı konstrüksiyona verdi:

atölyelerin karlılığının artmasıyla, estetik ve plastik sanatlara, sosyolog ve Marksist bir yaklaşım egemen oldu. Gropius’un reddettiği bu politikleşme, bolşeviklikle suçlanan ve grevci işçilere destek olmak için fonları zimmetine geçirmekle itham edilen Meyer’in görevinden alınmasına yol açtı.

1930’da Meyer’in yerine Mies van der Rohe getirildi. Bir önceki yıl, Barcelona Sergisi’ndeki cüretkar Alman pavyonunu inşa etmiş olan Rohe, mimarlığa ayrıcalık tanıyarak okulu iki bölüme ayırdı (dış ve iç, yapım ve tasarım). Ekonomik durumun da yönlendirmesiyle teknikçi bir doğrultu verdiği teorik öğretimi yeniden canlandırdı. Ama 1931’de Naziler, Dessau şehrinin parlamentosunun denetimini ele geçirdiler ve Alman düşmanı olarak nitelenen okul, 1932’de kapanmak zorunda kaldı.

Mies van der Rohe, bunun üzerine Berlin’in kenar mahallelerinden birinde kullanılmayan bir fabrika binasında özel bir okul açtı, ama politik durum nedeniyle, ertesi yıl Bauhaus’u kesin olarak kapatmak zorunda kaldı.

Teoriden Pratiğe

Bu dikkate değer öğretmen ve öğrenci topluluğunun devrimci yöntemleri, dünyadaki sanat öğretimini köklü bir dönüşüme uğratmıştır.

Öğretimin hedefleri ve örgütlenmesi

1919 tarihli manifestoda: «Her türlü yaratıcı faaliyetin en üst hedefi mimarlıktır» denmektedir. Weimar’da «geleceğin yeni yapımı için çalışma topluluğu» her tür sınıf ayrımını reddeder ve uygulamalı el sanatları sanayiye yakınlaşmaya davet edilir. Zanaatçılar ve sanatçılar atölyeleri birlikte yöneticiler. Ortaçağ loncalarında olduğu gibi öğretmenler «usta» olarak anılır: sanatçılar için biçim ustaları, zanaatçılar için atölye ustaları. Dört yıllık öğrenime, her yıl, altı aylık bir ön kursla seçilen yüz kadar öğrenci kabul edilir. İlk üç yıl; malzeme analizini, makinelerin kullanımının analizin, ekip çalışması deneyimini ve bunların yanı sıra daha teorik olan biçim, çizim, renk derslerini içermektedir. Son dönem yapımla (konstrüksiyonla) ilgilidir. Öğrenci, ustayla birlikte çeşitli şantiyelerde ve atölyelerde çalışır: resim, heykel, mobilya, cam, metal, dokuma, seramik, tiyatro, duvar resmi, mimarlık, matbaacılık, ciltçilik. 1922’de, geleceğin katedrali ütopyasının yerini, Moholy-Nagy’nin gelişi ve ucuz ama kaliteli eşya üretme arzusuyla çakışan, «sanat ve teknik, yeni bir birlik» formülü alır.

Dessau’da ağırlık, “biçimleri tasarlamanın temel kavramları”na  girişe ve fen bilimlerinin öğretimine verilir. Artık ustalar değil profesörler vardır ve atölyeler, hiç olmadığı kadar, sınai üretimine yönelmiştir.

Gerçekleştirilen işler

Bauhaus başarılı olmak için sanayicileri Somut önerilerle ikna etmek zorundadır. Ekonomik açıdan güç bir dönemde olunduğundan çok az sipariş alır. Ortaklaşa tamamlanan bir projenin sonucu olan ilk yapı, Sommerfeld Evi’dir (1921). Tamamen ahşap olan bu ev, yeni malzemelerin rasyonel bir biçimde kullanılmasını, yalınlığı ve süslemeden kaçınmayı savunan Gropius’un teorilerinden uzaktır. Kirişlerdeki oymalar Schmidt, koltuklar ise Marcel Breuer tarafından gerçekleştirilmiştir.

1922’de Gropius tarafından çizilen ve okul tarafından dekore edilip döşenen Berlin’deki Dr. Otte Evi yapılır; Joseph Albers renkli pencere camlarının düzenlemesini gerçekleştirir.

 1923’teki sergi, özellikle Sommerfeld tarafından finanse edilip Georg Muche tarafından çizilen Horn Kıyısındaki Ev’le Bauhaus’un niyetlerini net bir biçimde açıklayacaktır.

Bu küp biçiminde, beton duyarlı büyük yapının üzerine çelikten bir iskelet giydirilmiştir; lambalar metal atölyesinde Albers ye Moholy-Nagy tarafından üretilmiştir; Moholy-Nagy mobilyaları ve çok kullanışlı mutfağı gerçekleştiren Marcel Breuer’le birlikte işlevselciliği savunur: «biçim işlevi izlemelidir». 

1927’den itibaren Breuer’in koltukları, merkezi Berlin’de olan Lengyel Bc Co. firması tarafından seri halinde üretilir; bu arada Moholy-Nagy lamba, çay servisi ve mutfak aletleri modelleri sarar. Başlarında sırasıyla Gunta Stölzl ve Theodor Bogler’in bulunduğu dokumacılar ve seramikçiler, l923’e doğru yirmi kadar sanayiciden önemli sayıda sipariş alırlar.

1926’da yapılan, Dessau’daki yeni Bauhaus binası da bir manifesto etkisi yapar; öğretim mekanı, atölyeler, tiyatro, kantin, beden eğitimi salonu ve yirmi sekiz atölye-dairenin üzerinde bir bahçe-teras bulunmaktadır ve bütün mekanlar arasında bağlantı vardır. Aynı dönemde Törten belediyesi, 60 işçi evinin siparişini verir: “beton ahırlar” olarak anılan bu evler, üç gün içinde yerinde gerçekleştirilir.

