SANAT TERİMLERİ - R

Rakursi 

 ( Kısa görünüş).

Rayonizm 

Michel Larionow tarafından 1911-12 yıllarında Marinetti’nin Moskova ve Petersburg’da verdiği futürizm’le ilgili konferanslardan sonra geliştirilmiş bir anlayıştır. Manifestosu 1913 de yayımlanmıştır. Bu manifestoda rayonist resmin, zaman ve mekânın dışına çıkılarak dördüncü boyutu elde etmesi ve bu izlenimi uyandırması isteniyor. Bu amaca ulaşmak için, ressamın nesneyi parçalaması öngörülüyor. Larionow ve eşi Natalie Gontschorowa, Kandinsky’nin resimleri yanında ilk soyut sayılan resimleri de yapmışlardır. Rayonizm aslında Delaunay’ın orfizm’i ile Mc- Donald Wright’in senkronizm’inden farklı sonuçlar getirmiş değildir.

Ready Made 

Önceden yapılmış bir eşyanın sonradan sanatçı elinde biçim değiştirerek yeni anlam ve biçim kazanan eser.

Realizm

(Gerçekçilik).

Rejans üslübu 

Fransada 1715—1723 yılları arasındaki 14. ile 15. Lui zamanlarındaki intikal üslubuna denir. 14. Lui üslubunun katı hatları yumuşatılmış,  hafif ve zarif formlar uygulanmıştır. Bina planlarında yuvarlak mekânlar yer almağa başlamış 14. Lui’de, bu bina köşeleri dik açılı idi. Duvar ile tavanın katı birleştirilişi yerine tavan yükseltilmiş ve ikisi arasına bir meyil verilmiştir. Duvarlarda müstakil sütunlar yerine plaster’ler yer almıştır. Rejans üslubunda neşeli bir süsleme, zarif bir biçimde fazla çıkıntılı olmayan bir rölyef dikkati çeker. Rejans üslubunda  yumuşak hafif bir süsleme vardır. Dragon, diademli kadın başları mimari içlerinde süs unsurları olmuşlardır. Rejans üslubundanun mimarı Robert de Cotte ve dekoratörü Pineou’dur.

Renk 

Plastik sanatlardan resimde esas öğedir. Plastik sanatlarda renk derinlik anlamı kazandırılarak kullanılır. Renklere, birbirleri ile karıştırılarak istenilen yere uyan bir değer =ton kazandırlır. Eğer renkler ara tonlu ise, o takdirde oylum duygusu uyandıran renk değerleri ortaya çıkar. Bir renk diğer renkler arasında uyuşmuyorsa bizde bağırcı, uyandırıcı etkiler, uyuşuyorsa rahat etkiler uyandırır. Renkler saf değerleri ile duygusal bir etki yaratırlar. Bu etki, plastisitesi olan ton renklerin etkisinden başkadır. Plastik renkler etki bakımından etrafı ile uyuşum halinde ve bir biçimin etrafında armonik olarak değerlendirilmiştir. Bu bakımdan renk, satıhlaşmayı; valörlü renkler ise hacmi gösterir. Renklerin insanda uyandırdıkları derinlik etkisi yüzünden zanatçılar renk perspektifine önem verirler.

Renso 

 (Kıvrıkdal).

Resim- boya resim 

Çizgi ve renklerle düz biz yüzey üzerine doğadan bir parçayı ya da sanatçının iç dünyasının durumunu anlatma sanatıdır. Mumluboya, suluboya (akvorel), yağlıboya, guvoj, pastel, tempera ve fresko (bütün bu kelimelere bakınız) gibi teknik olanakları vardır. İlk resimler önce su ve hayvan yağlar, ile karıştırılmış boyalarla, sonra suluboya, fresko, mumlu boyayla, Rönesans öncesi devirde de tempera ve guvajla, Rönesans’tan itibaren de yağlı boya ile yapılmıştır. İlk yağlıboya resim Van Eyck kardeşler tarafından bulunmuştur. Resim sanatına çağımızda her türlü malzeme girmiştir. Boyanın yanında resimlere çeşitli maden ve ağaç ve hatta dokuma da girmiş bulunmaktadır. Malzeme yapısı resmin değeri olarak resme sokulmuştur.

