Abak |
Sütun başlık üzerine konan ve kenarları başlıktan dışarı taşan taş plak. |
Abakı |
İlkel kavimlerde kötü ruhlardan korunmak için evlerin önüne dikilen heykeller. |
Abanoz |
Hindistan’da yetişen çok sert dayanıklı, kesif siyaha yakın bir koyulukta, güzel cila kabul eden, İnce marangozlukta, lüks mobilya, tespih, çekmece gibi eşyaların yapımında kullanılan kıymetli bir ağaç. |
ABC |
1924'te İsviçre, Basel de kurulan solcu mimarlık grubu. Rus El Lisstzky, Hollandalı Mart Stam ve İsviçreli mimarlar Hanne Meyer, Emil Roth, Hans Schmidt ve Hans Witter, genellikle Konstrükvist bir tarza işlevselci, sosyal yönü olan binalar tasarlamaya yoğunlaşmışlardı. |
Abgine |
Eskiden billur, sırça, cam, ayna. Ayrıca “sürahi, kadeh ve şişe” anlamına da gelir. E.B.S |
Abidat |
Arapça abide'nin çoğulu evabid'in yerine kullanılmıştır. “ANIT'lar” anlamındadır. E.B.S |
Abide |
( anıt). |
Absid |
Bazilika ve kiliselerde kapının karşı tarafında bulunan kor’un en sonunda papazın ayin yapmak için yer aldığı üstü yarım kubbe ile örtülü olan yarım daire biçimindeki niş’tir. Zamanla abeid’in önüne kor kısmı gelmiştir ki biz Roman kilisesinde bunun başlangıcını görüyoruz |
Abstrakt sanat |
(soyut sanat) |
Acaibi-Sebai-Alem |
Dünyanın yedi harikası |
Açıt |
Bir odayı salondan ayıran kapısız fakat pervazlı boşluklar ile kapı ve Pencere gibi, binalarda çeşitli şekilde kapatılan ve açılan boşluklar. |
Action Painting, Eylem Resmi. |
Action painting, bazen jest soyutlaması anlamına gelen "gestural abstraction" olarak da adlandırılmaktadır. Jackson Pollock, 1947 yılında, yere serilen büyük boyutlu tuvaller üzerine, tenekelerdeki boyaları dökerek, damlatarak, akıtarak resim yapıyordu. Bu resimler ve resimler üzerindeki lekeler, sanatçının hareketlerinin göstergesiydi. Resmin temsil ettiği şey, ressamın resimleri yaparken yaptığı hareketlerdir. Pollock, bu resimleri bir yıl sonra sergiledi. Eleştirmenler, bu sanatı sarsıcı olarak nitelendirdiler. 'Action painting'in en önemli özelliği resmin önceden tasarlanmamış olması, sanatçının kendiliğinden eyleminin ürünü olmasıdır. Burada sanatçının anlık dışavurumu söz konusudur. Bu sergiden sonra Yves Klein, Mark Tobey gibi birçok genç ressam bu şekilde resim yapmayı seçti. Bu ressamlar, boyayı tuvale fırlatmak, vücudu boyanmış çıplakları tuval üzerinde yuvarlamak, boya dolu poşetlere nişan alıp patlatmak ya da bisikletle boyaların üzerinde hareket etmek gibi yöntemleri kullanarak resim yaptılar.
Action painting terimi, ilk kez Amerikalı eleştirmen Harold Rosenberg tarafından 1952 yılında kullanıldı. Terim, kullanımının ardından New York okulu eleştirmenlerinin estetik perspektifinin yönünü değiştirici bir etkide bulundu. Jackson Pollock, Williem de Kooning gibi abstract ekspresyonistler (soyut dışavurumcular) resim hakkındaki görüşlerini açık biçimde dile getirmeye başladılar ve Clement Greenberg gibi eleştirmenlerden destek gördüler. Greenberg, action painting sanatçılarının çalışmalarım onların varoluşsal mücadelesi olarak değerlendirdi. N.K. |
Açık Form |
Bir heykelin, belirli bir mekânda, dikkati çekecek derecede çevreye yayılması, dağınık bir kompozisyon oluşturmasını tanımlamak için kullanılan terim.N.K. |
Açık Hava Resmi |
Dışarıda, açık havada yapılan resimleri tanımlamak için kullanılan terim. Dışarıda, açık havada resim yapma, muhtemelen, 18. yüzyılın başlarında Francois Desportes tarafından başlatıldı. Açık hava resmi, 19. yüzyılda, empresyonist öğretinin odağında yer alarak doruk noktasına ulaştı. N.K. |
Açık Kaynak |
Güzel Sanatlar Tarzı Düşünmecilik sanat akımından doğan bir tarz. Açık kaynak güzel sanatlar tarzı, binlerce sanatçının bir sanat eseri meydana getirmek için bir araya gelmelerini vurgularlar. Bu tarzın en önemli örneği ana teması 'özgürlük sizin için ne anlama gelir' sorusu olan Özgürlük Kitabi adlı projedir. Bu örnekten de anlaşıldığı gibi, açık kaynak güzel sanatlar tarzı, sanatı bireysel bir üretim olarak değil kolektif bir çalışma süreci olarak görmekte ve bu öncülden hareketle sanat eseri, belirli bir projeye katılan sanatçıların ortak çabasıyla oluşturulmaktadır. N.K. |
Açık Kompozisyon |
Bir kompozisyon oluşturma tarzı. Açık kompozisyon, kompozisyonun tuval boyutlarının sınırlarının dışına taştığı izlenimini yaratacak şekilde düzenlenmesi anlamına gelir. Bu tür kompozisyonlarda tasvir edilen figürler, kuralsız, serbest bir biçimde düzenlenmiş izlenimi verir ve bu etkiyi yaratmak için çoğunlukla bazı figürler tuval sınırlarının dışına taşar. Asimetri, açık kompozisyon için merkezi bir öneme sahiptir. Asimetrinin vurgulanmasının ana nedeni duygu ile simetrinin uyuşmazlığı iddiasıdır. Duygunun aşırı ifadesini yansıtmayı amaçlayan barok ve maniyerist resimde, açık kompozisyon, en sık kullanılan tarz olmuştur. N.K. |
Adhocism |
Mimaride ve tasarımda, yeni bir tarz ortaya koymak içte mevcut üslup ve formlardan yararlanıp onları birleştirmeye dayalı Postmodernist pratiği tanımlamakta kullanılan terim. 1972’de yayınlanan Charles Jencks'le Nathan Silver'ın kitabının başlığı. |
Adjunction Eklenti. |
Adjunction kolaj, akümülasyön ve asemblajı da kapsayan bir sanat tekniğidir. Bu teknikte ince talaş, hızar tozu, kum, cam kırığı gibi maddeler yağlı boyayla karıştırılarak ya da doğrudan tuvale yapıştırılır ve boyanın üzerine kağıt ya da kumaş benzeri materyaller yapıştırılır. Resme eklenen malzemeler bunlarla sınırlı değildir; bu malzemeler, boyaya karıştırılan malzemeden makine parçalarına hatta çalışır durumdaki lambalara kadar uzanmaktadır. 'Adjunction'ların tarihi, Ortaçağ ikonlarına kadar dayanır; ancak kübizmle birlikte modern resimde sıklıkla kullanılan tekniklerden biri haline gelmiş ve dada hareketiyle birlikte doruk noktasına ulaşmıştır. N.K. |
Aditum |
Romalıların mabetlerinde bulunan gizli bir odaya verilen isim. Burası apsisin arkasında ya da altında yapılırdı. Buraya gaipten haber verecek olan kimseler alınırdı. |
Adorant |
Tablo ve heykel kompozisyonlarında İsa’nın ayaklarına kapanan figürler. |
Aerografi |
Man Ray'in 1918-1920 yılları arasında cam üzerine püskürtme tabancası ile yaptığı resimleri tanımlamak için kullanılan terim.N.K |
Aeropitiura |
“Uçma duygusunu betimleme” anlamına gelen aeropittura, Gelecekçilerin oluşturduğu son kavramdır. Marinetti'nin, Mussolini'nin yeniden kurduğu İtalyan Akademisi'ne üye olduğu 1929'da “Gelecekçilik”i yeniden canlandırma ve dönemin resmi üslubu yapma amacıyla ortaya atılan kavram, akımın savaş öncesinde benimsediği “hız” ilkesinden kaynaklanmaktadır. İlk olarak 1918'de İngiliz sanatçı Nevinson tarafından ortaya konan bu kavram, 1930 ve 40'ların İtalya'sında önemli örnekler vermemiş; 1931'deki ilk sergiden sonra 1932'de Paris'te, 1934'te de Berlin'de birer sergi açılmış; ancak 1944'te Marinetti'nin ölümüyle kavram etkisini yitirmiş ve 1954'te son bulmuştur.E.B.S. |
Afiş |
Afiş ilk olarak makine endüstrisi ürününün pazarlanmasında bir gerek olarak 1890 yılında ortaya çıktı. Fransız Chéret’ nin ilk denemesini Lautrec’in ‘sanatlı, renkli taşbasmaları izledi. Afiş sanatı, 1910 yıllarına değin en büyük gelişmesini gösterdi. Ancak gittikçe büyük miktarda afişe gereksinme duyulması, bu alandaki sanatlı çalışmaların kalitesini düşürdü. Bugünkü modern afiş Sanatı kübist ve soyut anlatım olanakları ile fotoğraf ve baskı tekniklerinin olanaklarından büyük oranda yararlanarak yapılan bir sanat dalı olmuştu. |
Afişçiler |
Raymond Hains ile Jacques de la Villeglé'nin 1949'dan beri kendi sanat yapma yöntemleri -şehir duvarlarındaki yırtık poster/afiş (affiches) parçalarından kolajlar yapma, ayrıca Mimmo Rotella ile François Dufréne'nin de uyguladıkları yöntem için benimsedikleri isim. Daha sonra "Nouveau Réalisme" le birlikle anılacaktı. |
Agit-Prop |
Siyasal başarıya ulaşmak için ajitasyon yöntemini propagandayla birlikte kullanan Sovyet öğretisi. Sovyet yönetimi, 1917 Devrimi'nden sonra sanatın, bu öğreti çerçevesinde, özellikle geniş halk kitlelerinin duygularına seslenerek, bir yandan devrimin coşkusunu sürdürmek, öte yandan halkı eğitmek amacıyla kullanılmasını savunmuştur. Tiyatro, müzik, dans, sinema, folklor, görsel sanatlar ve edebiyatın ayrı ayrı ya da birlikte bir bütün olarak yer aldığı Agit-Prop eylemleri çoğu kez devrimin önemli günlerini kutlamak amacıyla düzenlenmiş, El Lissitsky, Exter, Rodçenko, Altman, Maleviç, Vladimir (1899-?) ve Georgi (1900–33) Stenberg gibi Avant-Garde sanatçıların katkılarıyla gerçekleşmiştir. Afişlerden kartpostallara; duvar resimlerinden taşıtların üstündeki resimlere; sergi pavyonlarından büfelere, duraklara, konuşma kürsülerine; tiyatro gösterilerinden şölenlere kadar çok farklı biçimlerde anlatım bulan, çoğu kez sokaklarda, izleyicilerin de katılımını sağlayan bu eylemler, ülkede popülist kültürün çekirdeğini oluşturmuştur.E.B.S. Z. Rana |