Ustalar ve çıraklar

Hazırlık kursunun öğretmenleri Itten, Klee, Kandinsky, Moholy-Nagy ve Albers’tir. Bireyin serbestçe gelişmesini savunan Itten bir renk ve biçim teorisyenidir: kare, üçgen ve daireyi, temel renkler olan kırmızı, sarı ve maviyle birleştirir; bunlar aynı zamanda, Kandinsky’nin «Sanatta Tinsellik Üzerine,, (Uber das Geistige in der Kunst, 1912) adlı denemesini çağrıştıran, manevi anlamlar bakımından zengin renklerdir. Kandinsky, müziği görüp rengi dinleyerek, müzik ile resim arasında tekabüliyet kurar.

Klee’nin dersinin konusu rengin ağırlığı, çizginin özgül nitelikle ridir: aktif, pasif, orta. Konstrüktivist eğilim kendini Albers ve Moholy-Nagy’yle ortaya koyar. Makinelere, tekniğe (bunun kendinde bir amaç olmadığını bilmektedir) düşkün olan Moholy Nagy, öğrencilerine statik ve dinamik yasalarını, ağırlık, esneklik, malzemelerin direnci kavramlarını keşfettirir. Moholy-Nagy’nin dersini l928’de Albers vermeye başlar: atık malzemelerin (konserve kutulan ve demir teller) olanaklarını öğrenci kendi başına keşfetmeye yöneltilmelidir. Fırça terk edilir, renk silinir. Aletlerden geriye bir tek makas, zamk, kağıt ve kalem kalır.

Bazı atölyeler sadece Weimar’da var olurlar. Burada taş heykel atölyesi 19l9’dan itibaren Johannes Itten tarafından, 1922’de ise, Joseph Hartwig’le birlikte tahta heykel atölyesinden de sorumlu olan Oskar Schlemmer tarafından yönetilir. Seramik atölyesi Gerhard Marcks, ardından da Theodor Bogler tarafından yürütülür. Paul Klee 1922’de, Itten tarafından yönetilen vitray ve cam üzerine resim atölyesinin başına geçmeden önce ciltçilik atölyesini yönetir. 1923’te Albers bu atölyeyi üretici hale getirecektir. Bazı atölyeler 1933’e kadar Bauhaus’un üç döneminde de varlığını sürdürür. Dokuma atölyesi 1927’ye kadar Georg Muche, 1931’e kadar da hiç bilinmeyen malzemeler keşfedecek olan Gunta Stölzl tarafından yönetilir. Metal atölyesinin sorumlusu önce itten, sonra Christian Deil, l923’te de üretimi hızlandıracak olan Moholy-Nagy olur.

Yetenekli bir öğrenci olan Marianne Brandt dikkat çekici lamba modelleri geliştirir. Mobilya atölyesinin 1925-1928 arasında eşsiz bir yöneticisi olacaktır: Marcel Breuer, önce primitivizmden (ilkelcilikten) sonra da bisikletinin gidonundan esinlenen Breuer, deri veya hasır geçireceği çelik borulardan koltuklar yaratan ilk kişidir. Dessau’da nöbeti önce Hinnerk, 1929-1931 arasında da Alfred Amdt devralır. Burada Rasch firması tarafından üretime uygulanacak olan boyalı kağıt modeller yaratılır. Feininger’e emanet edilen matbaacılık atölyesi kendini taş baskıyla sınırlar; sonra Dessau’da Herbert Bayer, yeni bir grafik üslup getirerek tipo baskıyı ve reklamı başlatır: Feiningem temel renkler arasındaki zıtlıkla oynayarak gotikten dik harflere geçer ve büyük harfi kaldırır büyük harf Almanca’da önemlidir. 

1928’de yerini Joost Schmidt alır. Schlemmem 1923-1929 arasında tiyatroya damgasını vurur. Dessau’da Meyer iki atölye açar: Wal ter Peterhans’a teslim edilen fotoğraf ve 1927’den itibaren bizzat Meyer tarafından yönetilen mimarlık atölyeleri.

1933’te profesörlerin çoğunluğu, Bauhaus’un ilkelerini savunmaya devam edecekleri ABD’ye göç ederler. Moholy-Nagy 1937’de Chicago’da New, Bauhaus’u kurar. Gropius 1937-1952 arasında Harvard’da ders verir ve 1945’te bir mimarlık bürosu açar. Albers, Black Mountain College’da ve Yale’de ders verir:eserleri ve optik yanılsama üzerine verdiği derslerle hard-edge’den minimal sanat’a kadar Amerikan sanatı üzerinde büyük bir etkide bulunacaktır. Bayer 1938’den itibaren, ABD’de grafikçilik mesleğini noktalar. Breuer New York’ta kendi bürosunu açmadan önce, 1937-1941 arasında, mimar olarak Gropius’la birlikte çalışır. Almanya’da ise, öğrenciler mimarlık bürolarına, reklam ajanslarına veya sanat okullarına dağılırlar. 1950’de Max Bill, Ulm’de Bauhaus binasını yeniden kuracaktır.