Restitüsyon 

Kısmen ya da tamamen yok olmuş ya da ilk biçimi değiştirilmiş bir anıtın planını, elevosyonunu, tezyinatını harabesine, kalıntılarına ya da kaynaklara göre yeniden çizme. Bu şekilde çizilen plan, elevosyon, tezyinat.

Restorasyon 

Bir sanat eserinin sadece harap olan kısımlarını, eserin daha fazla harap olmasını önlemek amacıyla aslına uygun olarak onarma.

Revak

Duvarla aralarındaki boşluk tonoz, kubbe ya da damla örtülü sütunlu kemer sıralarının teşkil ettiği, bir yanı açık dehliz.  Kapı revakı  (Fr. porche; İng. porch,galilee, Alm. Eingangshalle, Vorhalle, Loube): Portallerin giriş kapıları önüne yapılan, bir ya da üç tarafı açık, sütunlu sundurma. Revak Osmanlı camiye türbe mimarisinde çok kullanıldığı gibi Ortaçağ manastırlarının orta avlularında da değerlendirilmiştir. Revaklı avlu bir İslam mimari buluşu olmuştur.

Ribat

Tunus, Fas ve Cezayirde. Arap imparatorluğunun kara ve deniz sınırlarının önemli noktalarında, askeri kuvvetlerin barındığı aynı zamanda dini karakteri olan ve kervansaray vazifesi gören müstahkem mevkilere verilen isim. Ribatlar bir surla kuşatılmış, bir mescit, müteaddit odalar, anbarlar, ahırlar, sarnıç gibi kısımları içine alan ve bir gözcü kulesinin minare olarak vazife gördüğü yapıdır.

(Rıbatlar, muhafız kuvvetlerinin veya askeri birliklerin yerleştirildiği, avlusunun etrafı bir savunma duvarıyla çevrilmiş, barınakları, ahırları, ambarları ve bir gözetleme kulesi olan sınır karakollarıydı. T.L.)

Ritm

Genel anlamda, bir kompozisyonda farklı unsurların münavebe ile ve belirli aralıklarla birbirini izlemesi. Vezin.

Rokoko

«Barok devrin bir devamı olan ‘Rokoko’ (1710-1760) mimari ve dekorasyonda daha incelik ve teknik ustalık gösterir fakat daha az canlı ve kuvvetlidir.»;
 «Rokoko başlıbaşına yeni bir mimari üslup değildir. Barok süsleme şekillerinin çok fantastik bir gelişmesidir. Fransızca ‘Rocaille’ kelimesinden gelmektedir. Deniz kabuklarının kıvrık şekilleriyle duvar ve tavanları süslemiştir. Ağır İtalyan plastik süslemelerinin yerini bunlar almıştır. Tavan sıvasında narin dallar, zarif çiçek şekilleri, deniz kabukları arasından çıkan seyrek girlandlar halinde neşeli, hareketli bir süs şekli meydana getirirler. İç hacimler, insanın aklını şaşırtacak bir süsleme sanatının ihtişamı içinde parıldar ve kıvılcımlanır. . .»;
 «Rokoko mimarisi : Rokoko Barok gibi kendi başına bir üslup değil Barok’un bir safhasıdır.»;
«. . . Rokoko diye adlandırdığımız, Barok’un geç devresine girer. Rokoko ayrı bir stil değildir. Barok ile Rokoko arasındaki fark yalnızca bir arınmışlık farkıdır. Önceki devrenin karanlık, gösterişli, güçlü, oyunlu ve tutkulu oluşuna karşılık sonraki devre hafif ve aydınlık bir devredir. Fakat yine de Barok kadar mouvement canlı ve istek uyandırıcıdır. . .»;
 «1730-1780 arasında Avrupa’da bir sanat tarzı. Aslında bir dekorasyon üslubu. Ağır ve zorlayıcı Barok formların renkli satıhlara ve oynak süslemelere dönüşmesi.. .»;
«.. .Barok’un geç devirleri Rokoko adı ile anılıyor...»; «Rokoko (Fransızca ‘rocaille’ = rock work) », kayaya benzer şekillerin, hayali kıvrımların ve dalgalı istridye kabuğu şekillerinin birarada kullanıldığı bir süsleme tarzı; Barok’un gelişmesinin son safhası.»