Ağaç |
1.Gövdesi odun ya da kereste olmaya elverişli, uzun yıllar yaşayabilen bitki. 2. Malzeme olarak ahşap; tahta. Ağaç, yapı'ların çeşitli kesimlerinde taşıyıcı ve kaplama malzemesi olarak, marangozlukta heykel, mobilya ve el aletlerinin yapımında, ağaç baskı gibi oymabaskı çalışmalarında kullanılır. Ağaçlar, özelliklerine göre aşağıdaki gruplara ayrılabilir: a) Şimşir, elma, armut, kiraz, zeytin, limon gibi sıkı dokulu "çok sert ağaçlar"; b) Meşe, kestane, ceviz, dişbudak, karaağaç, kayın, gürgen gibi "sert ağaçlar"; c) Kavak, ıhlamur, söğüt, çınar gibi beyaz renkli ve hafif "yumuşak ağaçlar"; d) Çam, akçam, servi gibi neme dayanıklı "reçineli ağaçlar"; e) Maun, abanoz, tik, pelesenk ve akaju gibi ılıman iklim dışında yetişen "yabancı ağaçlar". |
Agora |
Eski Yunanda pazar yeri olarak kullanılan çevresi revaklı meydan |
Aharlı Kâğıt |
Hattat'ların yazı yazmak için kullandıkları kâğıt |
Ahbas |
Su BENT'leri; su bentlerinden yararlanılarak yapılan havuzlar |
Ahşap |
Türkçe'de çoğul anlamını yitirmiştir, ad ve sıfat olarak kullanılır. Ağacın odun bölümleri, kereste, tahta; ağaçtan, keresteden yapılmış olan. Ahşap, ince tüpleri andıran hücrelerin bir araya gelmesiyle oluşmuş, örgensel (organik) bir gereçtir. Hücrelerin aslı, ağacın gövde eksenine paralel selüloz liflerinden ve bunları birbirine bağlayan amorf bünyeli "linyin" adlı maddeden meydana gelir. Selülozun suya çok düşkün olması ve hücreler içindeki boşluklar, ahşabın hava etkisinden ve içinde bulunduğu ortamın koşullarından etkilenerek zarar görmesine yol açar. Kimyasal bileşimi, örgensel maddeler (% 50 C, % 43 O, % 6 H, % 1 N), küller ve sudur (oranı, kuru ahşabın ağırlığının % 1OO'ü kadar, hatta bazen daha çok). Su, ahşabın hava dolaşımlı bir etüvde 100 C’a kadar ısıtılmasıyla atılabilir; ancak, bu ağaç havaya çıkarıldığında yeniden bir miktar nem alır. Ahşap, canlı bir organizmadan alınan bir gereç olduğu için bünyesi ve kimyasal bileşimi, özelliklerini oluşturur. Örgensel bünyesi nedeniyle biçim dengesizliği, çatlama, yarılma, çarpılma görülür. Bu nedenle cisimlerin dayanımını tanımlayan klasik yöntemler ahşaba ancak bazı özel koşullarla uygulanabilir. Ağaç, ömrü boyunca çapı ve boyu doğrultusunda gelişir. Bu süre içinde rüzgâr yükünün ve kendi ağırlığının sürekli etkisi altındadır. Böylece bu iki ana kuvveti karşılayacak biçimde kendisini geliştirir. Bu yükler, ahşabın yapıda kullanılması durumunda karşılaşacağı yüklerin benzeridir. Ahşabın fiziksel özelliklerinin incelenmesi ve tanımlanması oldukça güçtür. Mekanik dayanım, ahşabın Yoğunluğuyla orantılı olarak artar. Aynı biçimde ağacın alt bölümüyle tepe bölümünden ya da kabuğuyla öze yakın bölümlerinden alınan parçalar da farklı nitelikler gösterir. Ağaç kesildiğinde bütün hücreler ölmez ve suyunu hemen yitirmez. Zamanla suyu gidince hacmi azalır; buna karşılık kurumuş ağaç yeniden su görürse şişer. Bu olaylarla ahşabın biçim değiştirmesine "ahşabın çalışması" denir. Çalışma, ahşabın her doğrultusunda ay¬nı olmadığı gibi ağacın türüne göre de farklılık gösterir. Bu nedenle, ahşabın çalışması sonucunda ortaya çıkabilecek sakıncaları giderebilmek için bazı önlemler alınır. Doğal ya da yapay yoldan kurutulmuş ağaç kullanmak, masif ahşap kullanımında başta gelen etkin önlemdir. Levha halinde kullanım içinse, daha çok KONTRPLAK, ahşap yonga levhası ve odun lifi levha gibi yan orman ürünlerinden yararlanılır. Bu levhalar 20. yy.ın ilk yarısında geliştirilmiş yapay ahşap gereçlerdir. Böylece, kendiliklerinden biçim ve boyut değiştirmeyecek homojen ve izotrop levhalar elde edilmiştir. Ahşap işlerinde ağaç genel olarak a) masif; b) kontrplak, odun lifi levha, ahşap yonga levhası; c) kaplama, biçiminde kullanılır. |
Âhenger |
Demirci |
Ahen-i çenber: |
Sütun başlıklarının üzerinde, kare başlığı çeviren demir çember. |
Ajur |
Mermer tahta ve malzemeyi kafes gibi delikli olarak oyup süsleme. Kafes oyma. |
Akademi |
Eski Yunanda, Atina’da Platon’un öğrencilerine ders verdiği bir ağaçlık yerdir. Sonraları bu isim, ilim kurumu anlamına akademya alarak değiştirilmiştir. Bu. günkü anlamı altında Güzel Sanatlar Akademileri ve diğer akademiler anlaşılmaktadır. Akademi aynı zamanda çıplak modelden yapılan çalışmalara da denmektedir. |
Akademik |
Geleneksel anlamda belli bir görüşün dışına çıkılmadan yapılan, kişilikten yoksun güzel sanat alanındaki çalışmalara denir. |
Akademizm |
Akademik, yani belli kurallara göre çalışmaya inanma |
Akantus |
Yaban enginarı adı verilen ve yaprakları Eski Yunanda Korent sütun başlıklarında stilize edilerek olan bir nebattır. Akantus bilhassa Roma tapınaklarının sütun başlıklarında kullanılan bir motif halini, almıştır |
Akım |
Fovculuk, izlenimcilik kübikçilik ya da gerçeküstücülük gibi sanat görüşleri. |
Akik |
Bilhassa Yemen’de çıkan sert bir taştır. Mühür, fincan, kutu gibi eşyaların yapılmasında kullanılmıştır. Eski Yunan’da ve Roma’da mühür olarak üzerine çeşitli rölyefler kazınır ve sonra yüzük halinde parmakta taşınırdı |
Akkubitum |
Romalıların İmparatorluk çağında üzerine uzanılarak oturulan divan |
Akrilik |
Su ve akrilik reçinesi karışımıyla elde edilmiş sentetik bir bağlayıcı'yla yapılan plastik boya. Çabuk kuruması ve bütün boya maddeleriyle rahatça karışabilmesi kullanımda büyük kolaylıklar sağlar. Akrilik boyalar 20. yy. RESİM sanatının en önemli gereçlerinden biridir. Bir yandan suluboya'nın saydamlığını, öte yandan da yağlıboya'nın yoğunluğunu verebildiği gibi, ışığa, suya ve başka dış etkenlere karşı da son derece dayanıklıdır. renk'ler kuruma sonunda ya da zaman içinde değişmez; temizlenmesi de son derece kolaydır. Akrilik boyalar fırçanın yanı sıra yoğunluğuna göre merdane, pistole (ya da aerosol), spatula, sünger ya da bez parçasıyla da uygulanabilmektedir. İlk kez 1960'larda Renk Alanı Resmi, Op Sanat ve Minimal Sanat akımları içinde yaygınlaşan akrilik boyalar, günümüzde birçok sanatçı tarafından kullanılmakta, ayrıca yapı dış cephelerine de uygulanmaktadır |
Akromatik |
"Renksiz" anlamına gelir. Kromatik renklerin dışında kalan beyaz, siyah ve gri için kullanılır |
Akrolit |
Baş, ayak ve ellerin mermerden, vücudu yaldızlanmış tahtadan yapılmış heykellere verilen addır. Yunanca |
Akropodium |
Üzerine heykel yerleştirilen kaide |
Akropol |
Yunanca Akropolis kelimesinden kısaltılmıştır.. Yüksek tepe üzerine kurulan kale anlamına gelip, bu kale içinde tapınak ve kralın sarayı inşa edilirdi. Bugün bilhassa Atina’da bir tepe üzerinde eski Yunan tapınaklarının bulunduğu yere verilen addır. Atina Akropol ‘ünün en eski kısımları Mikenler zamanında yapılmıştır. Kale esaslı, şekilde “Attik Denizciler Cemiyeti” nin yardımı ile Perikles tarafından onarılmış ve yeni bir düzen verilmiştir |
Akros |
= uç ve lithos = taş kelimelerinden meydana gelmiştir |
Akroter |
Tepelik anlamındadır. Yunan tapınaklarında alınlık’ın saçak tepesine konulan heykel ve süslere denir. |
Aksonometrik İzdüşüm |
Bir cismi üç boyutlu olarak gösteren bir geometrik çizim türü. Aksonometrik izdüşüm için cismin planı bir doğru üstüne uygun bir açıyla yerleştirilir. Planın köşe noktalarından ölçekli olarak dikmeler çıkılır ve dikme uçlarından plana paralel çizgiler çizilir. Sonuçta, elde edilen resimde yatay düzlemdeki boyutlar ve düşey doğrular ölçekli olur; buna karşılık, düşey düzlemdeki köşegenler ve eğriler bozulurlar (Perspektif). |
Aksesuar |
Detay, ayrıntı anlamına gelir Sanat eserinde ikinci derecede gelen şeyler için kullanılan bir sözcüktür |
Aksiyal |
Mihver, eksen. |
Akşam Yemeği |
Hıristiyan İsa’nın onbir havarisi ile yediği bir “Akşam Yemeği” kastedilir ki, bu yemek sırasında İsa havarilerine: “İçinizden biri bana ihanet edecek” der. Bu sözün söylendiği yemek, böylece sayısız sanat eserine konu teşkil etmiştir |
Akuadukt |
Antikitede Romalılar zamanında üstünde su yolu taşıyan kemerli köprü. İlkkez Appius Claıjdius tarafından Romada (M.Ö.305) bir tane inşa edilmiş sonradan bütün Akdeniz ülkelerinde taklit edilmiştir. Silifke taraflarında bizde de a.’ler görülmektedir. |
Akuatinta |