Sık sık gökdelenlerin çoğalmasından, betonun istilasından ye yatakhane şehirlerden sorumlu tutulan Bauhaus, sanat ve sanat eğitimi, inşaat ile konut arasındaki ilişkiler konusunda çağdaş görüşleri ilk defa ortaya atmış ve tasarımı kelime dağarcığını kazandırmıştır.  Axis


Weimar Devlet Yapıevi (Bauhaus) programı
Walter Gropius
Weimar Devlet Yapıevi (Bauhaus), eski Saksonya Grandüklüğü Plastik Sanatlar Yüksekokulu ile eski Saksonya Grandüklüğü Uygulamalı Sanatlar Okulu’nun birleştirilerek bir Yapı Sanatı Bölümü eklenmesiyle oluşmuştur.
Bauhaus’un amaçları:
Bauhaus, her çeşit sanat yaratısının bir araya gelerek bir bütün oluşturmasını, atölye sanatı disiplinlerinin —heykeltıraşlık, resim, uygulamalı sanat ve el işçiliğinin— yeni bir yapı sanatı biçiminde yeniden birleşerek bu yapı sanatının ayrılmaz temel öğeleri olmalarını amaçlar. Bauhaus’un, uzak da olsa, son amacı içinde anıtsal sanatla süsleyici sanat arasında bir sınırın bulunmadığı bütüncül sanat yapıtını -büyük yapıyı- ortaya koymaktır.
Bauhaus her dereceden mimarları, ressam ve heykeltıraşları becerikli birer el işçisi ya da bağımsızca yaratan sanatçı olarak yetiştirmek, ayrıca önde gelen ve yeni yetişen atölye sanatçılarını bir araya getirmek ve böylece, yapıları ben zer bir ruhtan yola çıkarak bütün kapsamları içinde -kaba yapı, ince işler, süsleme ve döşeme bakımından- bütüncül olarak biçimlendirmeyi becerecek bir çalışma grubu oluşturmak istiyor.
Bauhaus’un ilkeleri:
Sanat bütün yöntemlerin üzerinde oluşur; sanat aslında öğretilemez, ama el işçiliği pek öğretilebilir. Mimarlar, ressamlar, heykeltıraşlar kelimenin en öz anlamıyla el sanatçılarıdır, bu nedenle bütün öğrencilerin atölyelerde, deneme ve çalışma yerlerinde, bütün plastik yaratmalara tem oluşturmak üzere, esaslı bir biçimde eğitilmesine ağırlık verilir. Bauhaus’un kendi atölyeleri yavaş yavaş kurulmalı, yabancı atölyelerle ders sözleşmeleri yapılmalıdır. Okul atöl yenin hizmetindedir, günün birinde atölyenin içinde eriyecektir. Bunun için Bauhaus’da öğretmenler, öğrenciler yok, ustalar, kalfalar, çıraklar vardır.
Çıraklığın biçimi atölye çalışmasının özüne uygun düşer:El becerisinden yola çıkarak geliştirilen organik biçimlendirim. Katı olan her şeyden kaçınma; yaratıcılığı yeğ tutma; bireyselliğin özgürlüğü, ama sıkı bir öğrenim.
Bauhaus’un ustalar kumlu ya da yabancı ustalar önünde, lonca geleneğine uygun biçimde usta ve kalfa sınavları.
Öğrenenlerin, ustalarının işlerine katılarak çalışması.
Öğrenenlere de iş sağlanması
Büyük ütopik yapı tasarımlarının ortaklaşa planlanması —halk ve kült yapıları—, uzun vadeli amaçlar için. Bütün ustaların ve öğrenenlerin —mimarların, ressamların heykeltıraşların— yapıya ait olan bütün öğelerin ve parçaların yavaş yavaş uyuma kavuşması amacıyla tasarıma katılmaları.
Ülkede el sanatlarını ve endüstrileri yöneten kişilerle sürekli dokunuşum.
Sergiler ve başka gösteriler yoluyla kamu hayatıyla, halkla dokunuşum.
Resim ve plastikleri mimari çerçeve içinde gösterme sorununu çözümlemek için sergicilik alanında yeni deneyler.
Ustalarla öğrenenlerin iş dışında dostane bir ilişkide bulunmaları; bu arada tiyatro, konferanslar, müzik, kostümlü eğlentiler. Bu toplantılar için neşeli bir tören biçiminin oluşturulması.
Bütün plastik sanat etkinliklerinin son amacı yapıdır! Yapıyı süslemek bir zamanlar plastik sanatların başta gelen ödeviydi, bunlar büyük yapı sanatının çözülmez öğeleriydi. Bugün bir bağımsızlık içinde bulunuyorlar, kendi kendileriyle yetiniyorlar, ki bu durumdan kurtarılmaları bütün atölye çalışanlarının bir araya gelip çabalarını bilinçli biçimde yan yana, iç içe koymalarıyla olabilir. Mimarlar, ressamlar, heykeltıraşlar yapının çok-öğeli biçimini gerek bütün olarak gerek 1arçalarına inerek yeniden tanımalı, kavramalıdırlar; o zaman yapıtları salon sanatına dönüştüklerinde kaybettikleri mimari ruhla kendiliğinden dolacaktır.
Eski sanat okulları bu birliği oluşturmadılar; sanat, öğretilmez bir şey olduğuna göre nasıl oluşturabilirlerdi ki. Okullar yeniden atölyelerin içinde erimelidir. Şu sadece çizen ve resim yapan çizim ustaları ve uygulamalı sanatçılar dünyası yeniden, yapı kuran bir dünya olmalı. İçinden plastik sanat sevgisi gelen genç insan, bu yola bir zamanlar olduğu gibi yeniden bir zanaat öğrenerek başlarsa, o zaman yaratıcı olmayan “sanatçı” da ileride yetersiz ir biçimde sanat üretiminde bulunmaya mahkum edilmemiş olur, çünkü el be o zaman, kendini pek güzel bir biçimde gösterebileceği zanaat kimliği altında kalıcılık kazanır.
Mimarlar, heykeltıraşlar, hepimiz zanaata dönmeliyiz! Çünkü ”sanat mesleği” diye bir meslek yoktur. Sanatçıyla zanaatçı arasında özden gelen bir ayrım yoktur. Sanatçı zanaatçının bir yüksek derecesidir. Göklerin lütfu sanatın sanatçının el işinde kendiliğinden, isteğe bağlı olmayan ender aydınlanma anlarında, bilinçdışı yoldan yerleşmesini sağlar; ama bu el işini becermek hiçbir sanatçının kaçınamayacağı bir şeydir. Yaratıcı biçimlendirmenin ana kaynağı bu alandadır.
Öyleyse, zanaatçılarla sanatçılar arasına bir kibir duvarı çekmek isteyen sınıf-ayrımcı üstünlük duygusundan uzak, yeni bir zanaatçılar loncası kuralım! Geleceğin, bir biçim içinde aynı zamanda hem mimari, hem plastik, hem resim olacak ve günün birinde milyonlarca zanaatçının  elinden, yeni, gelecek bir inancın kristal sembolü olarak göğe yükselecek olan yeni yapısını beraberce is teyelim, düşünelim, yaratalım.
Çeviren: Tevfik Turan
Modernizmin Serüveni, Hazırlayan: Enis Batur, Yapı Kredi Yayınları