Nurhan Atasoy, 17.-18.Yüzyıllarda Avrupa Sanatı

Roman sanatı

Roman üslubu Batı’da XII. yy sonlarına kadar uzanan sanatsal bir üretimdir; her şeyden önce X. yy’da Macar, Norman ve Müslüman akınlarının ardından, Hıristiyanlığın, bin yılına doğru yeni bir gelişme  yaşadığı bir dönemde Avrupa’nın dört bir yanında farklı ayrıntılarla gerçekleştirilen biçimleriyle ortaya çıkan dini bir mimarlığı tanımlar.
Romanesk sanat, Avrupa’da ortaçağda mimarlık, resim ve heykel sanatlarında birbirini izleyen iki üsluptan birincisi. En yüksek düzeyine 1075-1125 arasında ulaşan bu üslubun yerini 12. yüzyılın ortalarından sonra gotik üslup almaya başlamıştır. Romanesk sanat, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Avrupa’nın siyasal kararlılığa ilk kez kavuştuğu X. yüzyılın ürünüdür. Önce yalnız mimarlık için kullanılan, ama daha sonra öteki sanatları da kapsayan romanesk deyimi bir bakıma Roma, Karolenj, Otto dönemi, Bizans ve yerel Germen sanat geleneklerinin birbiriyle kaynaşmasını anlatır. En önemli sayılan yapıtlar Fransa’da gerçekleştirildiyse de, romanesk sanat Bizans geleneğini sürdüren bir-iki Doğu Avrupa ülkesi dışında bütün Avrupa’ya yayıldı. Bu yaygınlık nedeniyle sayısız yerel yorumlar da ortaya çıktı.
Romanesk mimarlık büyük ölçüde manastırların yönetiminde geliştiği için, keşişlerin beğeni ve isteklerine göre de bir yerden ötekine büyük değişiklikler gösteriyordu. Gene de kapı, pencere ve arkadlarda yarım daire biçimli beşik kemerlerin, döşemeleri taşımak için beşik ve çapraz tonozların, kemer yüklerini karşılamak amacıyla çok kalın dış duvarların ve kalın ayakların kullanılması bütün yapılarda rastlanan ortak özelliklerdi.
Fransa’da geliştirilen iki kilise planı yaygın biçimde kullanıldı. Bunların her ikisi de ilk Hıristiyan bazilikalarının planının genişletilmesine dayanıyor, ışınsal düzenlenmiş şapellerle, ambülatuvarlarla ve yan neflerin üzerine gelen galerilerle donatılıyor, batı yüzlerinde de çan kuleleri yapılıyordu. Bu yapıların içinin bölümlere ayrılarak düzenlenmesi de o dönemdeki dinsel dünya görüşünün bir ifadesi, hatta belki de bir ölçüde feodal hiyerarşinin yansımasıydı. Romanesk mimarlığın en önemli (aynı zamanda onu Gotik mimarlıktan ayıran) özelliği, boşluğun heykel gibi ele alındığı mekan düzenleme anlayışıydı. Gotiğe özgü sivri kemerlerin görülmeye başladığı geç dönem yapıları bile eğer etkileri iç mekan düzenlemesinden kaynaklanıyorsa, romanesk sayılır.
Romanesk dönemin özelliklerinden biri de, yaklaşık 600 yıllık bir aradan sonra yapılarda heykele yeniden yer verilmeye başlamasıydı. Katedrallerin büyük kapılarının çevresinde, sütun başlıklarında Hıristiyan mitolojisini anlatan kabartmalar yapılıyordu. Doğal nesneler, gücünü soyut çizgilerden ve dışavurumcu bir biçim bozma yaklaşımından alan görsel imgelere dönüştürülüyordu. Bu yoğun ve dinsel anlam yüklü sanat, izleyen gotik dönemin daha doğalcı ve insancıl sanat anlayışıyla tam bir karşıtlık halindeydi.
Romanesk dönem resim sanatının en önemli örnekleri kiliselerin duvarların süslemek amacıyla üretildi. Günümüze kalan parçalar bu duvar resimlerinin de heykel sanatındakine benzer bir anlayışla ele alındığını göstermektedir. Kitap resimlerinde de çizgisel bir stilizasyon eğilimi görülüyordu. Hem heykel, hem de resim sanatı benzer kaynaklardan esinleniyordu. O çağın ilahiyatı, Kitabı Mukaddes’te yer alan olaylar, azizlerin yaşamları her iki sanat dalında da ele alınan ortak konulardı. A.B.