Bir derin baskı metodudur. A. 1768 yılında Jean Baptiste Le Prince tarafından bulunmuştur. Çinko ya da bakır üzerine yapılan ve siyah ile beyaz arasındaki ara değerleri elde etmek için uygulanan bir tekniktir. Üzeri gayet iyi perdahlı, çinko ya da bakır bir plak alınır. Üzerine çok ince dövülmüş reçine tozu istenilen tonu elde etmeğe yeterli bir tabaka halinde elenir. Hafif ateşe gösterilen plak üzerindeki reçine plaka yapışır. Bu muameleden sonra plak, ara değerli olması istenilen yerler hariç kilişe asfaltı ile kapatılarak bir kısım nitrit asit, sekiz kısım su karışımı sulu asit içine batırılır. Asit. reçine yapışmamış ince kısımlardan metale girerek oyar. Böylece çok ince delikli bir yüzey meydana gelir. Bu muameleden sonra madeni plak terebentin içine batırılarak yıkanır. Plak aralarına baskı mürekkebi yedirilerek plağın yüzeyi temizce silinir ve üzerine su ile tavlanmış baskı, kâğıdı konularak preste basılır. A. çağımızda çok kullanılan bir grafik tekniğidir |
Akvarel |
( Sulu boya). |
Alabastr |
Eski Yunan ve Romada içine güzel kokuları olan mayilerin konulduğu armut biçiminde ya da uzun boylu vazolara denir |
Alaca |
Birbirini tutmayan renklerin yan yana ya da üstüste gelişi ile insanın gözünü alan cicili-bicili etkisi olan resimlere denir. |
Alem |
Araplarda sancak anlamına kullanılırdı. Eskiden orduların başında, o ordunun sembolü olan bir işaret olarak taşınırdı. Mısır, Mezopotamya ve Etilerde biz bunların çeşitli örneklerini görüyoruz. Alem, minare ve kubbe tepelerindeki aylı madeni tepelike de denir. A.’lerin uçlarına çeşitli biçimler verilmiştir. Alem, eski uygarlıklardan beri devam etmiştir. |
Alınlık |
Antik yapıların cephelerinde çatı ile korniş arasında yer alan üçgen biçimindeki kısma verilen bu ad, bugün bir portalin ya da bir pencerenin çerçeve içine alınmış bulunan üst kısmına da denilmektedir, |
Alınlık tablası |
Antik yapılarda alınlıkların kabartmalarla süslenen bir grafik tekniğidir.Üçgen biçimindeki iç kısmına denmektedir. Genel olarak kapı ve pencere kemerlerinin içindeki dolu kısımdır ve kemerle dış çerçeve arasında kalan bir taraf, kavisli, üçgen biçimindeki köşeler (kemer köşeliği) için de kullanılır |
Alımlama |
Bireyin, iletişim sürecinde gönderilen mesajı alması ve onu yorumlaması. |
Alımlama Estetiği/Teorisi |
Tüketilmiş, okunmuş, değerlendirilmiş, yorumlanmış objeler, imgeler ve metinlerin (sanat eserinin) izleyici üzerinde yaptığı etkiyle ilgilenen bir eleştiri ve tarih yazımı branşı. N |
Alımlama estetiği |
Almanya'da doğan Alımlama estetiğinin öncüleri Wolfgang Iser, Hans Robert Jauss ve Amerika'da da Stanley Fish'dir. Alımlama kuramı, sanatın anlam sorunu ile ilgilenir: Sanat eserine anlamı ne yükler? Yazar mı? Sözcükler mi? Okur mu? Sorularını merkeze alır. Wolfgang Iser'e göre bir sanat eserinin anlamı, metnin içinde hazır bulunmaz, okur tarafından okuma sürecinde oluşturulur. Anlam metinde oluşmuş şekilde beklemez. Anlam potansiyel olarak vardır; okur tarafından alımlanırsa vardır. Bir eserin iki kutbu vardır: yazarın yarattığı metin (artistik uç) ve okurun alımladığı metin (estetik uç). Bu iki kutup oluşmadan yapıt oluşmaz; çünkü okurun rolü, yazarın boş bıraktığı alanları ya da belirsizlikleri doldurmaktır. Okur, anlamı kendisi keşfeder, her şeyin verildiği bir eserden sıkılır. Bu nedenle alımlayıcı, sanat eserini üreten kadar anlamın oluşmasında önemlidir. Hans Robert Jauss, alımlama estetiğiyle yapısalcılığa yeni bir boyut kazandırdı. Jauss'un karşı çıktığı kuramlar Marksist eleştiri ve biçimcilikti. Her iki kuram da alımlama ve onun etki boyutunu göz ardı etmişti. Marksist estetiğin ortodoks kanadı, okurun ve yazarın toplumsal konumuyla ilgilenmişti. Biçimcilerse okuru, algılayan bir özne olarak görmüş ve ondan etkilenmişti. Jauss'a göre yazının asıl hedefi okurdur; bu anlamda okur, yazar-eser-okur üçgeninde etken bir konumdadır. Jauss, daha çok yazınsal metni okurun yeniden üretmesi üzerinde durdu: Yapıt, alımlayıcıyla kurduğu ilişkiye bağlı olarak değişik biçimlerde gerçekleşir. Stanley Fish, okura en fazla rol veren kuramcıdır. Metnin potansiyel anlamım reddederek okurun daha Önce okudukları, duygusal durumu sezgilerinin de oluşturduğu bir bilinç ile belirli bir öznel alımlamaya deneyimlediğini ve sonuç olarak okurda bir beklenti oluştuğunu savundu. Fish'e göre de okur, esere tamamen kendi yaşantılarına göre anlam verir. Alımlama estetiği konusunda diğer önemli isim Eco'dur. Eco, bu kurama geliştirdiği 'örnek okur' ve 'örnek yazar' kavramlarıyla katkıda bulunmuştur. Örnek okur, her şeyden önce metinle işbirliği yapan; birtakım duyguların etkisinde kalmadan metni doğru bir biçimde yönlendirebilecek okurdur. Örnek yazar ise romanında okurun hangi duygulan hissetmesi gerektiğini belirler ve anlatılanlara okurların duygularını dürtükleyen bir yön verir. N.K. |
Alizarin |
adlı bir nebattan çıkarılır. Nebati bir boyadır. Kumaş boyası ve resimde yağlı boya imalâtında da kullanılmaktadır. Ancak şimdi maden kömürü katranından da bu boya çıkarıldığından, nebattan çıkarılan boya piyasadan kalkmış gibidir. Nebati alizarin, solmayan mükemmel bir boyadır. Yağlı boyalarda kullanılan o. ise çabu. cok bozulan, sağlam olmayan bir renktir |
Alkazar |
Kale anlamına gelir. Bu sözcük çeşitli İspanyol kale ve sarayları için kullanılmıştır. |
All-Over |
Resmin elemanlarının tüm yüzeyde bir ilgi merkezi oluşturmayacak şekilde düzenlenmesi esasına dayanan resim anlayışı. Jackson Pollock'un resimleri bu anlayıştadır. Bu anlayışın ilk öncüsü Monet olarak görülebilir. Monet'nin 1910lu yıllarda yaptığı Nilüferler dizisinde benzer bir kaygı vardır. N.K |
Alle |
Ağaçlıklı cadde |
Allegori |
Tasavvurların şahıslaştırılarak doğada olmayan biçimde tasviri. Resim ve heykelde a,’ler çok görülür. Antikitede ve bilhassa Orta çağ’da anlaşılması için uzun açıklamalara ihtiyaç gösteren a.’ ler yapılmıştır. Rönesansta yapılan a. ‘ler ise Antik mitolojinin konularından faydalanarak yapılmıştır. Ortaçağ kiliselerinde saçak oluklarında böyle allegorik heykeller yapılmıştır. Boynuzlu, acaip dişli canavor vb. biçiminde. Barok ve Rönesansın resim ve heykellerinde a.’ler işlenmiştir. |
Alman Okulu |
Alman Okulu 15. ve 16. yüzyıllarda yaşayan aşağıda isimlerine yer verilen sanatçıları kapsayan okul. Baldung-Grien, H. (1484-1545) Beham, Barthel (1502-1550) Bruyn (1493-1555) Cranach, Lucas (1472-155ö) Dürer, Albrecht (1471-1528) Grünewald (1475-1528) Holbein, Hans (1495-1543) Huber Wolfgang (1490-1553) Konrad, Witz (1400-1445) Lochner, Stefan (yklş. 1400-1451) Longauer (1430-1491) Pacher 1435-1498) N.K. |
Alt boyama |
Yağlıboya ve tempera resim’lerde dayanıklılığı arttırmak için, resme başlamadan önce sürülen astar boyasından sonra yapılan ilk resim çalışması. Çeşitli ve belirli renklerle yapılan bu a., resmin bozulmasını önlüyor ve iyice kuruduktan sonra da üzerine esas çalışma yapılıyordu. A., sonradan üzerine yapılan çalışmanın renk uyumunda, alt yansıma olarak önemli bir etki yapıyordu. Özellikle Barok Avrupa resmi’nde Hollandalılar ile Venedik resminde (Tiziano) itibar görmüş bir çalışma yöntemidir. Alt boya, tempero resmin yer aldığı Proto-Rönesans ve Olgun Rönesans’ ta da kullanılmıştır |
Altın kesit |
Plastik sanatlarda geçerliliği görülen bir ölçü oranıdır. Bir doğru parçası eşit olmayan öyle iki parçaya bölünmelidir ki, küçük parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın tüm doğru parçasına eşit olsun. Yani A:B = B:C. |
Altın zemin |
1 Geç Antikite resminde genellikle doğal bir oylum veren arka plan resmedildiği halde, 4. y.y. ‘dan buyana Bizans sanatında düz bir a. üzerine figürler getirme gelenek olmuş ve Proto-Rönesans’ değin sürmüştür. Gotik resimde a., dünyevi hayata önem verilmediğinden geçerliliğini korumuş; Rönesans’ta ise dünyevi hayat ve fizik güzellik önem kazandığından figürler arkasına optik görüntülü oylum getirilmesiyle önemini yitirmiştir. |
Alveol |
Taş yuvası, içine bir kitabenin oturtulduğu boşluk. Yuva. Petek. (Yuva). |
Amatör |
Sözcüğün aslı Lat. den gelir. Bir sanatı kendine meslek edinmeksizin yalnız zevk için yapan kimseye denir. |
Amblem |
Birşeyin timsali, imgesi, remzi, remiz. |
Ambo |
13. y.y.’a kadar kiliselerde kullanılan taştan kürsülerdir. A. bizdeki mimber karşılığıdır. A. çok süslü işlenmekte idi. |
Amerikan Gotik |
Grant Wood 'un çalışmaları, özellikle de Amerikan Gotik adlı çalışmasıyla ilişkili olan, ondan esinlenerek yapılan sert kenarlı realist resim tarzını anlatmak için kullanılan bir terim. Bu tarzın en iyi örnekleri Grant Wood (1892-1942), Gordon Parks (d. 1912) ve Don Martin (1932-2000)'in çalışmalarıdır. N.K. |