https://stuartshieldgardendesign.wordpress.com/tag/hannes-meyer/

Bauhaus: Modernleşmenin Tasarımı, Ali Artun

Bauhaus Kültürü

Bauhaus İle Tasarıma Dönüşen Zanaat


Bazalt  

Siyaha yakın kurşuni renkte, volkanik sert bir taş cinsi. Mihenk taşı.

Bazilika

İçi, iki sıra sütunla, ortadaki daha geniş ve yüksek olmak üzere üç sahına bölünmüş dikdörtgen biçimindeki ilk Hıristiyan kiliselerine denir. Bazilika sözcüğü, Atina Pazarında Archon Basileus’un makamından gelir. Romada dikdörtgen biçiminde, sonunda mihrap gibi bir çıkıntısı olan mahkeme salonlarına denirdi. Bütün bazilika’lar uzunlamasına, birlik ifade eden bir salon ve iki yanda yan sahınları ve salonun sonunda da apsisi olan yarım çember biçiminde bir tribuna bulunur. Hıristiyanlık bazilika’yı Romalılardan cemaatin toplantı binası olarak benimsedi. Hıristiyan bazilika’sı zamanla gelişti. Yan sahınlardan yüksek bir Orta sahın bunun iki yanında birer yan sahın yer alırlar. Orta sahının içine ışık, yan sahınların üzerindeki duvarlar da açılan pencerelerden gelir. Orta sahının sonunda apsis yer alır. Sonradan apsisin önünde, bütün bazilika’yi kesen ve ona bir istavroz biçimi veren çapraz bir salon yer alır (Transept). B. Roman ve Gotikte esaslı, mekân değişikliklerine uğrar. ( Roman sanatı, Gotik).

Bazuyı der 

Kapı sövesi.

Bedesten 

Üstü kapalı çarşı. Bezciler çarşısı anlamına gelen

Beğeni

'Beğeni' terimini iki şekilde tanımlamak mümkündür:

1) İletişim sürecinde, alınan mesajdan hoşlanma ve mesajın olumlanması ve talep edilmesi durumu.

2) Güzelliğin insanda yarattığı öznel duygu. Sanat eserlerini, duyum ve deney yoluyla yargılama; iyi ve güzel yönlerle eksiklik ya da hataları ayırt edebilme yetisi. Kişisel bir tercih ya da hoşlanma.

• "Beğeni ressamın ölümüdüré, Walter Sickert.

• "Beğeni öyle korkunç bir şeydir ki; o yaratıcılığın en büyük düşmanıdıré, Pablo Picasso. N.K.

Beki kulesi 

Orta çağlarda Avrupa’da kalelerden düşmanı uzaktan görmek için yapılan gözcü kulelerine denir.

Belgi

Eskiden dükkânların kapılarının üstüne o dükkanın alâmeti olarak demirden işlenmiş hayvan şekillerinde alemeti farikaları, nişanları asılırdı.

Belirti

Göstergenin gösterilen ile bir neden-sonuç ilişkisi kurduğu gösterge çeşidi. Doğal, istem dışı ya da amacı olmayan bir olgu olan belirti, dış gerçeklikle bir bitişiklik ilişkisi kurar. Bu ilişki, belirtiyle işaret ettiği olay arasındaki bağlantı, insanlar tarafından oluşturulmayan deneysel bir olgudur. Belirti, istem dışı, iletişim amacı olmayan, ama mutlaka bir anlamı olan doğal bir göstergedir ve ancak onu yorumlamasını bilene bir şeyler anlatır. Belirtide gösteren ile gösterilen arasındaki ilişki nedenlidir. Sararmış kuru yapraklar sonbaharın belirtisidir. Ayak izleri, birinin oradan geçtiğinin/yürüdüğünün belirtisidir. Hastalık semptomları, markalar ve damgalar en sık görülen belirti örnekleridir. N.K.

Bengü

Anıt, abide anlamınadır. Osmanlıcada anıt demektir.

Benna

Kagir inşaat ustası, mimar.

Bereket boynuzu 

İçinden çiçek ve yemişler taşan sulh ve bolluğun sembolü boynuz motifi.

Beşik kemer 

Yarım çember biçiminde  kemer ( kemer).

Beşik tonoz 

 ( tonoz).

Beti

Resim ve heykel sanatlarında insan ve hayvan biçimlerine denir, Eski Türkçede yüz ve biçim anlamınadır.

Beti taşı 

Kitabe taşı

Betonarme 

 Joseph Monnier adında bir Fransızın bulduğu betonarmeyi olarak Auguste Perse adında bir Fransız 1905 yılında inşaata uygulamıştır.

Beyaz boya

Resim sanatında kullanılan beyaz boya çeşitleri; kurşun beyaz ile çinko beyazıdır. Kurşun beyazı çok zehirli bir maddedir. Yağlı boya olarak mükemmel sonuçlar alınabilir. Her boya ile karıştırılmaz. Örneğin içinde kükürt bulunan boyalarla kurşun üstübeci karıştırılmaz. Goronce’ın rengini tamamen soldurur. Rouge de Saturne üzerine de etkisi kötüdür. Kadmiyum sarısı, outremer ile karışımları da fena sonuç verir. Blanc de zinc denilen çinko üstübecinin ise hiçbir zararlı etkisi yoktur. Sulu boya yapımında da çinko beyaz, kullanılır.