Romantizm

Bir biçem, okul, sanatta bir çağ olmak bakımından hiçbir şeyi biçimsel çözümlemeye göre tanımlamak, hatta betimlemek bu kadar zor değildir; hatta 'romantizm' in, devrimin bayrağını kendisine karşı açtığını ileri sürdüğü 'klasizm'i bile. Bu konuda romantiklerden de yardım ummak boşunadır; çünkü kendilerine ilişkin tanımlamaları sağlam ve kararlı olmakla birlikte, çoğu zaman ussal içerikten yoksundu.

 Victor Hugo'ya göre romantizm, "doğanın yaptığını yapmaya, gölgeyle ışığı, grotesk olanla yüce olanı, başka bir deyişle ruhla bedeni, hayvani olanla tinsel olanı birbirine karıştırmadan doğanın yaratımlarıyla kaynaşmaya çalışmaktır."2 Charles Nodier içinse, "bayağı duygulardan yorgun düşmüş insan kalbinin bu son sığınağı, romantik tarz denen  şeydir: Toplumun ahlaki durumuna, ne pahasına olursa olsun duygulanmak isteyen tıka basa doymuş kuşakların gereksinimlerine çok uygun düşen garip bir şiirdir."3 Novalis, romantizmin "sonluya sonsuz bir bakışla, geleneksel olana daha yüksek bir anlam" verdiğini düşünüyordu.

 Hegel ise "Romantik sanatın özü[nün], sanat nesnesinin, tam da onun özünde varolan, kendini dış değil iç göze sunan özgür, somut ve tinsel ülküsünde" yattığını ileri sürmüştü.5 Bekleneceği gibi, bu açıklamalardan hiçbir netliğe ulaşmak mümkün değildir; çünkü romantikler donuk, titrek ya da dağınık ışıkları, parlak olanlarına yeğlemişlerdir.

Ne var ki romantizm, tarihlerini belirlemeye çalıştıkça kökenlerinin ve sonucunun dağılıp gittiğini; tanımlamaya kalktığındaysa ölçütünün biçimden yoksun genelliklere dönüştüğünü gören sınıflamanın elinden kayıp gitse de, kimse romantizmin ya da bizim onu tanıma yeteneğimizin varlığından ciddi biçimde kuşku duymamaktadır. Dar anlamıyla romantizm, 1800'ler civarında (Fransız Devrimi'nin on yılının sonunda) İngiltere, Fransa ve Almanya' da, Waterloo'dan sonra Kuzey Amerika ile Avrupa'nın daha geniş bölgelerinde öz bilinçli ve militan bir eğilim olarak ortaya çıktı. Jean-Jacques Rousseau'nun 'romantizm öncesi' adını verdiği bir biçim altında ve genç Alman şairlerinin 'çalkantılı ve sıkıntılı' [storm and stress] edebiyatı olarak Devrimlerden önce de (yine esas olarak Fransa ve Almanya' da) vardı.