Amerikan Zanaat hareketi |
2. Dünya Savaşı'ndan sonra, birçok eski Bauhaus öğrencisinin de ders verdiği üniversite sanat programları aracılığıyla zanaat geleneklerini canlandırmayı amaçlayan Amerikan hareketi. 1970'ler ve 1980'lere kadar etkili olmuştur. |
Amfiprostil |
İki dar cephesinde sütunlu holü olan eski yunan tapınağı. |
Amfiteatr-Amfitiyatro |
Yunancadan gelen bir sözcüktür. Çember ya da oval bir biçim üzerine kademeli oturma yerleri olan bir tiyatrodur. Oturma yerinin ön kısım, ortasına gelen yarım dairede oyun yeri bulunur ve burada temsil oynanırdı. Romalılar zamanında ise amfitiyatro’da gladyatör yarışmaları yapılırdı. Fakat Roma. amfitiyatro’ları biçim bakımından değişiktir. |
Amfora |
Eski Yunanlılar ve Romalılarda yapılması, ve kullanılması adet olan dibi sivri, karnı dar ve boyun kısmı uzun olan bir çeşit testilere denir. Bunların boyunlarında iki kulp bulunurdu. Dipleri sivri olduğu için toprağa gömülerek ayakta tutulur, içine şarap konurdu. Amfora’ların bazılarının alt kısımları yerde durması için düz yapılmıştır. |
Antipod grubu |
1959’da kurulup 1960’a kadar faal kalan Avusturyalı sanatçı grubu. |
Arnites |
Oda gibi etrafı kapalı olan bir sedye olup Romalılar tarafından kullanılmış bir çeşit tahtırevandır. |
Ar Deko |
1925’te Paris’teki Uluslararası Çağdaş Dekoratif ve Endüstriyel Sanatlar Sergisi, aşağı yukarı on yıl önce başlayarak resimde, mimarlıkta ve özellikle uygulamalı sanatlarda yaygın hale gelen bir üslubu tanıttı ve ona adını verdi. Böylece artık hepsi aynı anlama gelmek üzere, «1925 üslubu» ndan, «ar deko üslubu» ndan veya kısaca «ar deko»dan söz edilir oldu. XX. yy’ın
başlarındaki sanat akımlarından kaynaklanan ar deko (art deco), Birinci Dünya
Savaşı’nda milyonlarca insanın öldüğünün unutulmaya çalışıldığı «çılgın
yıllar»ın havası içinde ortaya çıktı. Paradokslarla dolu bu sanat, kimi zaman
geometrik ve yalın biçimleriyle modern bir anlayışı dile getiriyor, ama gelenekten
de besleniyor ve seçkin kişilerin beğendikleri lüks bir üslup niteliği
taşıyordu. Ar deko, gerçek gelişimini 1920 ile 1930 yılları arasında
Fransa’da gösterdi, ama Birinci Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkışından
önce de, 1908 ile 1912 arasında; ilk adımlarını atmıştı ve ar nuvo (art
nouveau; yeni sanat) akımına karşı çıkarak onun yerini aldı. Ar deko,
başlangıçta tamamen bir süsleme sanatıydı, ama daha sonra kübizmin estetik
alanında gerçekleştirdiği kesin ve büyük değişikliklerin etkisinde kaldı. 1930’ların
sonuna doğru da yerini, modernizme ve uluslararası üsluba bırakarak yavaş
yavaş yitip gitti. Ar deko, daha ilk ortaya çıkışında büyük bir başarı elde etti, ama tek başına çalışan sanatçıların ortaya koyduğu bir akım olmaktan kurtulamadı. Bu sanatçılar, kuramlardan kaçınıyor, bildiriler ve programlar yayınlıyorlardı. 1910’da Güz Salonu’nda Deutscher Werkbund (Alman Atölyeleri) tarafından gerçekleştirilmiş eserleri gören Fransız sanatçılar yeni bir üslup yaratmak gerektiğini fark ettiler. Bu üslubun öncüsü, ünlü bir terzi olacaktı. Bu terzi, 1911’de Viyana’ya yaptığı gezi sırasında Koloman Moser ve Joseph Hoffman’ın Wiener Werkstette ‘nin (Viyana Atölyeleri) gerçekleştirdiği eserler karşısında şaşkına dönen ve Diaghilev’in Rus Balesi’ne hayranlık duyan Paul Poiret’ydi ve çok geçmeden efsanevi Doğu’nun renkli dünyasını, modaya ve mefruşat kumaşlarına aktardı. 1911’de mimar ve dekoratör Louis Süe’nin kurduğu Atelier Français ( Atölyesi) de aynı estetik anlayışı benimsemişti. Bu atölyede, André Mare, Roger de La Fresnaye, Paul Véra, Gustave Jaulmes ve André Groult gibi dekoratörler ve ressamlar bir araya gelmişti. Ar nuvonun arabesklerini bir yana bırakmak isteyen bu sanatçılar XV. Louis ve özellikle Louis-Philippe üslubu geleneğine bağlandılar. Paul’ün kardeşi olan ve ar deko savunuculuğunu yapan André Véra, 1912’de şöyle yazıyordu: «çiçek ve meyve sepetleri ve kurdelalar, yeni üslubun en önemli öğeleri olacak». Ama 1919’da Güz Salonu, «düzene çağrı» diye adlandırılan yeni bir üslubu savunmaya başladı. Bu üslubu oluşturan dikaçılı hacimler ve geometrik şekiller, doğrudan doğruya kübizmden, zenci Afrika, Doğu ve Eski Mısır sanatından etkilenmişti. 1925’te açılan Uluslararası Çağdaş Dekoratif ve Endüstriyel Sanatlar Sergisi sırasında, kimi zaman birbirleriyle çatışan iki temel eğilim ortaya çıktı. «Çağdaşlar» denilen ve sayıları daha fazla olan sanatçılar, gelenekle bağ kurabilmek için geçmişe açıkça bağlanıyorlardı. En ilgi çeken ve zengin bir koleksiyoncuya ait olan pavyonun dekorasyonunu ve mobilyalarını Jacques Emile Ruhlmann, resimlerini Jean Dupas, lakelerini İsviçreli Jean Dunand, alçak kabartmalarını Antoine Bourdelle ve demir işlerini Edgard Brandt yapmıştı. «Modernler» diye adlandırılan, sanayinin ve teknolojinin etkisinde kalmış olan ve ayrıca geleceğe dönük bir sanat yaratmak isteyenler arasında ise; Pierre Chareau, Irlandalı Eileen Gray, Pierre Legrain, Francis Jourdain ve özellikle Robert Mallet-Stevens dikkati çekiyordu. Bu sonuncu sanatçının yapmış olduğu turizm pavyonu, çarpıcı asimetrisiyle ilgi çekiyordu ve betonarme kullanımı bakımından, Charles Edouard Jeanneret-Gris’nin (Le Corbusier diye tanınmıştır) Esprit nouveau dergisi için yaptığı pavyon ve Konstantin Stepanoviç Melnikov’un, çeliği camla ve ahşapla kaynaştıran SSCB pavyonu kadar yenilikçi ve atılgan bir üsluba tanıklık ediyordu. Dekoratör Sanatçılar Birliği’nin yapımına katkıda bulunduğu Fransız Büyükelçiliğinde, Çağdaşlar ve Modernler bir arada çalışmışlardı; Groult büyükelçinin eşinin odasını, Chareau büroyu. Dunand sigara salonunu, Mallet-Stevens da holü düzenlemişti. Bu sergi, bir lüks estetiğinin son nefesini vermesi olarak görüldü. Aşılmış olan bu sanat, yine de Normandie (1934) gibi transatlantiklerin göz kamaştırıcı dekorasyonunda ve Paris’te düzenlenen Modern Yaşamda Sanatlar ve Teknikler Sergisi’nde (1937) kendini ifade etme imkânını buldu. 1929’da sanatçıların modernist kanadı, Dekoratör Sanatçılar Birliği’nden ayrıldı ve on yıl gecikmeyle De Stijl akımına, konstrüktivizme ve Bauhaus’a ayak uydurdu. Ar Deko ve toplum Ar deko’nun yaratıcıları, kitlelere hitap eden eserler ortaya koyan ar nuvonun (yeni sanatın) toplumsal kaygılarından, daha başlangıçta uzaklaşmışlardı. Ruhlmann 1910’da, terzilerden, tiyatro oyuncularından, o yıllarda ünlü olan yazarlardan, bankerlerden ve sanayicilerden oluşan müşterilerine yönelik ve gösterişe dayanan bir sanattan yana olduğunu açıkça söylemişti. 1912’de Parisli terzi Jacques Doucet, XVIII. yy eserlerinden oluşan koleksiyonunu sattı ve Avenue du Bois’daki yeni evinin döşenmesini ve dekorasyonunun yapımını Paul Iribe, Marcel Cord, Poiret, Legrain ve Macar heykelci Joseph Csaky’e verdi. Bu önemden sonra Neuilly-sur-Seine’de Saint-James sokağına taşındı ve Legrain’in önerileri üzerine, «dikiş stüdyosu»nun yapımını ve düzenlenmesini, Chareau, Eileen Gray, heykelci Gustave Miklos, cam işleri ustası Renü Lalique ve halı ressamı Jean Lurçat’ya emanet etti. Doucet’in 1929’da ölümü üzerine Modern Sanatçılar Birliği, standartlaştırmayı ve ortaya konan eserin geniş kitlelerin eline geçebilmesini savunan Deutscher Werkbund’un Alman modelini benimsemiş olmasına rağmen, yaratıcı eserlerini mali açıdan desteklemek için, zengin sanat koruyucuları bulmak durumundaydı. Resim Ar dekoya çoğunlukla, resmin «büyük tatili» denmiştir. Gerçekten de ar deko resmi, çağdaşı o bütün büyük akımların (kübizm, fütürizm, dadacılık, Rus konstrüktivizmi, Bauhaus) dışında kalmış ve dekoratif olmaktan öte bir tutkusu yokmuş gibi görünmüştür. Jean Dupas, Tamara de Lempicka ve Gustave Jaulmes, resim çalışmalarını dekorasyonun bir parçası olarak görmüşlerdi. Jean-Gabriel Doumergue, Kes van Dongen, Bernard Boutet de Montvel ve André Dunoyer de Segonzac’ın en fazla tercih ettikleri konu, kadındı. Öte yandan Vogue ve Harper’s Bazaar gibi ünlü dergilerde, Georges Lepape, Romain de Tirtoff (Erté diye tanınır) ve André Edouard Marty gibi illüstrasyon ressamları çalışıyordu. Heykelcilik Heykelciler arasında iki eğilim göze çarpıyordu. Bir yandan ticari heykelcilik, spor ve modanın yarattığı çağdaş havayı dile getirmek için klasikten uzaklaşıyordu. Bu alanda, Demêtre Chiparus, altın ve fildişini çeşitli metal alaşımlarıyla birleştiren altınfildişi heykelciliğinin en büyük temsilcisi olarak kendini gösterdi. Bunun tam karşısında, kübizmin büyük ölçüde etkisinde kalan öncü heykelcilik, tıpkı resim gibi, mobilyacılıkla uyum göstermesi gereken bir sanat olarak düşünülüyordu. Bu anlayışın temsilcileri, kadın ve kuş başları yapan Miklos Joseph Csaky ve Mallet-Stevens ile birlikte çalışan Jean Lambert-Rucki ve Jan ve Joel Martel’dir. Mimarlık Ar deko, Fransa’da, mobilyacılık ve uygulamalı sanata oranla mimarlığı çok daha az etkiledi. Sadece, 1925 Sergisi için yaratılan ve kısa ömürlü olan mimarlığa ar deko üslubu dendi. Buna karşın 1930’da, uluslararası De Stijl ve Bauhaus akımları, Fransız mimarlarına büyük ölçüde esin kaynağı oldu. Bu mimarlar, toplumsal konutlara öncelik verdiler ve dolaysıyla biçimlerde ve malzemede ekonomik davranmaya yöneldiler. Paris’te Henry Van de Velde ve Perret kardeşler (Au Gustave ve Claude) 1913’te, Champs-Elysées Tiyatrosu’nun yapımını bitirdiler. Bu binanın dekorasyonu, heykelci Bourdelle’e ve Maurice Denis ve Edouard Vuillard gibi ressamlara verilmişti. Michel Roux-Spitz 1925’ten sonra, uluslararası üsluba dayanan apartmanlar; André Lurçat (Jean Lurçat’nın kardeşi) sütunlar üzerinde yükselen ve taraça-damları olan villalar yaptı. 