Beyt 

Ev, daire, oda.

Bezeme—süsleme

Lat. den gelir. Bezeme ile dekorasyon karıştırılmamalıdır. Dekorasyonda bütün süsleme alanları kastedilir. Bezeme ise sistem halinde tekrarlanan süsleme motifidir. Her ülkedeki üslup devirlerinin ayrı bir bezeme buluşu vardır. Bezeme’de geometrik olarak hayvan ve bitki gibi doğa unsurları üsluplaştırılarak tekrarlanan bir motif haline getirilir.

Bezir isi mürekkebi

Bezir yağı yakılarak meydana getirilen isten yapılan mürekkep.

Bezir Verniği

Kaynatılmış keten yağına denir. Bir adı da Osmanlı beziri

Biblo  

Porselenden yapılan küçük heykel.

Biçim 

Bir şeyin şekli anlamına gelir. Tabloda biçim, o tablonun tümünün yapı bakımından kuruluşuna denir. Plastik sanatlarda biçimin, derinliği olan bir anlamı vardır. Bir tablonun biçimi dendiği zaman, tablonun konusu dışındaki muhtevası kastedilmektedir. Bu bakımdan konu ile muhteva yani biçim ayrı ayrı hususlardır.

Biçimcilik

( Formalizm)

-Bağlamsal ya da içeriksel nitelikleri değil de biçimi/formu vurgulayan bir estetik ve sanat eleştirisi kuramı. Sanat eserinin sosyal, tarihsel ve içeriksel bağlantıları yerine biçim üzerinde yoğunlaşır. Biçimciliğe göre sanatta en önemli olan şey, sanatın ilkelerini kullanarak sanatın elemanlarını en etkili biçimde düzenlemektir.

 

 Biçimci kuram 'yapısalcılık' olarak da bilinir. 1960'lı ve 1970'li yıllarda biçimcilik, en güçlü eleştiri yaklaşımı olarak kabul gördü ve sanatçılar da bu yaklaşıma dikkat ederek eser ürettiler, Biçimci sanat kuramına göre; bir sanat eseri, sanatçısından, alıcısından ve üretildiği tarihin toplumsal ve kültürel koşullarından bağımsız, kendi başına yeterli olan, kapalı, dilsel bir düzendir. Biçimci eleştiri, sosyo-politik çözümlemelerin aşırılığına tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır. Biçimciler, sanatın bilgi aktarmak gibi bir görevinin olmadığına, bu tür görevler sanatın değerinden kaybettirdiğine inanırlar. Sanat eserinin kendi içinde 'organik bir birliği’ olduğunu savunan biçimcilik, bir yapıtın değerlendirilmesinde renk, çizgi ve kompozisyon gibi biçimsel değerlerini birinci planda tutar. Daha çok görsel sanatlara yönelen biçimcilik soyut sanatın gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Geometricilik, kübizm, konstrüktivizm gibi 20. yüzyılın sanat akımları, malzemeden, yani maddeden ve onun biçiminden ayrılmayan, soyut birtakım biçim ve niteliklerle uğraşan akımlardır. Bu sanat türlerinde akıl kadar sezgi de büyük rol oynar. Sanatçının, oran ve bağlantılarla ilgili olarak kendi iç uyum duyusunun ve sezgisinin, kütle, kontur, renk ve tonlar gibi somut, maddesel öğelerle anlatımı dışında hiçbir dış amaca yönelme yoktur. Saf, bir anlamda hiç işlevsel olmayan soyut resim ve heykel gibi saf ve salt biçimlerle uğraşır. Biçimci kuramın temsilcileri ise Clive Bell ve Roger Fry gibi kuramcılardır. Onlara göre sanatın özü, sanatın kendisi dışında bir şeyle olan ilişkisinde değil, bizzat kendi öğeleri arasında kurulan düzendedir, sanat eserinin yapısal özelliklerindedir. Onun için de çizgi, renk, düzlemler, her biri nesneymiş gibi işlev görerek mecazi bir 'işaret', kavramsal ve soyut sanata ulaşıp, sanatın kendinde kalınır. Ayrıca bkz. Rus biçimciliği. N.K.

Biennal

Terimin Türkçe karşılığı 'iki yılda bir'dir. Sanat alanında ise iki yılda bir düzenlenen dünyanın en büyük uluslararası avangard sanat sergisini tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu sergi uluslararası bir panel ile değerlendirilir. İlk Biennal, Venedik'te 1895 yılında düzenlendi. Bu sergide 16 ayrı ülkeden sanatçıların çalışmaları sergilendi. Daha sonra birçok ülke kendi 'biennal'ini düzenlemeye başladı: Paris Biennali, Tahran Biennali, Tokyo Biennali. Türkiye kendi biennalini 1987 yılından beri İstanbul'da düzenlemektedir. N.K.

Biklinum 

Eski Romalılarda iki kişinin yemek yemesi için uzanarak oturulan bir çeşit kerevet, kanepe.

Bilezik  

Sütün gövdesi üzerine, sütünu çepeçevre kuşatacak biçimde takılan, hafif çıkıntılı madeni halka. Çember, kuşak.

Bimarhane

Hastane, dârüşşifa.

Bina emini

İnşaatlarda ödemelerin yapılması, malzeme ve işçi sağlayarak inşaatın düzenli yürütülmesinden sorumlu olan kişi.

Bindirme taşı 

 (Fr. tas de charge; İng. corbelling, spring; Alm. Anfoenger): Kemerlerin başladığı yere konulan çıkıntılı yastık ya da üzengi kısmı. Üzerine bir diğer mimari unsurun bineceği çıkıntılı kısım.