Avrupa, Romantizmin en büyük modasına olasılıkla 1830-48 döneminde tanıklık etti. Geniş anlamıyla romantizm, FransızDevrimi'nden itibaren Avrupa'nın yaratıcı sanatlarından çoğuna egemen olmuştur. Bu anlamda sözgelimi (hepsi de ele aldığımız dönemde yaşamış) Haydn ya da Mozart, Fragonard ya da Reynolds, Mathias Claudius ya da Choderlos de Laclos gibi sanatçılarda varolmayıp da, (her ne kadar tümüyle 'romantik' olarak adlandırılamayacak ya da onlar kendilerini böyle tanımlamayacak olsalar da) Beethoven gibi bir bestecide, Goya gibi bir ressamda, Goethe gibi bir şairde, Balzac gibi bir romancıda varolan 'romantik' ögeler, bu ikincilerin büyüklüklerinin yaşamsal parçalarını oluşturmuştur.

Yine geniş anlamda romantizme özgü sanata ve romantik sanatçılara bu yaklaşım tarzı, ondokuzuncu yüzyıl orta sınıf toplumunun beylik yaklaşımı haline geldi ve hala da etkisini büyük oranda muhafaza etmektedir.

Romantizmin ne anlama geldiği hemen hiç açık olmamakla birlikte, neye karşı olduğu son derece bellidir: Ortalamaya. İçeriği ne olursa olsun aşırılık yanlısı bir düsturdu. Romantik sanatçılar ya da düşünürler, dar anlamda şair Shelley gibi aşırı solda; Chateaubriand ve Novalis gibi aşırı sağda yer alan; Wordsworth, Coleridge ve Fransız Devrimi'nden umduğunu bulamamış çok sayıdaki Devrim taraftarı gibi soldan sağa, Victor Hugo gibi kralcılıktan aşırı sola savrulan kişilerdi; ama aslında 'klasizm'in kalesi olan ussalcı merkezde yer alan ılımlılar ya da whig-liberal olan kişiler arasında da temsilcileri vardı. "Whiglere saygı duymam" diyordu yaşlı Tory Wordsworth, "ama Chartistlere büyük saygım vardır."6 Bunun burjuva karşıtı bir düstur olduğunu söylemek fazla ileri gitmek olur; çünkü yeni sınıflardaki patlamak üzere olan devrimci ve fetihçi ögeler, romantikleri de büyülemişti. Napoleon; Şeytan, Shakespeare, Avare Yahudi ve yaşamın olağan sınırlarını aşan diğer mütecavizler gibi, söylence kahramanlarından biri haline geldi. Kapitalist birikimdeki şeytani öge; ussallığın ya da hedefin hesaplılığını, gereksinimi ya da aşırı lüksü aşan sınırsız ve kesintisiz bir daha fazla arayışı, yakalarını bırakmıyordu. Faustus ve Don Juan gibi en karakteristik kahramanlarından bazıları, bu yatıştırılması olanaksız açgözlülüğü, Balzac'ın romanlarındaki iş dünyasının korsanlarıyla paylaşmaktadı. Ancak romantik ögenin, burjuva devrimi sırasında bile yeri ikincil kaldı. Fransız Devrimi'nin aksesuarlarından bazılarını Rousseau sağladı; ama Rousseau'nun düşünceleri, devrimin burjuva liberalizmini aştığı Robespierre döneminde ancak baskın hale geldi. Öyle de olsa, devrimin asıl giysisi Romalı, ussalcı ve neo-klasikti. David onun ressamı, Akıl ise Yüce Varlık'ıydı. O nedenle romantizm, basitçe burjuva karşıtı bir hareket olarak görülemez.

Gerçekte Fransız Devrimi'nden önceki on yıllan kapsayan romantizm-öncesi dönemde romantizme özgü sloganlardan bazıları, yumuşaklık şöyle dursun, metanetini yitirmiş, çürümüş bir toplumun tam tersi, gerçek ve basit duygulara ve doğaya duyduğu kendiliğinden güvenin sarayın ve kilisenin yapaylığını silip atmaya yazgılı olduğuna inanılan orta sınıfın övgüsü için kullanıldı. Ancak burjuva toplumu Fransa'da ve Endüstri Devrimlerinde zafere ulaştığında, romantizm de (ki bu rahatlıkla söylenebilir) onun içgüdüsel düşmanı haline geldi.