1926’da Henri Sauvage, yardımcısı Frantz Jourdam ile birlikte, Samaritaine’in bazı binalarını metal ve cam malzeme kullanarak inşa etti (Jourdaine, bu büyük mağazanın ar nuvo anlayışıyla ilk yapımını 1906’da gerçekleştirmişti). Mallet-Stevens, 1929’dan itibaren süslere, «köhne kısır ve anlamsız çıkıntılara» karşı çıktı ve Modern Sanatçılar Birliği’nin üyesi olan birçok sanatçı da onun bu görüşünü paylaştı. Stevens, aydınlık yalın ve dikköşeli hacimleriyle ve perdahlanmış malzemelerle dikkati çeken Noailles ailesi villasını Hyères’de gerçekleştirdi. Art Deco mimarlığının kavramsal içeriği Ar Deko’nun serüveni Fransız ar deko, 1940’a kadar varlığını sürdürdüğü ABD’de önemli yankılar buldu. Özellikle, dekoratörlerin çalışmalarıyla büyük canlılık gösterdi. Donald Deskey, Rockefeller için Macassar abanozu, cam ve krom malzeme kullanarak bir yemek odası gerçekleştirdi; Kem Weber, John W. Bissinger için, grimsi yeşil renk metalle süslenen mobilyalarla dekore edilmiş bir yatak odası yaptı; Paul T. Frankl ise, mobilyacılık için gökdelen üslubunu yarattı. Öte yandan ABD’de, Fransa’da olduğundan daha fazla ar deko’nun etkisinde kalmış olan mimarlık, mobilyacılıktan esinlendi. William Van Allen tarafından 1928 ile 1930 arasında yapılan Chrysler Building, kanatlı figürlerle, fantastik hayvan başlarıyla, alınlıklarla, bronz frizlerle ve pişmiş topraktan kabartmalarla süslenmişti. 1930-1931’de Shreve, Lamb ve Harmon ajansı tarafından gerçekleştirilen Empire State Building ise, dikköşeli biçimler ve ağır başlı süslemelerle dikkati çekiyordu. Axis 2000 |
Ard İzlenimcilik |
(Post Empresyonizm) |
Ar Nuvo |
XIX. yy’ın ikinci yarısında gerek Avrupa’da, gerek ABD’de Ortaçağ dönemine duyulan ilgi, ar nuvonun ortaya çıkmasına ön ayak oldu. Böylece, Ortaçağ katedrallerinin sütun başlıklarını yontmuş heykelcileri örnek alan bazı sanatçılar, bir yandan yeni malzemelerle farklı biçimler yaratırken, diğer yandan doğayı yeniden gözlemlemeye ve taklit etmeye koyuldular.
Avrupa ülkelerinde, Amerika’da ve Rusya’da aşağı yukarı aynı tarihlerde, 1890’larda kendini gösteren ve aynı anlama geldiği halde farklı biçimlerde söylenen Art Nouveau, “yüzyıl sonu” estetiğinin tipik bir görünüşü olarak, mimarlıktan iç süslemeye, objeden resim ve heykele varıncaya kadar sanatın tüm alanlarını ortalama yirmi yıl süreyle etkisi altında tuttu. Ne var ki, bu akımın temelleri, başka birçok akımda olduğu gibi, daha eski dönemlere, simgeci ve romantik resmin uzantılarına, Rafael öncesi sanatın yaşayan ürünlerine, Barok sanatın taşkın biçim anlayışına dayanıyor, Uzakdoğu sanatından etkileniyordu. Gene de rasyonel amaçlarıyla, çağın değişen teknolojisine ve beğenisine ayak uydurmayı temel ilke edinmesiyle, sanayi devriminin getirdiği değerlerle uyuşmaktan geri kalmıyordu. Ona, belki resimden çok, mimarlığın ve dekorasyonun hülyalı ve romantik bir yaklaşımı gözüyle bakılabilir. Çünkü Art Nouveau’nun yapmaya çalıştığı şey, birçok ülkede uygulama pratiğini yitirmiş olan sanat işçiliğinin ve zenaatkârlığı yeni bir anlayış ve görüşle uyandırmak, belki çağın sert değerlerine karşı daha yumuşak ölçüler getirmekti. Yaygınlığına ve oldukça geniş etkilerine bakılırsa, yeni sanatın Avrupa’da ve yeni dünyada tartışmasız bir kabul gördüğü söylenebilir. Ama daha önce, konunun tarihsel gelişme dönemlerine bakmakta yarar var. Nerede ve Nasıl Filizlendi? Art Nouveau, ilk kez nerede ve nasıl filizlendi? Bu soruya kesin bir karşılık vermek oldukça güç. Küçük zaman ayrımlarını gözönüne almazsak, bu yeni akımın hemen tüm ülkelerde ortak bir özlemin ifadesi halinde, ayni tarihlerde ortaya çıktığını söyleyebiliriz. 19. yüzyıl, yeni bir “stil” araştırmaktaydı. Geçen yüzyılın sonlarına doğru, örneğin Fransa’da Louis Philippe stilinin katı ve geleneksel ölçülerinden soğuma başlamıştı. Simgeci anlatıma -dayalı, çiçeksi dilin gelişmesi, bunun bir belirtisiydi. Böylece çıplak kadın figürleri, akıcı çizgilere uyum sağlayarak, en vazgeçilmeyen süsleme elemanı haline geldi. Bugün, bu anlatım bize çok modern bir hareket gibi görünse de bile, o dönem için devrimci bir anlam taşıyordu. Uzakdoğu kültürünün, tam da bu sıralarda Avrupa’yı etkisi altına alması, yumuşak anlatımlı süsleme için uygun bir destek oluşturuyordu. 1873’te Viyana’da açılan uluslararası sergi, Avrupa’nın dikkatini özellikle Japon kültürü üzerine çekmişti. Ondan daha önce, Fransa’da Japon estampları keşfedilmişti. 1890’a doğru bazı Japon motifleri, Fransa, Almanya ve İngiltere’de özgün albümler halinde basıldı. 1889 da Brüksel de açılan Japon sanatı sergisi ile bir yıl sonra açılan Hokusai - sergisi, Japon sanatına olan ilgiyi pekiştirdi. Art Nouveau’nun isim babası olan Salomon Bing, Almanya’dan Paris’e gelerek. Art Nouveau adını taşıyan butiğini açmadan önce, Doğuya özgü eşya satarak yaşamını kazanmaktaydı. Cernushi, ayni isimli müzesinde ilk kez ünlü koleksiyonunu sergilemişti. Bing, “Le Japon Artistique” adlı bir dergiyi, lüks baskısıyla üç yıl sürdürmüştü. Fransa’da olduğu gibi, İngiltere’de de 1850’lerden başlayarak Art Nouveau paralelinde bir espri kaygısı, kendini göstermekte gecikmedi. İngiltere’de o zamana kadar ihmal edilmiş olan sanat işçiliğini ve geleneksel meslekleri uyandırmak için South Kensington Müzesi, bir dizi çalışma başlattı. Zenaatçılığın uyandırılması ve özendirilmesi yolunda, Fransa’ dakine benzer bir tasarı geliştirildi. Geçmişin anıtlarıyla yaratıcı elemanlar arasında, radikal bir seçime yol açacak çabalar artırıldı. Yaşama her zaman uyum sağlayacak ve meslekle güzellik - beğenisini bağdaştıracak bir sanat yaratmak isteniyordu. Avusturya ‘da Sessesion grubuyla gelişecek olan yeni anlayış, 1897’de Viyana’da “Der Sacrum” Dergisinin yayına başlamasıyla belirgin bir noktaya ulaştı. Mimar Otto Wagner, bu akımın Avusturya’daki öncülüğünü yüklendi. Ona göre, güzellik yararlı olanın dışına çıkmamalıydı. Mimarlıkta olduğu gibi, sanatın öteki kollarında da gerçek bir yalınlıktan yanaydı. Belçika’da Van de Velde ve Victor Horta gibi mimarlar da bu anlayışı paylaşıyorlardı. Horta, modern mimarlığı babası olarak tanımlanıyordu. İngiltere’de William Morris, İskoçya’da Charles Rennie Mackintosh, Art Nouveau akımına katılan sanatçılar arasındaydı Morris, Oxford’da Burne-Jones ve Rosetti ile Rafael öncesi ressamlara büyük yakınlık duyuyordu Gotik hayranı olan dostu Philip Webb’in esinlendirmesi sonucunda yaptığı Kırmızı Ev’in içini, simgeci ressamların yapıtlarıyla süslemişti. Mackintosh’a gelince, onun yapmış olduğu binalarda, kale havasını veren sert yapı biçimleri, narin çizgilerle bir arada kullanmıştı. Amerika’da Sullivan ve Burnham, mimarlıkta Art Nouveau’nun içinde yer aldılar. New York’un ünlü Tiffany’si, mücevher ve cam eşya yapımında, bu anlayışın geliştirdiği beğeni kalıplarına bağlı kaldı: Art Nouveau’nun en tanınmış örneklerinden biri olan Hector Guimard’ın Paris metrosu girişindeki demirdöküm süslemeler, kıvrık biçimleri, dinamik ve hareketli yapısıyla, Fransa’da bir tür simge-yapıt niteliği kazandı. Ayrıca Gaillard’m mobilya mağazalarında, Lalique mücevherlerinde, Gallé ve Daum’un cam eşyasında, çağın beğenisi yavaş yavaş biçimleniyordu. Özellikle süs eşyasında. Art Nouveau’nun etkisi çok belirgindi. Cam eşyada Paris ve Nancy, başlıca merkezlerdi. Fransız Art Nouveau’su bir bakıma etkilerden sıyrılmıştı. Barok anlayışın payı pek az görülüyordu. İç süslemede, ciddi, ve ağır görünüm gene de etkisini sürdürmekteydi. Gündelik yaşama uyum, öteki ülkelerde daha önemli bir özellikti. Cam ve demir malzemenin mimarlıkta geniş bir uygulama alanı bulması da gene bu yeni anlayışın ‘bir sonucudur. 