Binek taşı 

Eskiden saray ve konakların önünde ata binmeğe yarayan ve birkaç ayak merdivenle çıkılan, ata kolaylıkla atlanacak yüksek yer.

Bingi

( pandantif).

Bitüm

  Siyah renkte bir çeşit asfalt bayadır. Bitümle yapılan boya şeffaf ve sepya rengine olur. Barok çağı ressamları b. kullanmışlardır. Bitüm çok geç kurur ve bu bakımdan zamanla tuval yüzeyinde akıntılar yapar. Artık kullanılmamaktadır.

Blokaj  

Bir duvarın harç ve kaba taşlarla örülmesi. Muntazam büyük taşlarla kaplanmış duvarların iç kısmının harçla karışık olarak taşlarla doldurulması.

Brikolaj

Fransızca önemsiz şey anlamına gelen 'bricole' teriminden türeyen ve kolayca elde edilebilen şeylerden oluşturulan çalışma anlamında kullanılan terim.N.K.

Bodrum

 Yerle bir olan zemin katının altında kalan kota denir.

Bohem

Yeteneklerini kullanacak imkânları bulamamış, düzensiz, savruk yaşayan ressam, aktör, müzisyen vb. entelektüelleri işaret etmek için kullanılan bir terim.

 

Bohem kavramının tarihteki yansıması romantik dönemin bohemi, natüralist dönemin bohemi ve empresyonist dönemin bohemi olmak üzere üç evrede gerçekleşti. 19. yüzyılda bohemlik burjuva yaşamına karşı yapılan bir gösteriydi ve Fransa'da sınırları belli olmayan bir olguydu. Empresyonist dönem, toplumdan çekilmiş olan ve birbirinin tam tersi olan iki tür sanatçı tipi ortaya çıkardı. Bunlardan biri bohemler, diğeri de Batı uygarlığından kaçıp uzak ülkelere sığınanlardı. Her iki sanatçı tipi de kendilerini çoğunluğun anlayamadığı şekilde ifade ettiler. Zorunlu oldukları için sefil bir hayat yaşamadılar. Çünkü bohemler, genellikle üst sınıfa mensup ailelerin çocuklarından, sanatçılardan ve öğrencilerden oluşmaktaydı. Burjuva olan ailelerinden farklı bir yaşam sürdürmek; özgür ve cömertçe yaşayan insanlar olmak için toplumdan ayrılmışlardı.N.K.

Bordür 

Kapı ve pencere gibi mimari kısımların, panoların, halıların etrafını kuşatan, çerçeve mahiyetinde, süslü ya da süssüz, düz ya da çıkıntılı, dar ve uzun parçalara denir. Kenarlık, pervaz.

Boşluk korkusu 

Tezyin edilecek bir yüzeyi boş bırakmaktan korkarcasına doldurma.

Boya

Bünyesinde renk ihtiva eden maddelere boya denir. B,’lar iki kısma ayrılır. 1. Boyayıcı boya’lar.

2. Başka bir maddeyi boyamayan bizzat kendi kendine renk olarak kalan maddeler. Boyayıcı b.’lar kumaş b.’ları, diğeri ise renkli cevherlerdir. Boyaycı b.’lardan resim boyaları ve dekorasyon boyaları yapılmaz. Bu bakımdan resim b.’ları, maden oksitleri, renkli taşlar ve bir de taklit b.’lar için kullanılan ve bünyesine boyayıcı b. olan taşlardır. B.’ların ya

pıldıkları yapıştırıcı maddelere göre b.’lar isimlerini alırlar. Örneğin: yağla karıştırılıyorlarsa yağlı b.. su ile karıştırılmışlarsa sulu, yumurta ile karıştırılmışlarsa yumurtalı b.’lar, mumlu b.’lar vb. A.T.

Renk materyali. En çok bilinen boya türleri şunlardır: Tempera, enkaustik, kuru boya, yağlıboya, suluboya, guaj ve akriliktir. N.K.

Boya resim 

Boya resim insanın doğaya ve topluma karşı kendi davranışını aksettiren bir anlatım olanağıdır. Boya resim tarih boyunca bir üslüp gelişimine de sebep olmuştur. Arkaik, klasik, barok anlatım,, çeşitli ülke sanatlarının bünyesinde görülmektedir. 8. 19 y.y.’ın sonuna kadar doğa görünüşleri ile ilgilendiği halde, 20. y.y.’ın ilk yarısından itibaren soyut anlatıma yönelmiştir. Ayrıca doğu ülkelerinde boya resim satıhta ve hacımdan yoksun bir anlatıma, yan yana figürlerin düzenlenmesine (juxtapos) önem verdiği halde. Batıda Avrupa, figürlerin bir bakış noktasına göre düzenlenmesine ve bilimsel perspektife göre kompozisyonuna önem vermiştir. Ayrıca boya ile üstüste bir çalışma ve komposisyona (super posé) Batı resmi değer vermiştir. 20. y.y.’a kadar valör resmine önem vermiş olan Batı, çağımızda renk anlatımına yönelmiş ve resmi satıhlaşmıştır. boya resim, Batı dünyasında figür kompozisyonunun, peyzajın, natürmortun, tarihi konuların boya ile işlendiğini görüyoruz. Zamanımızda ise boya resim’de boyanın görüntüleri değerlendirilmek istenmiştir.

Bölüm

1- Roman ya da Gotik kiliselerde haç ya da kaburgalı haç-tonozla örtülü her oylum parçası. 2- Karşılıklı iki kemer arasında yer alan üstü örtülü bölüm.

Buhurdan 

Camilerde ve evlerde güzel kokular vermek için içinde ateş yakılan süslü kaplara denir.