Romantizmin, burjuva toplumuna karşı beslediği tutkulu, karmaşık ama derin tiksintinin, büyük ölçüde ona şok birliklerini veren iki grubun (toplumsal bakımdan yerlerinden edilmiş gençlerle profesyonel sanatçıların) yerleşik çıkarlarından kaynaklandığına kuşku yoktur. İster yaşıyor

ister ölmüş olsun, genç sanatçılar için romantik dönem gibi bir dönem asla olmamıştı. Lyrical Ballads (1798), yirmilerini süren iki insanın eseriydi; Byron, bir gecede, Shelley'in tanındığı, Keats'inse son demlerini yaşadığı bir yaşta, yirmi dördünde üne kavuştu. Hugo'nun şiir yaşamı yirmisinde, Musset'inkiyse yirmi üçünde başladı. Schubert, Erlkoenig'i yazdığında onsekizindeydi, otuz birinde de öldü; Delacroix, Massacre ofChios'i yirmi beşinde resmetti; Petoefi ise Poems'i yirmi birinde kaleme aldı. Romantikler arasında otuzuna gelip de ün kazanmamış ya da bir eser ortaya koymamış kimse yok gibiydi. Gençlik, -özellikle de aydın ya da öğrenci gençlik- onun doğal ortamıydı; Paris'in Quartier Latin'i, ortaçağdan bu yana ilk kez bu dönemde sadece Sorbonne'un bulunduğu yer olarak anılmadı, kültürel (ve siyasal) bir kavram haline geldi. Kuramsal olarak yeteneğe sonuna kadar kapılarını açmış bir dünyayla, uygulamada ruhsuz bürokratların ve göbekli filistenlerin tekelindeki kozmik adaletsizliğin hüküm sürdüğü dünya arasındaki karşıtlık ayyuka çıktı.

Evlilik, saygın bir meslek ya§amı, filistenlik içinde eriyip gitmek; bütün bunlar birer hapishane gölgesi gibi çevrelerini sarmaktaydı ve E. T. A. Hoffmann'ın Goldener Topfunda kayıt memuru Heerbrand'ın ("kurnazca ve gizemli bir edayla gülerek") şair öğrenci Anselmus'u Saray Danışmanı olmak gibi korkunç bir geleceğin beklediğini söylemesi gibi, yaşlılılan kılığında karşılarına çıkan puhu kuşu, kaçınılmaz sonlarını haber veriyordu (tek farkla ki onunki çoğunlukla doğruydu). Byron, kendini 'saygıdeğer' bir yaşlılıktan ancak erken yaşta bir ölümün kurtarabileceğini görecek kadar uzak görüşlüydü; A. W. Schlegel de onun ne adar haklı olduğunu kanıtladı.

Elbette gençlerin yaşlılara karşı bu isyanında evrensel olan hiçbir §ey yoktur. Çifte devrimin yarattığı bu toplumun bir yansımasıydı. Ne var ki romantizme büyük ölçüde rengini veren, bu yabancılaşmanın özgül tarihsel biçimiydi.

(…)

Romantikler, dakik toplumsal çözümlemeler yapmak gibi bir hüner göstermediler; aslına bakılırsa, haklı olarak burjuva toplumunu oluşturan başlıca araçlardan biri olarak gördükleri (William Blake'in de Goethe'nin de umacısı olan Newton'ın simgelediği) onsekizinci yüzyılın kendinden aşırı emin mekanik materyalist akıl yürütme tarzına güvenmiyorlardı. Bu yüzden, her ne kadar geniş anlamda 'romantik' çerçeve içersinde gizemli 'doğa felsefesi' kılığına bürünmüş, metafiziğin bulutları arasında yürüyen ve Hegel'in felsefesine katkıda bulunmuş eleştiriye benzer bir şeyler ortaya çıkmışsa da, bu insanlardan burjuva toplumunun ussal bir eleştirisini yapmalarını bekleyemeyiz.