1851 tarihli Londra’daki Kristal Sarayı ile ondan otuz yıl sonra yapılan Paris’teki Eiffel Kulesi, cam ve demirin mimarlıkta kazanmış olduğu işleve işaret eder. Almanya’da Art Nouveau’nun adı, genç sanat anlamına gelen Jugendstil’dir. Başlıca merkezler de Münih ve Darmstadt’dır. Bu stil, adını, 1896’da Otto Eckmann tarafından Münih’te yayımlanan ve bir tipografi olanağı da yaratmış olan “Jugend” gazetesinden alır. Bu anlayış 1920’ye doğru Weimar’da Gropius tarafından Bauhaus akımınrn kurulmasıyla, yerini daha standart ve rasyonel bir gelişmeye bırakmıştır. “Deutscher Werkbund deneyine de bu geliş bir aşaması gözüyle bakılabilir. Alman Adolf Loos’a göre, süsleme bir “suç”tu. Mimar Peter Behrens, Jugendstil’den etkilenmekle beraber, yüzyılın başlarında daha rijit ve yalın çizgiler Almanya’da kendini göstermeye başlamıştı. İtalya’da Stile Nuovo, pek geniş bir, etki yaratmadı. 1899’da Rusya’da yayımlanan “Mir İskousstva” Avrupa’da yaygınlık gösteren yeni sanatın sözcülüğünü yaptı. Mimarlıkta İspanyol Gaudi’nin egzotik nitelikli yapıları, bir bakıma Art Nouveau’nun bu alandaki son gelişme evresi oldu. 1900’deki uluslararası sergi, yayılmanın doruk noktasına ulaşmış olan yeni sanat için de bir zafer işareti sayıldı. Akımın en tipik ressamı Kimi uzmanlar ve sanat tarihçileri, resim sanatını Art Nouveau’nun dışında tutsalar bile, bu yeni eğilimin ressamları etkilememiş olması elbet düşünülemezdi. Java doğumlu Hollandalı ressam Jan Toorop’u, belki de en tipik Art’ Nouveau ressamı saymak mümkün. Dinsel kökenli olan resimlerinde, simgeci sanatın derin izleri görülebilir. İngiliz Aubrey Beardsley, Çekoslovak Alfons Mucha, İsviçreli Carlos Schwabe, Avusturyalı Koloman Moser’in isimleri bu arada sayılabilir. Art Nouveau ressamlarında, genellikle süslemeci öğeler büyük yer tutar. Resimler daha çok, dekoratif bir öğe, yapının bir parçası, tamamlayıcısı olarak ele alınırlar. Simgecilik, özellikle portrelerde ve posterlerde, reklam amacıyla içice kullanılır. Posterler, bu dönemde grafik sanatlarını önemli bir kullanım alanı olarak kendini göstermiştir. Büyük bir çevreye seslenebilen bu tür yapıtlar, toplumun ekonomik ve kültürel yaşam standartlarını yansıtmaları bakımından da önemlidir. Onlarda, sanatçının süslemeye yönelik tutkularını açık biçimde görmekteyiz. Resimlerde çiçek motifleri ve dalgın bakışlı, ince yapılı genç kadın figürleri, yer simetrik oluşumlar içinde ele alınmıştır. Heykelde ise, barok özentiler oldukça belirgindir Hatta barokizme bir tür dönüş olarak alınabilecek olan bu alandaki yapıtlar, birer anıt karakteri gösterir. Zaten çoğu bu amaçla yapılmışlardır. Avusturyalı heykel sanatçısı Edmund Hellmer’in Viyana’daki Ştrauss anıtı, Fransız Alphonse Moncel’in, ‘Paris’te Grand Palais bahçesinde ki Alfred de Musset anıtı, Raoul Larche’ın aynı yerdeki mitolojik heykeli, başlıca örnekler arasında sayılabilir. Bu arada desenleri bu akımın ünlü sanatçıları tarafından çizilen ve değerli madenlere uygulanan süs ve takı eşyasını, dekor araç ve gereçlerini, çeşitli objeleri de ArtNouveau’nun de en başta gelen ürünleri olarak tanımlamak mümkün. Sonuçta, Art Nouveau’nun kaynağında, toplumsal ve pratik bir sanatın somut amacı vardı. Ondan, daha çok mimar ve süsleme sanatçıları olumlu sonuçlar aldılar. Orada birbirinden farklı etkiler, İngiliz, Fransız ve Belçika simgeciliğinden Alman ve İskandinav anlatımcılığına uzanan bir çizgi üzerinde birleşebilmiştir. Resmi nitelikli akademizm karşısında ortak bir tepkinin ürünüdür Art Nouveau. Böylece Modern Stil, incelikli bir anlatım içinde yeni çağın malzemesiyle bütünleşebilmiştir. Art Nouveau, yaşadığımız yüzyılın başında “1900 stili” olarak adlandırılan ve “Belle Epoque”un beğenisini simgeleştiren “mondain” bir anlayışa bağlandı. Artık Paris’in günlük yaşamı, örneğin Breval Fréderique Vallet gibi ikinci sınıf sanatçıların küçük boyutlu tabloların da işleniyordu. Kimi tanınmış sanatçıların afiş ve taşbaskı resimlerinde, söz gelişi Bonnard, Toulouse-Lautrec, Félix Vallotton, Van Rysselberghe’ nin yapıtlarında ise, Art Nouveau’nun başlatmış olduğu özgür bir estetiğin uzantıları egemendir.
Milliyet Sanat Dergisi- Temmuz 1982 Tartışılan bir üslup Ar nuvo, ortaya çıkar çıkmaz, yeni klasikçilikle donup kalmış bir sanatsal ortamda tartışmalara yol açtı. Ar nuvonun yaratıcıları, «eski üslupların çevirisini yapmayı bir yana bırakın» diye haykırdılar. Söylenenler sanata ilişkin olduğu kadar, topluma da ilişkindi. Çağdaşlarının ar nuvoya şiddetle saldırmalarının nedenini burada aramak gerekir. Nitekim Samuel Bing’in 1895’te düzenlediği bir sergi için Alexandre Ars le Figaro’da şöyle yazıyordu: «bütün bunlar sapık İngiliz, morfinman Yahudi, üçkağıtçı Belçikalı kokuyor veya üç zehrin lezzetli bir salatasından başka şey değil». Ar nuvonun uluslararası özelliği, tedirginlik doğuruyor ve sosyalizmle olan ilişkisi korku salıyordu. Bu «uluslararasılık», ar nuvo akımının kazandığı başarının yaygınlığını ve aniliğini açıklar. Ama aynı özellik, akımın zayıf noktalarından birini de oluşturmuştur. Ar nuvo içinde taşıdığı çelişkiler yüzünden yok oldu. Bu akım, sanatı bütün evlerin içine kadar sokmak istiyordu, ama onun ürünleri somut olarak ancak burjuvazinin elde edebileceği ürünlerdi. Oysa burjuvazi, ar nuvonun yenileyici eğilimlerinden nefret ediyordu. Hem makineyle barışık olmak, hem de Ortaçağ zanaatçısının saf yaratısına geri dönmek isteyen sanatçılar, sanayi karşısında hem korkan, hem de büyülenen bir toplumun çelişkilerini dile getiriyorlardı. Yaratıcılar arasındaki zayıf birlik çok geçmeden bozuldu. Bu sanatçılardan birçoğu, kısa süre önce hayranlık duydukları şeyleri hiçe saymaya başladılar. Doğanın gözlemlenmesine dayandığı zaman yeniliğin kaynağı olan süsleme, aşırı ölçüde kullanıldığında zararlı bir öğe haline geldi. Hareketsiz ve katı olana canlılık veren çizgi ve hacimler, çok geçmeden yapıyı kötü bir biçemde saklamak ve gözden kaybettirmekle suçlandı. Böylece gerektiği gibi kavranamayan ar nuvo, «şişirme» bir üslup haline geldi, eğri çizgi ve hacimler yavanlaştı, ayrıntılar gereksiz bir biçimde çoğaldı ve yaratılan nesne, saflığını kaybetti. Süsleme düşkünlüğü yüzünden bu akım ortadan kalkmaya yüz tuttu zaman da, ar nuvo gerçek ruhuna ve öz anlayışına ihanet edilmiş oldu. Ar nuvonun çok kısa sürmesi ve uzun süre küçümsenmesi (bu akımın ortaya koyduğu eserlerin çoğu, özellikle 1960’a doğru tahrip edilmiştir), XX.,yy’ın sanatsal devrimine zemin hazırlayan bu sanat olgusunun gerektiği gibi değerlendirilmesini ve yargılanmasını engellemiştir. Akademicilikle ilişkilerini kesen, sanatlar arasındaki sınırları yıkan ve onları büyük kitlelere açmaya yönelen, genel yaşamda ancak sanatçının güzelliği egemen kılabileceğini ileri süren bu akımın yaratıcıları, yüzyılımızın estetik sorunlarının merkezinde yer alan tartışmayı başlatmışlardı. Malzeme ve madde sanat nesnesinin çevresi ve sanatçının modern toplumda oynaması gereken rol üzerinde düşünme, bunun örnekleridir. Bu akımın mimarları ve daha sonra «designers» (tasarımcılar) diye adlandırılan sanatçıları, barok dönemin yapıya büyük önem kazandıran dinamik çizgi zevkini benimseyerek doğanın sırlarını büyük bir tutkuyla araştırmışlardı. Axis |
Anatomi |
Resim ve heykelde. sanatın insanı ele aldığı dönemlerde, insan yapısı inceleme konusu olmuştur. Yunanda ve daha önce Eski Mısırda insan anatomisi esaslı, bir incelemeye tabi tutulmuştur.M.S. 14. y.y. da sistemli olarak kadavralar üzerinde sanatçıların çalıştığını görüyoruz. Biz bugün bütün Rönesans sanatçılarında Luca Singnorelli, Benvenuto Cellini, Leonardo ve Michelangelo gibi ün ‘yapanlarının, anatomi üzerinde, bugünkü anatomi biliminin kurulmasında öncülük ettiklerini görüyoruz. Sonraları 19. y.y.’da a. ders olarak akademilerde yer almıştır. Anatomi etüdü zamanımızda güzel sanatlar için bir çeşit akademizmaya sebep olduğu için güzel sanat okullarından kaldırılmıştır. |
Angelik |
Melek gibi. Rönesanstan bu yana tablolarda başı yana bükük melek gibi bakışlı kız ve kadın resimlerine denir. |
Anıt |