Bulunmuş Nesne

Sanatçı tarafından hiçbir şekilde değiştirilmeden seçilmiş, elde edilmiş ve sergilenmiş; gerçekte sanat eseri için tasarlanmamış nesne. Bulunmuş nesne, kolaj resimde ve heykelde kullanılan, ağaç dalı, deniz kabuğu gibi doğal nesneler için kullanıldığı gibi bir resmin ya da heykelin estetik değeri ya da kendi içsel değeri için seçilmiş/kullanılmış insan yapımı nesneleri tanımlamak için de kullanılır. N.K.

Burç 

Kalelerde bulunan yüksek savunma kuleleri.

Bursa üslubu 

Osmanlılarda (1335 — 1501’e kadar) Bursa İznik’teki eserlerin üslubuna denir. Bursa üslubu  ’nda camiler ya çok kubbeli ya da bir kare prisma ve üstünde bir kubbe vardır. B’.nda avlu teşekkül etmemiştir. Cami içinde şadırvan yerini alır. Minare cami bedeninden ayrı bir yer işgal eder. Ayrıca cemaati bir bütün olarak kavrayan klasik Osmanlı mimarisinin esas kubbe ve onun etrafındaki diğer küçük kubbe piramidal bir düzende yerlerini almamışlardır. Bursa Üslubu İstanbul’daki Beyazıd Camii’nin yapımına kadar devam eder.