İnsan ve doğa birliğinin yitirilmiş olması, romantik eleştiriyi en meşgul eden kon uydu. Burjuva dünyası, bütün derinliğiyle ve bilinçli olarak toplumdışı bir dünyaydı. "İnsanları 'doğal üstleri'ne bağlayan çeşitli renktekifeodal bağları acımasızca parçalamış ve insanlar arasında bencillikten [öz çıkardan] ve duygudan yoksun 'para bağı'ndan başka hiçbir bağlantı bırakmamıştır. Dinsel Şevkirı tanrısal esrimelerini, Şövalye Coşkusallığını, filisten duygusallığını, egotik hesapçılığın buzlu sularına gömmüştür. Kişisel değeri, değişim değerine dönüştürmüş ve geri alınamaz sayısız özgürlüğün yerine vicdandan yoksun tek bir özgürlüğü, ticaret Özgürlüğü'nü koymu§tur." Bu, Komünist Manifesto'nun sesi olmakla birlikte, aynı anda romantizm adına da konuşmaktadır. Başkalarını -çok daha fazla sayıda insanı- aç ve sefil koyduğu besbelli olsa da, aynı zamanda bu dünya insanlara zenginlik ve rahatlık getirmiş olabilir; ama ruhları çıplak ve yalnız bıraktı. Evrende 'yabancılaşmış' varlıklar olarak yurtsuz ve yitiktiler.

Onların, bu yabancılaşmaya verilecek en açık yanıttan, eski evini bırakmama kararından bile, devrimci bir uçurumla kopmalarına neden oldu. Alman romantik şairleri, kurtuluş un ancak, şimdiye kadar kimsenin yapamadığı kadar parlaklıkla betimledikleri rüya gibi manzaralarla bezenmiş endüstri öncesi küçük, pastoral kasabalarda süregelen basit, gösterişsiz çalışma yaşamında yattığını herkesten daha iyi bildiklerini düşünüyorlardı. Ne var ki genç romantikler, buralarda kalamazlardı; tanımı gereği sonsuz bir arayışla 'mavi çiçek'in peşinden gitmek ya da sadece Eichendorf'un liriklerini veya Schubert'in şarkılarını mırıldanarak gurbet diyarını dolaşmak zorundaydılar. Avaren in şarkısı, nağmeleri, geçmiş özlemi, yoldaşları oldu. Novalis bile felsefesini buna göre tanımladı.

1) S. Laing, Notes of a Traveller on the Social and Political State of France,

Prussia, Switzerland, Italy and other parts of Europe, 1842 (1854 baskısı), s. 275.

2) Oeuvres Completes, XIV, s. 17.

3) H. E. Hugo, The Portable Romantic Reader (1957), s. 58.

4) Fragmente Vermischten Inhalts. (Novalis, Schriften Oena, 1923), III, s.

45-6.·

5) The Philosophy of Fine Art (Londra, 1920), V.l., s. 106 ve devamında.

 

Devrim Çağı, E. Hobsbawm, Dost Kitabevi

Rotond 

Çember biçiminde bir plan üzerine inşa edilmiş kubbeli bina.

Rozas 

Yuvarlak biçimde düzenlenmiş, tezyini yapraklardan ibaret gülü hatırlatan mimari süs. Gülbezek.

Rökonstrüksiyon

Bazen restitüsyon’la aynı anlamda kullanılan bu sözcük, restitüsyona göre inşa etmeyi, ya da restitüsyona göre yapılan anıtı ifade eder. (restitüsyon).

Rölyef 

(kabartma).

Rönesans

Yeniden Doğuş

Rönesans Sanatı (Klasik Dönem)

(Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak bilinir. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sında batı ile klasik antikite (Eski Roma ve Yunan Eserlerinin incelenmesi) arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan, Antik Yunan filozof ve bilim insanlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı dönemdir.
Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan Rönesansı bu dönemin başlangıcı sanatsal ve bilimsel gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite'de kullanılmış, 1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmış ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından geliştirilmiştir (1860'larda). Yeniden doğuş iki anlamı içerir.[1] İlki antik klasik metinlerin tekrar keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının tespitidir. İkinci olarak bu entelektüel aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu yüzden Rönesans'tan bahsederken iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrar keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu. Raphael Sanzio ve Michelangelo gibi birçok ressam mevcuttur. Rönesans döneminin yaratıcılığının esas yürütücü gücü tüccarlardır. Bunlar en kârlı ticaretin hangi alanda olduğunu araştırdılar ve bu yoldan sağladıkları zenginlikleri sanat ve endüstri yeniliklerine yatırdılar. Rönesans; Floransa, Venedik, İngiltere, Portekiz, Hollanda gibi büyük kent-devletlerinde ya da metropollerde doğmuştur.
Rönesans üzerinde derin araştırmalar yapan Burkhard: “Rönesans insanın keşfedilmesidir.” demektedir. Gerçekten de Ortaçağ Avrupa’da insanın hiçbir kıymeti yoktu. Engizisyon mahkemelerinde yüz binlerce insan haksız yere ve çok defa sırf servetlerini ele geçirebilmek için öldürüldü. Papazlar çeşitli menfaatler karşılığında günahları affediyorlardı. Hatta cennetten yerler satıyorlardı. Mantık ve insanî esaslar kaybolmuştu. Dünya'nın döndüğü kanısına varan Galile ve daha pek çok düşünür çeşitli işkenceler görmüş pek çoğu öldürülmüştür. Bu itibarla Rönesans hareketi ilim ve teknolojideki ilerlemenin yanı sıra insan ve tabiat sevgisini de beraberinde getirdi. Rönesans'ın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye de önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı gelişti. Mimaride Gotik tarzı terk edilerek barok ve rokoko üslubu geliştirildi. Rönesans mimarlığının başlıca özellikleri ölçü, sadelik ve tabiiliktir.
Bu şekilde İtalya’da başlayan Rönesans hareketi kısa zamanda bütün Avrupa’da yayıldı. Rönesans daha ziyade Fransa’da sanat; Almanya’da dini tablo ve resimler; İngiltere’de edebiyat; İspanya’da resim ve edebiyat alanında gelişti. İtalya’daki rönesans hareketinde eski Yunan ve Roma ediplerinden Tacitus, Sophokles, Domosten, Platon, Çiçeron ve Virgil’in eserleri tekrar ortaya çıkarıldı. İtalyan fikir adamı ve yazarlarından Niccolò Machiavelli (1469-1531), Tasso (1544-1595) yetişip eserler verdiler. Machiavel’in Prens adlı eseri meşhurdur. Ressamlardan Rafael (1483-1520) aynı zamanda heykeltıraş, mimar ve edebiyatçı da olan Leonardo da Vinci (1452-1519), Mikelanj (1475-1564) bu devirde İtalya’da yetişen sanatkarlardır.[2][3]. Fransa, edebiyat ve fikir sahalarında İtalya’yı geçerek; Ronsard (1525-1585), Montaigne (1533-1592), Rabelais (1495-1555), mimarlıkta Louvre Sarayı'nı yapan Pierre Loscot, Tuileries Sarayını yapan Jean Bullant, resimde de François Clouet yetiştiler. Fransız krallarından I. François (1515-1547) zamanında Collège de France kuruldu. Almanya’da daha çok din alanında değişiklikler oldu. Almanya’da hümanizm akımında Erasmus (1467-1536), Röklen (1452-1522), Luther (1483-1546), resimde Albrecht Dürer (1471-1528) yetişti. İngiltere’de tiyatro sahasında eserleriyle tanınan ve Hamlet'in yazarı Shakespeare (1564-1616), İspanya’da Don Kişot'un yazarı Cervantes (1547-1616), ressam Velasquez (1599-1660), Hollanda’da ressam Rembrandt (1607-1669), Polonya’da ilk defa dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen Kopernik'e yetiştiler. Rönesans devrinde yapılan eserler Avrupa’da hala mevcuttur. Ressam ve heykeltıraşların tablo ve heykelleri müzelerde bulunmaktadır.  Wiki

Rumi 

Anadolu Selçuklarının kullandıkları Filiz ve yaprak biçiminde üsluplaştırılmış, stilize hayvan motiflerinin meydana getirdiği dolaşık tezyinata verilen isim.

Rutin

Yaratmaya dayanmayan ve meleke haline gelmiş bir yetenekle yapılan çalışma.






Yorumlar