Abide. Sanat ve tarihi değeri olan yapı, heykel ve resim gibi sanat eserlerinin taplumca önem kazanması ile bir esere atfedilen niteliktir. Örneğin: Selimiye Camii, anıt’ı gibi. Bel bir kişi ya da olayın hatırasına dikilen-bir yapı ya da heykele bugün anıt diyoruz. Örneğin Atatürk anıt’ı, Fatih anıt’ı gibi. 18. y.y.’a kadar yalnız tanrılar, krallar ve asillerin adına anıt dikilirken 19. y.y.’den itibaren sanatçıların alimlerin ve politikacıların adına da anıt dikilmeğe başlamıştır. |
Ankostik |
Balmumlu boyalarla resim yapma tekniğidir. Eritilmiş balmumu içinde toz boya iyice halledilir ve sonra istenilen yere mayi halinde sürülürdü. Bu teknik Eski Yunanda çok kullanılmıştır. Sonraları Bizans ikonalarında kullanıldığı gibi Romalılar çağında portre yapımında çeşitli örnekler kazanılmıştır. Balmumu, boya zerrelerini iyi koruduğundan a.tekniğin de yapılmış resimler bozulmadan zamanımıza kadar kalabilmişlerdir. Ancak sıcağa karşı bal mumu dayanıklı olmadığından resmin çok sıcak yerlerde olmaması gerekir. |
Anlatımcı Sanat |
Bir hikayeyi ya da bir olayı anlatan sanat anlayışı. Örneğin, tarihi konulu ya da mitoloji konulu resim ve heykeller birer anlatıma sanat örneğidir. N.K. |
Antik |
Eski Yunan ve Roma sanat eserlerine antik denir. Sanat eseri ticareti dilinde antik’in karşılığı modernin karşıtıdır. |
Antika |
Bu kelime yalnız eski olan eşyalara verilir. Antika’nın antik eserlerle hiçbir ilişiği yoktur, karıştırmamalıdır. |
Anonim |
Sanatçısı belli olmayan eserler için kullanılan bir terim. |
Anti-Art |
Birçok eleştirmen, anti-art düşüncesini dadaya dayandırmaktadır. Dadacı sanatçılar Huelsenbeck ve Hausmann, bir dada sergisinde sanatın öldüğünü ilan ettiler. Bu görüş sanatın yararsız olduğunu belirtir. Anti-art'ın temel iddiaları, sanatçının doğal ve kültürel ayrıcalığının olmadığı, sanatsal çabanın değersizliği ve yaratıcılığın herkeste var olduğudur. Terimin kullanılması ise Marcel Duchamp'ın 'anti-art'ın ustası olarak kabul edilmesiyle gerçekleşti. Sanatın kendisi, sanat dünyasında neyin sanat, neyin sanat olmadığını belirleyen sosyal bir kurum ve göçtür. Öyle ki, Marcel Duchamp'ın Mona Lisa'nın imgesi üzerine bir bıyık çizmesi, bir Vandal'ın bir resme zarar vermesi olarak değil tam tersine sanat olarak kabul gördü. Bu örnekte görüldüğü gibi, sanat kurumunun iyileştirici gücü sanatçılardan gelen saldırıların çoğunu, kısa bir sürede sanat içinde dönüştürmüştür: Bu Duchamp'ın 'hazır nesne'lerinin de kaderidir. Duchamp'ın hazır nesneleri, anti-art birer üretim olmalarına rağmen bir sanat tarzı olarak anlaşılmıştır. Sanat sabit ve değişmez bir kavram olmaktan çıktığından beri, yeni sanat, genellikle önce sanat olmayan (non-art) olarak kabul edilmiştir. Kültürel muhafazakârlık, bütün yeni sanat hareketlerini anti-art olarak kabul etme eğilimindedir: Çünkü yeni sanat, sanatın doğasıyla ilgili geleneksel varsayımları kaçınılmaz bir şekilde sorgulamaya başlar. Marjinal görsel kültürün bazı çeşitleri de anti-art olarak nitelendirilmiştir. Örneğin grafiti de Herbert Marcuse tarafından bu şekilde düşünülmüştü. Başlangıçta Vito Aconci'nin çalışmaları ve politik bir hareket olduğu için sitüasyonistler , anti-art olarak düşünüldü. Bad art en yaygın anti-art biçimidir. Anti-art, birçok durumda sanatın netliğine ilişkin bir felsefi yaklaşım olarak ortaya çıkmasına rağmen kimi örneklerde sanata karşı bir nefret olarak da vücut buldu: • "Ressamlardan ve şairlerden nefret ediyorum", I. George. • "Resimden ve şiirden nefret ediyorum. Hiçbiri iyi bir şey yapmadı", II. George. • "Gördüğüm şeyleri bana hatırlatmayan resimlerden nefret ediyorum", Lord Byron. N.K. |
Apad |
(Fr. apadâna; İng. apadana; Alm. Thronsaol): Eski İran hükümdarlarının çok sütunlu taht salonlarına ve bu salonları ihtiva eden saraylarına denir. |
Apet |
İki memesi sarkık, vücudu hipopotam, başı dişi aslan biçimin de tasvir edilen eski bir Mısır tanrısıdır. |
Apıştırmacılık |
Billy Childish ve Charles Thomson'un 1999'da İngiltere'de başlattıkları neo-muhafazakar hareket. Thomson bu adı, eski kız arkadaşı genç Britanyalı Sanatçılardan Tracey Emin'in Childish ‘e yönelttiği bir hakaretten türetmişti ("Sizin resimleriniz apıştıran bir sanat, siz de apışıp kalmışsınız."). Kendilerini 'ilk re-modernist sanat grubu diye niteleyen bu sanatçılar» Genç Britanyalı Sanatçıların benimsediği Postmodemizm, Enstalasyon Sanatı ve Kavramsal Sanat'a karşı ajitasyon yürütüyorlar ve muhafazakâr sanat teknikleriyle sanatta tinselliğin yeniden doğumunu destekliyorlardı. |
Apoditeryum |
Eski Roma hamamlarının, etrafında oturma ya mahsus sekilleri bulunan soyunma yeri. |
Apoteoz |
Sözcük Yunancadır. Bir kralın ya da önemli kişinin tanrılaştırılması demektir. Bir kıralın ya da kişinin tanrılaştırılması bir Asya görüşüdür. Asya’dan Yunanlılara, Yunanlılardan da Romalılara geçmiştir. Romalılarda da ilk kez tanrılaştırılan kişiler tasvir edilmiştir. Avrupa Barok ve Fransız Klasisizmi zamanında da tanrı sahneleri tasvir edilmiştir. İngres’in “Homer’in Tanrılaştırılması” adlı eseri Louvre’dadır. |
Apter |
Kanadı kesik olarak yapılan zafer heykel verilen addır. |
Apter tapınağı |
Yanlarında sıra sütunlar, olmayan Yunan ve Roma tapınak forma verilen addır. |
Arabesk |
Birbiri içine girip çıkan hat ve eğrilerin meydana getirdiği bir benzeme biçimidir. Bu bezeme isminin Araplarla ilgili görünmesine rağmen bu yanlış bir ad veriştir. Arabesk anlamındaki bezemeleri, Asya ülkeleri kullandığı gibi, Yunan, Roma ve Keltler’in de kullandığına tanık almaktayız. |
Arasta |
Açık veya kapalı dükkân dizisi. |
Architext |
1971’de, modernizmin doktriner ya da totaliter yönlerini reddedip çoğulculuğu savunarak, Metabolizma’ya karşı kurulan mimarlık grubunun ve bir Japon dergisinin adı. |
Arena |
Kum anlamına gelen areno’dan alınmış bir sözcük olup amfiteatrların ortasındaki kum dökülmüş alana denir. Burada gladyötörler döğüşürlerdi. |
Areosistil |
Aynı hizada sütunların, çift çift ve her çift sütuın arasında 3.5 sütun çapı aralık bulunan düzenine denir. |
Areostil |
Sütunlar arasındaki aralığın tesbitinde, iki sütunun merkezleri arasının, sütun çapının 3,3 ya da 4 misli olarak düzenine denir. |
Arkad |
Filayağı sütunlar üzerinde duran kemer. A. bir tarafı sıra halinde fil ayağı üzerine oturtulmuş kemerlerle kapalı, bina önü için kullanılır. Aynen cami iç avluların,n revaklı, Üstü kapalı, düzeninin cadde üzerinde bina önüne gelmiş durumudur. A.’ların bizde ve bilhassa Torino şehrinde bol örnekleri bulunur. Arkad motifi Roman kiliselerinde apsisin dış duvarlarına kör bir koridor olarak duvar süsü anlamında kullanılmışlardır. |
Arkaik |
Sanatta gelişim devrelerinin ilkidir. Arkaik sanat ya da üslüp, sanat duygusunun ilk biçimlenmiş durumudur. Bütün arkaik sanatlarda özellikler ortaktır: Patlak gözler, parmakların sucuk gibi ve uzun oluşu, kaşların gözlere paralel bir ay teşkil etmesi, gözlerde hiçbir mananın bulunmaması, gövdede katı frontal bir duruş oluşu, ciddi kaba ve detaydan yoksun bir işleme tarzı. Bu a. üslup, a. sanat yapmağa gerek olmadığı zamanlarda taklit edilmek istenmiş ve bunun sonucu arkaik taklidi, imal edilmiş eserler ortaya çıkmıştır. Buna da “arkaikçe üslüp” denilmiştir. |
Arkaizm |
Arkaik sanat özelliklerini benimseyen görüş. Özellikle eski çağların sağlam yapılı, süse ve ayrıntıya önem vermeyen sade, katı mimarlık ve heykel anlayışının yeniden canlandırılması düşüncesine dayanan sanat anlayışı. |
Arkasolium |
Katakomplarda duvara dikine konulmuş mezar yeri olup üstleri yarım kubbeli bir niştir. Nişlerin içi resimlerle süslüdür. |
Armoni |
Farklı renk ilişkilerinden doğan uyum olarak tanımlanabilir. Renklerle armoni kurmanın kesin bir yöntemi yoktur. Renk uyumları büyük oranda kişinin öznel gerçekliği ile ilgili bir meseledir. Ayrıca armoni kurmada alışkanlıklarda belirleyici olabilmektedir. • "Sanat doğaya koşut armonidir", Paul Cézanne. • "Sanat armonidir", George Seurat. N.K. |
Armory Show |
1913 yılında, "hem Amerikalı hem de yabancı, yaşayan ve ilerici ressamların çalışmalarının" sergilendiği New York'ta açılan uluslararası öncü sergiyi ve bu serginin açıldığı galeriyi tanımlamak için kullanılan terim. Appolinaire'in düzenlediği bu serginin en önemli sonucu kübizmin Amerika'da tanınmasını sağlamasıdır. Bu sergiyle Amerika modern sanatla tanıştı. Bu sergide Van Gogh, Duchamp, Goya, Ingres, Delacroix, Hassam, Ryder ve daha başka birçok ressamın çalışmaları yer aldı. Marcel Duchamp'ın ismi de ilk kez bu sergide Merdivenden İnen Çıplak adlı resimle duyuldu. N.K. |