Buzul Çağı Sanatı


Büst

 Başı ve göğsün üst kısmını içine atan insan heykeli,

Büyük Selçuklu Sanatı

Selçuklu Sanatı, İslam dönemi Türk sanatında önemli bir aşamayı temsil eder. İran, Maveraünnehir ve Horasan bölgelerine yayılmış olan bu sanat, Abbasi, Sasani ve Karahanlı dönemlerinin sanat ve mimari geleneklerini geliştirerek klasik formlara ulaştırmıştır. Karahanlıların ve Gaznelilerin yaşadığı bölgelerde başlayan gelişme, Selçuklu egemenliği sırasında daha geniş çaplı denemelerle zenginleşmiş ve ortak çizgiler gösteren gerçek bir üslup belirmiştir. İran Selçuklu sanatının asıl önemi Anadolu Selçuklu sanatı için temel kaynak olmasıdır.
Özellikle tuğlaların değişik düzenlemeleriyle ulaşılan çok zengin geometrik kompozisyonlar, Anadolu Selçuklu mimarisinde de yaygın olarak uygulanan klasikleşmiş bir biçimdi. Bu uygulamanın günümüze kalabilmiş en güzel örnekleri Gazvin ile Hemedan arasında, Harakan bölgesindeki iki kümbettir.
 Çıplak tuğla tekniğinin doruğunu temsil eden bu iki yapının özellikleri, köklerini Karahanlı ve Gazneli mimarisinde bulabileceğimiz bir geleneğe dayanır.
Özellikle mimarlık ve süsleme sanatlarında Ortaasya ve Horasan gelenekleri, Azerbeycan ve Doğu Anadolu üzerinden Anadoluya kadar uzanmıştır.  Selçuklu mimarisinin bütün özelliklerini ve gelişme sürecini yansıtan Mescidi Cumalar, o döneme kadar yapılmış olan camilerde görülmeyen bazı yenilikler taşıyordu. Bunlar, kubbe olgusunun önem kazandığı ve planın kubbeye göre tasarlandığı ilk camilerdi.Selçukluların başarıyla uyguladıkları büyük ölçekli cami, medrese ve kümbet gibi yapı tipleri, dönem için klasik diyebileceğimiz biçimler kazandı. Süsleme sanatları da bu dönemde belirli kurallara ve temellere oturtuldu. Moğol ve Timur istilalarının getirdiği yıkım ve Safevilerin yoğun imar faaliyeti Büyük Selçuklu eserlerini silemeyecekti. Seçilen malzemenin ve uygulanan sağlam tekniğin de bunda büyük rolü olmuştur. T.L.
Selçuklular devri sanat ve imar faaliyetini gösteren ve aralarında çoğu şaheser vasfını taşıyan mimari, kitabe, hat, tezhip, süsleme, minyatür, çini, halı ve kilim v.b. san’at eserlerini burada birer birer saymağa imkan yoktur. Kaynaklarımızın ve ayrıca Nasır-i Husrev (ölm. 1061)’den başlayarak son zamanlara kadar yerli, yabancı birçok seyyahların şahadet ettikleri gibi, Diyarbakır’ın Sultan Melikşah devrinden kalma sur bedenlerinde ve diğer Türkmen beyliklerinin eserlerinde bol miktarda tesadüf edilen bozkır sanatı mahsulü hayvan tasvirlerinden başka,  Selçuklu hâkimiyeti devrinde Çin sınırlarından Akdeniz’e, Mısır’a ve İstanbul boğazına, Oğuz bozkırlarından ve Kafkaslardan Hind hudutlarına ve Yemen’e kadar uzanan geniş saha üzerinde binlerce saray, cami, mescit, imaret, han, hamam, dar’üş-şifa, medrese, hankah, türbe, kümbet, çeşme, sebil, kervansaray, kale, sur, ribat, mezar sandukası yapılmıştır ki, cepheleri, kapıları, pencere kenarları en güzel ve renkli yazılarla süslenmiş, içleri ince tezyinat ile bezenmiş, bazıları Türk çinileri ile kaplı, kubbe kenarları, minber ve mihrapları, şadırvanları Türk mermer taş işçiliğinin, kapıları ve pencere kapakları Türk kakmacılık ve oymacılığının en güzel örneklerini veren, Selçuklu çağının her hususta üstünlüğü ile paralel vasıftaki bu eserleri yakından tanımak için yalnız Anadolu’yu, hatta yalnız Konya şehrini görmek kafidir kanaatindeyiz.
Bu konuda pek çok eser yazılmıştır. Onun için biz burada Selçuklu Türklüğünün sanat dünyasına getirdiği yeniliklerden kısaca bahsetmekle iktifa edeceğiz: İran sahasına geldiklerinde karşılaştıkları yüzlerce yıllık geleneğe sahip mimariye Selçuklular kendi şahsiyetlerinin damgasını vurdukları gibi, yeni yapı şekilleri de meydana getirmişlerdi.
 XI. yüzyıl sonlarından itibaren her tarafa yayılan ve üç büyük Selçuklu devlet medresesinde, —Bağdad, Nişapur, Tüs Nizamiyelerinde— ilk şeklini alan medrese mimarisi yeni Türk yapı sanatının örnekleri olarak Türk - İslam dünyasında hakim bir mevki almış, İran ve Türkistan’da yeni bir cami yapı şekli olan girintili duvarlarla çevrili büyük avlusu ile medrese camii inşaatı ortaya konmuştur. Bu yapı şekli Irak Suriye ve Mısır’da yayılmıştır.
Bugün İsfahan’da kubbesi ile avlusundan bir kısmı halen mevcut Sultan Melikşah’ın Mescid-i Camiinin ana planı İran, Türkistan ve Iraktaki büyük camilerde tatbik edilmiş, böylece Iran cami şeklini Türk mimarisi vermiştir. Esasları itibariyle muazzam otağları andıran tuğla kümbetler de Türklerin İslam dünyasına getirdiği yeni yapı şekillerinden biridir. Kümbetler konik veya çok köşeli çatılı olup, çoğunlukla çini ile kaplı bulunurdu. Üzerlerinde kumaş tezyinatı ihtiva eden bu kümbetler İran’da Selçuklu mimarisinin müstesna eserleridir.
Türkler ayrıca kubbeli türbe inşaatında da değişiklik yapmışlar, kubbe külahı üzerine silindir bir tambur vasıtası ile, ikinci bir kubbe oturtmak suretiyle kubbeyi yükselterek, çok uzaklardan görülebilen birer abidevi yapı haline getirmişlerdir (msl. Merv’de Sultan Sencer türbesi) ve bu yapı şekilli kubbeler Mâveraünnehir, Kirman, İran, Suriye ve Mısır’da yayılmıştır ki, msl. Kahire şehrine esas karakterini veren de bu şekildeki yapılar olmuştur. Nihayet eski dört veya çok köşeli kule biçimi minare yerine silindirik, bâzen yivli, yüksek, ince minare şekli de İslam alemine Türk mimarisinin hediyesidir. Türklerin sanat bahsinde de dini taassuba kapılmadıklarını Sultan Tuğrul Beyin Bağdad’da taç giyme ve kılıç kuşanması münasebetiyle bu törenin hâtırası olarak hazırlatılan, hem sanat tarihi, hem de tarih bakımından mühim, altın madalyadaki sultanı ve etrafındakileri gösteren tasvirlerle, bir Selçuklu prensesini gösteren bir stuk baş ve Türk yapıları üzerinde yer alan kuş, boğa, ejderha, çift başlı kartal v.b. kabartmaları ve Anadolu Selçuklu sultanlarının bastırdıkları, üzerinde insan şekilleri bulunan, paralar da ortaya koymaktadır.
Bunun gibi, İran’da (Rey’de) saray hayatını tasvir eden “stuk pano” da, Selçuklu devri kabartma heykel sanatının bize kadar gelen nadir örneklerindendir. Ayrıca Selçuklular Yakın-doğudaki Grek - Roma ve Bizans sütununa “demet sütun” denilen yapı şeklini, eski sütun başlıklarına da “istalaktit” ve “baklavalı” diye anılan iki ayrı yapı şeklini ilave etmişler ve bu Türk yapı şekilleri Anadolu’da zengin bir çeşitlilik kazanmış, bilhassa XVI. Yüzyılda Mimar Sinan devrinde büyük gelişme göstermiştir. Eski Islam mimarisindeki “yuvarlak” ve “kırık” kemer yerine Selçuklular “sivri kemer” i getirmişler, bu son tarz da Osmanlılarda daha da çeşitlenmiştir.
Camilerde ve diğer yapılarda pencerelerin katlar halinde sıralanması Türk mimari mahsulü olup, başka Islâm ülkelerinde tanınmamıştır. Kubbe inşaatında Selçukluların ortaya koydukları mühim yeniliklerden biri de, ana duvarlardan kubbeye geçişin “üçgen” sahalar ile sağlanmasıdır ki, mimarlık tarihinde “Türk üçgenleri” adı ile anılan bu tarz Osmanlılarda türlü şekiller alarak gelişmiştir. İslam sanatı mihrap inşaatında Türk yapı şekli, bunun dikdörtgen veya beş köşeli olması ve üst kısmın basamaklı bir kemer ile nihayetlenmesidir. Selçuklu üslubunda daha ziyade basık olan bu mihraplar Osmanlı devrinde camilerin azameti ile paralel olarak yükselmiş ve incelmiştir. Minberler bakımından süsleme için yeni sahaların bulunması, çeşitli nakışların meydana konması ve türlü tekniklerin kullanılması hususlarında Türk sanatının yaratma kudreti sonsuz olmuştur. Ortaçağ Türk mimari eserlerinde çeşitli yerlere serpiştirilen âyet ve duaların yazı şekillerinde de Türk zevki kendini göstermiş, bu suretle Selçuklu üslubunda teşekkül eden, “Selçuklu sülüsü” “Selçuklu kufisi” ve “Selçuklu neshi” abidelerin haşmet ve zarafetini arttırmıştır. Burada, eski Uygur - Türk sanatının devamı olarak kitap resmi ve minyatürde birer  Selçuklu okulu kurulmuş olduğuna da belirtelim.

İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, MEB

 


Yorumlar