Arnavud bacası |
Damların üzerinde çıkıntılı olarak yapılan pencere. |
Arşitektonik |
Mimari kurallara mimarlık sanatına uygun inşa sanatı anlamına gelir. |
Arşitrav |
Yunan ve Roma mimarisinde sütunların üzerine yatay biçimde gelen kiriş. |
Arşivo |
Yuvarlak kemerin görünen dış kenarı; 2— Roman ve Gotik katedrallerin kapısı üzerini örten kemer olup bütün kemer içi heykel figürlerle kaplanır. |
Arşın |
Eski bir uzunluk ölçüsü. (Çarşı arşını: 68 cm, Endaze: 65 cm, Halep arşım: 68 cm, Sultan III. Selim döneminden itibaren, Mimar arşını / Zira-i benna: 75.8 cm) |
Arte Cifra (Şifre Sanatı) |
Resimde kodlanan bilinçaltını dile getirmek amacıyla kavramsal sanata ve Arte Povera’ya karşı geliştirilen İtalyan sanat eğilimi. Sandro Chia, Francesco Clemente, Enzo Cucchi ve Mimmo Paladino’nun çalışmalarıyla birlikte anılıyordu. |
Art and Craft |
Terimin Türkçe karşılığı tam olarak 'sanat ve zanaat'tır. Art and craft, 19. yüzyılın ikinci yansında İngiltere'de makineleşmeye ve seri üretime tepki olarak ortaya çıkan bir akımdır. Eleştirmenler ve sanatçılar sanayi devrimi sonucu el sanatlarında görülen gerilemeden büyük üzüntü duydular ve el sanatlarının canlanması için bazı çabalarda bulundular. John Ruskin ve William Morris, zanaatçılığı yeniden canlandırmak gerektiğine inandı ve bu hareketin öncülüğünü yaptı. Art and Craft hareketinin teorik temellerini John Ruskin oluşturdu. 1851 yılında Venedik'in Taşları adlı kitapta şu konuları tartıştı: 1) Zanaatçının sanatla ilişkisi, 2) İşbölümünün zanaatçıyı bir makineye çevirmesi, 3) Makineleşmenin el işçiliğini ve geleneksel zanaatçılığı öldürmesi, 4) Seri üretim eşyalarının kişiliksiz olması. Ruskin ve Morris'in, el sanatlarındaki dirilişin ancak Ortaçağ geleneklerine dönülerek sağlanabileceğini savunmasına rağmen sanatçıların çoğu, bunun imkânsız olduğunu düşünüyordu. Akım, 19. yüzyılın son yıllarında etkinlik sağlayabildi. Morris ve arkadaşları 1861 yılında sanatçının kendi tasarımım ürüne dönüştürüp satabileceği bir şirket kurdular. Bu şirket sanatçı ve zanaatçılardan oluşuyordu: Morris, Faulkner, Marshall. Şirket, halı, vitray, seramik, mücevher, heykel, mobilya gibi her türlü elişini düşük maliyetle üreterek ve sergileyip satacaktı. Ancak ürünler düşünüldüğü kadar ucuza üretilemedi. Şirket, asıl kazancını başka firmalara yaptırdığı duvar kağıdıyla makine halısından kazandı. Yeni sanat, sanatsal dilini Japon sanatının etkisinde oluşturdu ve etkinliğini daha çok mimari ve mobilya alanında gösterdi. Mimarlar simetriye önem vermemeyi ve kıvrımlı çizgileri Japon sanatından aldı. Bu arada Leutrec ve Beardsley gibi ressamlar da Japon baskılarından çok şey öğrendi. N.K. |
Asa |
Kral ve Peygamberlerin kudret sembolü olarak ellerinde taşıdıkları baston ya da değneğe denir. |
Asari -atika |
( antika.) |
Asefal |
Başı olmayan heykeller için kullanılan bir sözcüktür. |
Asimetre |
Bir noktadayı iki tarafa ayni mesafede bulunmek hali. |
Askıya almak |
İnşa edilmiş eski bir binanın bir tarafını yıkıp yeniden onarmak istendiğinde üst kısmın ağırlığını tutmak için destek ve bağlamalar kullanmaya denir. |
Asklepieion |
Ölüleri iyi eden Yunan ve Roma tanrısı Asklepios’un adına dikilen bir tapınak olup bunun yanında iyileşmek için gelen hastaların oturmalarına mahsus odalar, banyolar ve tiyatro yeri bulunurdu. |
Asma bahçe |
İlk büyük uygarlıklarda ayaklar ve kemerler üzerin de meydana getirilen teraslar üzerine bahçeler yapılması çok ilgi görmüş ve gelenek olmuştu. Babilin asma bahçeleri dünyanın yedi harikası arasında yer almıştı. (Dünyanın Yedi Harikası). |
Asma kandillik |
Camilerde kubbeye bir zincir ya da demir çubuk ile asılan ve üzerine bir çok kandilin takıldığı madeni tezyinatlı bir madeni askıdır. |
Asma kat |
Bir binanın iki katı arasında tavanı alçak olarak yapılan ara kattır. |
Astar boyası |
Resim yapılan tuvalin boyayı emmemesi ve bezin dokuma ara kapatılması için kullanılan boyadır. Astar boyaları çeşitlidir. Bunlardan yağlıboya astar, şöyle yapılır: Bir litre suda 70 gr. marangoz tutkal, eritilir. Eritme, tutkal 24 saat bir litre su içinde bırakarak yapılmalıdır. Bundan sonra eritilmiş tutkal, içinde biraz su bulunan bir başka kap içine konularak ateşte ısıtılır. Bu erimiş tutkal!, su fırça ile tuvale sürülür. Tuval kuruduktan sonra: 1 öçü tebeşir tozu + 1 ölçü çinko üstübeci + 1-3 ölçü su birbiriyle karıştırılarak ayran kıvamına getirilir ve bir ölçü sıcak tutkallı su katılır. Bu karışım gene ısıtılarak ince tabakalar halinde tuvale iki kez sürülür. Yağlı astar yapılmak istenirse yukarıdaki formüle bir buçuk ölçü pişmiş bezir katılır. |
Aşı boyası |
Kırmızı bir toprak boyadır. Bunlar demir oksitli boyalardır. Eskiden ahşap evlerin kirliliğini kapatmak için cephelerine sürülürdü. |
Aşık yolu |
Dik köşeler teşkil ederek içe ve dışa doğru kırılan çizgilerin meydaa getirdiği geometrik motiflerin tekrarı ile ortaya çıkan su. ( meandr). |
Ateş tapınağı |
Zerdüştlerin ateşe tapmak için inşa ettikleri tapınaklardır. |
Atmeydanı |
Bizanslılar’ın araba ve at koşuları için inşa ettikleri Hipodrom için İstanbul’da Türklerin verdikleri addır. İçinde at koşturulan meydan anlamına gelir. |
Atölye |
Bu sözcük güzel sonatlarda ressam ve heykelcilerin çalıştıkları yer için kullanılır. Atöleyelerin pencereleri kuzeye bakması gerekir. Böylece atölye’ye yumuşak bir ışık gelmesi sağlanır. |
Atrium |
Eski Roma yapılarında bulunan sokağa yakın, etrafı adalarla çevrili, ortasında havuz bulunan üstü açık avlu. 1 .Roma oturulan esas salon olup etrafında odalar bulunurdu. Romalıların son zamanlarında a., etrafı sütunlarla çevrili kabul salonu olmuştu. 2. Romalılarda evlerin ortasında üstü açık bırakılan işlerinin, elsanatların ve güzel sanatların koruyucusudur. Yunan sanatında A. ekseriyetle savaş sahneleri içinde gösterilmiştir. |
Avangard Sanat |
Avangard teriminin anlamı tam olarak öncü, önde giden olarak açıklanabilir. Askeri bir metafordan gelir ve orduda önde giden birlik, birliğin öncü kolunu tanımlamak için kullanılırdı. 1830'lu ve 1840'lı yıllarda siyaset diline girdi ve köklü dönüşümlerin bayraktarları anlamında kullanılmaya başladı. 'Avangard' terimi, sanata verilen öncü rolü ifade etmek için ilk kez sosyalist Saint-Simon ve onun cemaati tarafından kullanıldı. 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, özellikle 20. yüzyılın başında ortaya çıkan, alışılmış anlatım biçimlerini dışlayıp yeni bir sanatsal dil oluşturmak peşinde olan sanatçılar ve sanat akımlarını tanımlamak için kullanılmaktadır. Aynı zamanda toplumsal, siyasal ve kültürel anlamdaki değişimlerin farkında olan ve buna taraf olan sanatçı tipi için de avangard terimi kullanılmaktadır. Peter Burger'e göre avangard, sanatın kurumlaşmasına karşı bir saldırıdır. Hedefi sanat kurumunu yok etmektir. Ancak sanat sonunda savaştığı kurumlara yenik düşmüştür. Avangard sanatçıların işleri sergilerde, müzelerde, istemedikleri kılıklarda piyasaya sürülmektedir.
Avangard sanatın temel özellikleri: 1) Aktivizm: Eylem, dinamizm ve araştırma beğenisi/hazzı, 2) Antagonizm: Sosyal düzen, gelenek ve geçmişe düşmanlık, 3) Nihilizm: Aşırı davranış tarzı ve yıkıcılık, 4) Agonizm: Romantik ıstırap, pathos, gerilim ve özveri, 5) Fütürizm: Sanatın geleceğini tahmin etme ve öngörü.
• "Sizlerin avangardı biz sanatçılarız (...) en etkilisi ve hızlısı sanatın gücüdür: İnsanlar arasında yeni fikirler yaymak istediğimizde; onları biz tuvale veya mermere nakşederiz (...) toplum üzerinde yapıcı bir iktidara sahip olmak, gerçek bir rahiplik görevi yürütmek ve sağlam adımlarla zihnin bütün melekelerinin önüne düşmek; işte sanatın muhteşem kaderi", Saint-Simon. • "Avangard gerçekte, modernitenin berisindeki varsayımları soruşturan son derece sorumlu, zahmetli, sebat isteyen bir mesaidir", Lyotard. N.K. |
Ayna Resmi |
Pistoletto'ya özgü olan bir teknik. Bu teknikte ha¬reketi durdurmak için Pistoletto, doğal büyüklüğünde olan bir dizi fotoğrafın kopyasını transparan kağıt üzerine çıkarıp, daha sonra onları kesip cilalanmış çelik tabakaların üzerine yapıştınp kasvetli renklerle boyadı. Çelik tabakalar imgeyi iz¬leyiciye yansıtacak şekilde yerleştirilmekteydi. N.K. |
Ayna taşı |
Sokak çeşmesinde musluğun takıldığı, çoğunlukla mermer ve bezemeli olan düşey taş. |
Azulejos |
Endülüste duvarları kaplamak için kullanılan mavi bezemeli çiniler. |
Yorumlar
Yorum Gönder